Birden fazla Gezi yaratabilir miydik?

Üzerinden tam beş yıl geçmiş olmasına rağmen, geçtiği günden beri bir gün olsun tansiyonu düşmeyen, gündemi soğumayan, sürekli olarak karışık ve çalkantılı vaziyette bulunan bu ülkede, Gezi’nin başlattığını tamamlama noktasında eksik ve atıl kaldığımızı, belki birden fazla Gezi’yi daha yaratma konusunda çekingen davrandığımızı itiraf etmemizde fayda var.

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan*

Bu toprakların gördüğü belki en büyük kalkışmanın, Gezi ayaklanmasının beşinci yılını dolduruyoruz bu günlerde. Yediden yetmişe milyonlarca insanın yüreklerinde başka bir dünyanın imkânını filizlendiren, dayanışmanın, paylaşmanın ve birlikteliğin en görkemli örneğini yaratan Gezi, beşinci yılını da geride bırakıyor.

Belki sonsuza değin hafızalardan silinmeyecek olması gerçeği bir yana, her geçen yıl etkisi biraz daha dinen (ikinci ve üçüncü yıllarında güdük de olsa yine sokaklarda eylem ve etkinlikler yapılmıştı) Gezi hatırası, bu yıl öyle görünüyor ki, hâlihazırda sosyal medya üzerinden başlatılmış bulunan #Gezi5Yaşında tag'larıyla ve birkaç yerde yapılacak basın açıklamaları ile geçiştirilecek.

Siyasal ve etkili bir kazanımla sonuçlanamamış (yarattığı insani, kültürel, düşünsel vs. birçok kazanımı saklı tutarak söylüyorum) bir kalkışmanın, isyanın, ayaklanmanın, yıl dönümlerinde yeniden aynı etkiyi göstereceği beklentisi içerisinde elbette değilim. Toplumsal yaşamda bu türden fırsatlar nadiren ele geçer ve bir yenisi için uzun yıllar beklemek gerekebilir.

Bu halde, bu metin Gezi'nin yıl dönümünde neden bir şey yapılmıyor türünden bir sitem içermiyor. Doğrusu metnin asıl derdi ve konusu bu değil.

GEZİ'Yİ ANMAK

Tarihi savaşlarla, çarpışmalarla, ölümlerle, kayıplarla dolu bu toprakların halkları olarak, bir takvim yılının her gününe ayrı ayrı yetecek kadar hatıramızın olduğu ve yılın bir gününe birden fazla acımızın, yasımızın düştüğü bir gerçektir. Anmak ve yas tutmak konusunda edindiğimiz becerinin yanında, bu gerçeğin, maalesef bizi anmalara ve yas tutmalara alıştırdığını da söylemek gerek. Her ne yaşarsak, onu bir tür ritüele, ibadete dönüştürüyor, gittikçe azalan tekrarlarla zaman içerisinde sönümlendiriyoruz.

Bu bağlamda, bir anmanın tüm formalitelerini taşımasa da, Gezi ayaklanmasının da –Gezi için her yıl açıklama yapanların niyetlerinden bağımsız konuşuyorum- bir tür anmaya dönüştüğü söylenebilir. Gezi’yi belleklerde diri tutmanın, onun hatırasının silinip gitmesini engellemenin bir yolu olarak, bu ‘faaliyetin’ elbette kıymetli bir tarafı var. Fakat Gezi’nin belleklerde diri tutulması ve herkeste yarattığı duygunun açığa çıkarılması konusunda en doğru yöntemin bu olduğundan emin değilim.

Üzerinden tam beş yıl geçmiş olmasına rağmen, geçtiği günden beri bir gün olsun tansiyonu düşmeyen, gündemi soğumayan, sürekli olarak karışık ve çalkantılı vaziyette bulunan bu ülkede, Gezi’nin başlattığını tamamlama noktasında eksik ve atıl kaldığımızı, belki birden fazla Gezi’yi daha yaratma konusunda çekingen davrandığımızı itiraf etmemizde fayda var.

Gezi'den sonra geçirdiği beş yıl içerisinde, beş ayrı seçim ve referandum yapmış/dayatmış bir hükümetin, bizimle hangi alanda karşılaşmak istediği gerçeği gözümüzün önünde dururken, Gezi’de yarattığımız devrimci pratiği hükümetin istediği alana taşıyarak boğduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor.

Bu noktada Gezi’nin her yıl bir basın açıklaması yahut sosyal medya üzerinden yapılacak bir kampanya ile ‘anılıyor’ olmasının, Gezi’den çıkarmamız gereken öncelikli derslerden olmadığı kanaatindeyim.

Kalkışma sırasında yitirdiğimiz insanlarımızın yasını tutup onları anmak dışında, bir kalkışmayı anmanın somut bir karşılığı bulunmuyor. Bunun gerçek manada somut bir karşılığının olabilmesi için yeni bir kalkışmanın koşullarının ve imkânlarının yaratılması adına çaba gösterilmesi gerekmektedir. Bir kalkışma, bir başka kalkışma için derstir, deneyimdir. Gerisi biraz romantizmdir.

GEZİ'NİN SORUNU VE SONU

Tarihten ve yaşanan tarihsel olaylardan ders çıkarmak konusunda toplum olarak biraz başarısız olduğumuzu söylesem, herhalde pek fazla karşı çıkan olmazdı. En azından yaşadıklarımızı bir deneyime dönüştürmek noktasında zorlandığımız açık.

Bu bağlamda, Gezi'nin -her şeyden önce- kendiliğinden patlayan bir halk hareketi olarak, özellikle yılgın sol çevrelerde yaygın olan “bu halktan bir şey olmaz” algısını yerle yeksan ettiğini görmemiz gerekiyor. Buna karşılık bu algının birçok çevrede hâlâ kol gezdiğini de… İşte, tarihten ders çıkaramama ve yaşananı deneyime dönüştürememe sorununun kendisini açık şekilde gösterdiği noktalardan biri burasıdır. Bu halk diye tabir edilen halk, tarihin belki en büyük kalkışmalarından birisinin öznesi olmuşken, kalkışmadan sonra, akıllarda yeniden kendisinden hiçbir şey olmayacak olan bir halka dönüşebilmektedir.

Siyasal bir özne olarak kimi sol çevreler ve ilginçtir bahsi geçen halkın birer üyesi olarak birçok ‘birey’ de bu algıya (dövüşen kendisi, dövüştüğünü görmeyip, buna inanmayan da yine kendisi) kolayca kapılabiliyor. Hal böyle olunca, Gezi de bir tesadüfe, bir beklenmedik olaya dönüşüveriyor.

Burada bir parantez açarak söylersek, halka güvensizliğin altında yatan esas sebebin kendisine olan güvensizlik olduğu gerçeği, hem özne olarak sol hem de tek tek bireyler için geçerli.

Takdir edilecektir ki, Gezi, örgütlü olmayan, önceden planlanmamış, halkın birçok kesiminin kendiliğinden ve bağımsız bir hareketi ve hareketlenmesiydi. Ve Gezi’nin bu en çok övülen (abartmıyorum) yönü, onun, siyasal taleplerini (en azından AKP hükümetinin istifası) elde edemeden dağılmasına neden oldu. Halk kitlelerinin kendiliğinden ve bağımsız hareketlerinin bir devrimi ateşlediği de olmuştur tarihte. Ki çoğunlukla da böyle olmuştur. Ve fakat bu örneklerde bahsi geçen halk hareketleri öyle ya da böyle bir siyasal önderliğe kavuşmuş ve buna göre biçim almıştır.

Bu noktada Gezi’nin -başlangıçta olmasa da devamında- en büyük eksikliğinin, bir siyasal önderlik olduğu gerçeği en azından benim açımdan tartışılmaz.

Birkaç hafta önce yine Gazete Duvar'da yayımlanan “İzmir 1 Mayıs'ı, bir özeleştiri: Gören Küba sanır” başlıklı yazımda, İzmir 1 Mayıs’ı özelinde, devrimcilerin önderlik sorunundan bahsetmiştim. Aynı yazıda bu sorunun sadece 1 Mayıs ile sınırlandırılamayacağını da eklemiştim. İşte, bu sorunun kendisini gösterdiği durumlardan birisi Gezi’dir.

Birçok ayrı rengin bir arada bulunuyor olması, yine birçok farklı görüşten insanın birbiriyle dayanışıyor olması, herkesin herkesle bölüşüyor ve paylaşıyor olması, eşine az rastlanır bir tarihsel gelişme örneğidir. Fakat önderlik edecek bir devrimci inisiyatifin eksikliği bugün Gezi’yi “geçmiş” bir tarihsel gelişme örneği olarak bırakmıştır. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganının artık somut pratiğimizi karşılamadığı ortadadır.

Burada, kendi geleceği adına inisiyatif almış ve talebini yükseltmek üzere kendisini sokağa atmış insanlara ve insan kitlelerine değil, elbette yine devrimciliğimize, devrimci harekete, yani kendimize bakmamız gerekiyor.

YENİ BİR GEZİ

Devrimci hareketin Gezi’den çıkarması gereken en büyük derslerden birinin, bir ayaklanmayı yönetecek örgütlülüğe, imkâna ve öngörüye sahip olmadığı tespiti, sadece bana değil birçok devrimci oluşuma da ait.

Evet, devrimci hareket Gezi’yi yönetemedi. Örgütlü değildi, imkânları sınırlıydı ve öngörememişti. Peki, şimdi ne olacak?

Ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi ve ekonomik açmaz her geçen gün derinleşiyor ve artıyor. Ülkenin cumhurbaşkanı 24 Haziran’da yapılacak seçimlerde kaybetmeleri halinde a, b, c planlarının bulunduğunu söylüyor. Birisi kalkıp bir TV programında "Belgrat ormanlarına gömdüklerimizi çıkarırız" diye açıktan tehditler savuruyor. Dolar ve euro, Türk Lirası karşısında sürekli değer kazanıyor. Ve konunun uzmanları bu sorunun bir birikim rejimi krizi olduğunu ve seçim sonrasında da devam edeceğini, kısa vadede çözülemeyeceğini söylüyorlar.

Bu tablonun, ülkece bizi daha zor günlerin beklediğini gösterdiği konusunda sanıyorum tartışma yok. Bu durumda devrimci hareketin, 24 Haziran’da yapılacak seçimlerden sonra (herkes her şeyi seçim sonrasına bıraktığı için böyle ifade ediyorum, yoksa zaten yaşanıyor ne yaşanacaksa) siyasi ve ekonomik olarak ülkenin içerisine gireceği sürecin doğru okumasını bir an önce yapması ve buna göre yol ve yöntem belirlemesi gerekiyor. Yoksa yaşanabilecek bir başka Gezi daha ilerde anmasını yapacağımız tarihsel bir gelişme olarak kalacaktır.

*Avukat, İzmir Barosu