Seçimler, karamsarlık ve sınıf

Örtük ya da aleni, sınıf ve sınıf mücadelesi önümüzdeki günlerde, Türkiye gündeminin en üst sıralarında olacak. Seçimler en çok, yalnızca ortalama bir burjuva demokrasisi umanlar için bile, bu mecburiyeti dile getiriyor. Mecburiyetin kendini olanak olarak ifade ettiği koşullarda, olanak imgesi kendini bir mecburiyete dönüştürebilir. Sorun olanağın fikri kadar kendisinin nasıl örgütleneceğinde.

Google Haberlere Abone ol

Ekin Akçadağ

Son zamanlarda Erdoğan’a karşı öngörülü lider mitini tahrip eden bir siyasal espriye dönüşse de, aldanma, Türkiye siyasal yaşamında son on beş yılın en sık başvurulan kavramlarından. Cemaat AKP’yi aldatmıştı; ama AKP de cemaati. Kürtler AKP’yi aldatmıştı; ama AKP de Kürtleri. Solu hem liberaller hem de Kemalistler. Liberalleri ise aldatan aldatanaydı: Hem cemaat, hem AKP, hem Kürtler, hem AB. Öyle ki AKP ve Erdoğan başından beri muhalefet eden uslanmazlar kadar, bir dönem cazibesine kapılmışların da içinde yer aldığı geniş bir aldanmışlar blokunun karşısında uzun zamandır.

İnce seçim gecesi buharlaşarak CHP’lileri aldattı; CHP seçmeninin konsolide olması ile oluşan hava solu aldattı. Yeni aldanışlarsa pusuda: MHP AKP’yi, İyi Parti CHP’yi, CHP seçmenini. Yoksul AKP seçmeni ise, onu sınıfsallığına iade edecek kendi ‘aldatıcı’sını arıyor.

En yaygın aldanma nesnesini en güçlü anında benimsiyor: Gezi İsyanı, bugün AKP’nin ardında dizilen her meşrepten insan ve politik aktörü aldatmıştı. Aldananlar genelde en gözü kara hasımlara dönüşüyor: Evrensel küme.

Aldanma meselesi de dâhil olmak üzere, kavramların egemenliğinde bir siyasal iklimin şekillenmesinde; siyasetin ahlaki bir düzeye indirgenmesi kadar, onu buna mahkûm kılan toplumsal dinamiklerin parçalılığının da payı var kuşkusuz. Ancak asıl sorun, toplumsal mücadelelerin merkezini işgal etmesi gereken gündemlerin uzunca süredir tali görülmesi ya da bir söz siyasetine indirgenmesi. Türkiye solu; işçi sınıfına, yoksul köylülüğe, kentlerin başıboş yoksullarına ancak onlar, bu kavramlar ve art arda dizilen gündemler silsilesini yaracak bir alan açınca, bir anlığına, son bakışta çarpılıyor. Değilse; kavramlar kendilerinin fikirlerine dönüşerek, bir Uroborus gibi burjuva siyasal gündemleri mideye indirenleri, bir karamsarlık uçurumunun kenarında enerjilerini tüketmeye terk ediyor. Türkiye solunun, sol liberalizm ile hesaplaşması –sınıf dışarıda bırakılarak- yalnızca bir dizi siyasal taktik ile hesaplaşma sorununa indirgendiğinde; biteviye savrulmalarla malul, aldanma türü siyasal sonuçların türediği denklemi aşmak da mümkün görünmüyor bu yüzden. Aynı durum seçim için de geçerli: Seçim sonrasında ortaya çıkan aritmetikten kaynaklanan umutsuzluk, seçim sürecinde ve sonrasında beliren olanaklar veya bir başka deyişle sorumlulukların üstünü örtüyor.

Bu anlamda 24 Haziran seçimin en hayırlı sonuçlarından biri, şimdilik sınırlı bir çerçevede tartışılsa bile, toplumsal dinamikleri demokrasi retoriği içinde soğuran radikal demokrasiciliğin pratik bilgisini ortaya apaçık koymuş olması. Üstelik yalnızca solda CHP’den ve İnce’den beklenti içine girenler değil, CHP’nin geleneksel seçmeni içinde de gerek verili demokrasi söylemine gerekse de burjuva demokrasisinin kurumlarına –seçim, yargı, meclis, başkanlık vs.- inanç ister istemez azalıyor. Elbette bu eğilim kısmen ülkenin içinde bulunduğu baskı ortamının ürünü, dolayısıyla AKP’den kurtuluşu bir başka siyaset tarzını inşa etmekte değil, siyasetin riyakârlığından sıyrılmakta arayan sinizminde şaşılacak bir şey yok; ancak onu aşan bir niteliği var. Aynı inançsızlık, AKP seçmeni için de geçerli ve kapitalizmin yapısal sorunlarından kaynaklanan bu kötümser ruh hali, AKP’den uzaklaştığı oranda sığındığı kurtarıcı Erdoğan imgesini ve siyasal aritmetiği aşabilecek bir toplumsal yıkıcılığın karşıt potansiyellerini taşıyor. Mücadelenin belirli biçimlerine dönük inançsızlık, kendini ne tür bir ortak inanç zeminine çevirebilir sorusu, bu nedenle; teorik yanıtı kadar şimdi sinizm ve apolitizm açmazında debelenenleri somut bir projeye ikna edecek pratiklere de ihtiyaç duyuyor.

Sınıf mücadelesi bir acil çıkış butonu, ehven-i şer ya da yas yeri değil; aksine solun ve siyaseti yakından takip edenlerin, sabırlı olmak koşuluyla kötümserlikten devrimci neşe üretebilecekleri başlıca pratik alan.

Bu nedenle; muhalefette seçim öncesi hâkim olan kıyametçi ruh halinden türeyen umutsuzluk, bir başka yenilgi ile sonuçlanması kaçınılmaz olan müstakbel bir tarihsel ana (muhalefet için yerel seçimler –bu AKP’nin projesiz kaldığı oranda 2023, 2071 gibi sembolik tarihlerle beslemeye çalıştığı ütopyacılığının pragmatist zıddı olarak da okunabilir-) tahvil edilmeden önce; -en azından şimdilik- çıkışsızlıktan gündeme gelmiş gibi görünen sınıf mücadelesi tartışmasını derinleştirmek gerekiyor. Bu yazı sınırlarında ise kabaca şunlar söylenebilir: Örtük ya da aleni, sınıf ve sınıf mücadelesi önümüzdeki günlerde, Türkiye gündeminin en üst sıralarında olacak. Seçimler en çok, yalnızca ortalama bir burjuva demokrasisi umanlar için bile, bu mecburiyeti dile getiriyor. Mecburiyetin kendini olanak olarak ifade ettiği koşullarda, olanak imgesi kendini bir mecburiyete dönüştürebilir. Sorun olanağın fikri kadar kendisinin nasıl örgütleneceğinde.