Çıplaklığın politikası ve kanın erotizmi

Son derece politik dokunuşlarla arılığını ve gerçekliğini yitirerek modern dünyaya adapte olan beden, içerisinde hâlen modernleştirilemeyen, hüküm altına alınamayan, akılsallaştırılamayan ve ahlâksallaştırılamayan bir şey taşır. Bu şey, insanın vahşî kimliğidir – yani “kan”dır ve bu vahşî kimlik, insanın erotik macerasını aklın romantizminden ve kaba politiğin giyinikliğinden kurtarır.

Google Haberlere Abone ol

Hamza Celâleddin/[email protected]

20 kişiyi öldürdüm. Kanı severim. (Richard Ramirez)

İnsan, her şeyden evvel bir “beden” olarak ve çıplak bir hâlde yeryüzünde belirir − ve egzistansiyalizmin temel hakikatine göre de; “Varoluş özden önce gelir. … İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir” (Sartre, 2010, s. 39). Önceleri oldukça arı olan bu “bedensel hakikat” politik dizayn edici tarafından zamanla eritilir ve bilinçli olarak açılan “hakikat gediği” (son derece kurnaz şekilde, adeta bedensel hakikatlermiş gibi gösterilen) epifenomenlerle –yancı hakikatlerle− doldurulur: İnançlar, ideolojiler, itaat biçimleri, bedenin politik olarak örtülüşü ve bunun sosyoekonomik neticeleri: Bedenini herkesten daha “şık” örtmen gerekir – çünkü daha “şık” olmak, daha “hakikî” olmak demektir (birkaç gün sonra, bir giysi markasının reklam afişi olarak görebiliriz bunu). Ve kısa bir zaman sonra, ilksel hakikat tamamıyla unutularak, “giysilerin hakikati” −sosyoekonomik soslarla− tüm dünyamızı sarar. Doğduğumuz andaki çıplak/arı/dirençli politik duruşumuz, son derece hızlı bir değişimle kıyafetler üzerinden yapılan bir “göndermeler etiği”ne dönüşür. İnsanlar, kendilerine ait olmayan ve “varlıktalık”larına dair hiçbir şey söylemeyecek bez parçalarını (hemen her “biraradalığı” gölgesinde toparlayan envaitürlü flamalar dâhil), tuhaf bir sembolizmle (sözüm asla sana değil Rimbaud, güzelim) diğer “giysi sahipleri”ne pazarlarlar. Ve artık şu hâlde; inançlar, ideolojiler, itaat biçimleri, sosyal statüler ya da bu türden tüm zihinsel durumlar, işte bu kıyafet sembolizmi marifetiyle “yeni hakikatler bütünü” olarak karşımıza dikilirler. Lâkin bütün bu iç karartıcı durumda dahi, bedenimiz içerisinde “impersonal” −kişiliksiz− kalabilmiş, örtülenememiş ve perdelenememiş; sürekli deverân eden bir şey vardır hâlen: Kan…

İLKEL EROTİZM VE MODERN SAPIKLIK

Sevgim yalnızca birkaç sözcük bilir:

Kanına yakın olmak ne güzel! (Gottfried Benn)

Son derece politik dokunuşlarla arılığını ve gerçekliğini yitirerek modern dünyaya adapte olan beden, içerisinde hâlen modernleştirilemeyen, hüküm altına alınamayan, akılsallaştırılamayan ve ahlâksallaştırılamayan bir şey taşır. Bu şey, insanın vahşî kimliğidir – yani “kan”dır ve bu vahşî kimlik, insanın erotik macerasını aklın romantizminden ve kaba politiğin giyinikliğinden kurtarır. Hiçbir ideolojik örgütlenme, inanç örüntüsü, coğrafî sınır, politik konumlanış, itaat ilişkileri ya da ekonomik sınıflanma kanın akışına yön veremez. Kan her zaman, daha ilk andaki vahşîliği ile, kendi bildiği yönde ve kendi belirlediği hızda akar – ve tam da bu sebeple ilkel ve erotiktir.

Gel gelelim “kan”, tabiatında mutluluk ve zevk illüzyonlarını değil, doğrudan verili, aracısız bir acıyı taşır. Erotizmin mutluluk ve zevk üzerinden kurgulanışı, yine çağdaş bir uyumsama hâlidir. Mutluluk ve zevkin idealize edilişi, yine politik dizayn edicinin marifetine benzer; zirâ mutluluk ve zevk pazarlanabilirliği olan hayalî ürünlerdir. Oysa geliniz görünüz ki acı zaten verilmiştir – bu yüzden acının alıcısı da yoktur ve pazarlanabilir değildir. Pazarlanamayan her şey gibi acı da dışlanarak vahşî ve ilkel erotizm böylece lânetlenmiş, şeytanîleştirilmiştir. Lâkin yine de kan kendi bildiği gibi akmaya devam eder; bastırıldıkça taşar ve bu taşkınlık bu sefer hiç de olumlu karşılanamaz. Zirâ bu taşkınlık tabiatın vadettiği bir taşkınlıktan çok (“Taşkınlık Güzelliktir” – William Blake), dizayn edicinin “iyi-kötü” ya da “doğru-yanlış” dengesini kuracağı, −“politik oyun”un temel parçası olarak yaratılmış− bir taşkınlıktır. Kanın hakikati ve dayatılmış ahlâkî öğretinin çekişmesi/cenkleşmesi, bugünün “sapık” insanını üretir. Çünkü politik öznenin varlığının devamı, −okul, medya, toplumsal ahlâk vb. aygıtlar yordamıyla− önce üretip (üretmek zorundadır çünkü tabiatında sapık kimse yoktur), sonra “sapık/kötü/yanlış örnek” ilan edebileceği bu insanlara bağlıdır; aklın idealize ettiği alandan taşanlar olmalıdır ki, politik özne son derece samimiyetsiz şekilde onlara sopasını gösterebilsin (bugünkü idam tartışmaları da bu perspektifte incelenebilir) ve “iyi”yi yüceltip “kötü”yü kovalama oyununu ve de bu oyun marifeti ile varlıkta kalmayı sürdürebilsin…

KANIN AKIŞINI DUYUMSAMAK

kan kendini aldatmaz

kan kendini aldatmaz (Arkadaş Zekâi Özger)

Tüm bu politik saldırılara, illüzyonlara, oyunlara ve hızlı ve sistematik ilerleyen kimlikleşmeye, akılsallaşmaya, ahlâksallaşmaya rağmen, kan hâlen en arı hâliyle, tüm çıplaklığı ve tüm hakikatiyle akmakta; kulak verilmeyi, duyumsanmayı beklemektedir. Kanın akışını duyumsayabilmek, bugün için insanlığın en derin ve tek gerçek özlemidir. Lâkin etrafta o kadar fazla lüzûmsuz ses ve gürültü vardır ki (araba sesleri, silah sesleri, zafer çığlıkları, çığırtkanlar, yol yapım çalışmaları, parti arabaları, okul zilleri, overlokçular) kanımızın aktığını duyumsamak, bugün neredeyse imkânsızdır. Lâkin yine de denemekte fayda var – evvelâ kulak vermek gerekir.

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.

Yararlanılan Kaynaklar:

Sartre, Jean-Paul, Varoluşçuluk, Çev: Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul:2010 (22. Basım).

Schopenhauer, Arthur, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Çev: Levent Özşar, Biblos, Bursa:2017 (5. Basım).