HDP’yi dışlayarak liberal demokrasi oluşturulmaz

Seçimler yaklaşmışken burjuva sınıfının farklı fraksiyonlarının savunucusu partilerin adına “cumhur” (halk) ve “demokrasi” dedikleri ittifakları yaparken neden HDP gibi bir partiyi dışarıda bıraktıkları çok açık biçimde ortaya çıkar. Anlaşılan o ki, bu ittifakların hiçbirinden liberal bir demokrasi bile çıkmayacaktır, zira HDP’yi dışlayarak liberal bir demokrasiyi oluşturmak olanaksızdır.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Kemal Coşkun*

Toplumun egemen sınıflarının faşist/baskıcı/otoriter bir rejime ihtiyaç duydukları zaman, ister seçim yoluyla, ister darbeyle, ister iç savaşla, isterse başka herhangi bir yolla olsun, ancak bizzat kendi isimleriyle değil de adında “millet, milliyetçi, faşist” vb. adlar geçmeyen, hatta parti olarak kendilerini de dışarıda bırakırmış gibi görünen örgütlerle/partilerle/hareketlerle iktidara gelmiş olmaları, sadece devlet ile rejim arasındaki ayrımı görünmez kılmakla kalmaz, aynı zamanda faşist, olmadı proto-faşist bir yönetimin varlığını/iktidarda olduğunu da gözden kaçırmamıza neden olur. Şöyle ki, adında “adalet”, ya da olmadı “halk” kavramları geçen partilerin iktidara gelmesi, olsa olsa faşizmin görünmemesini sağlar, yoksa, faşizan bir rejimin olmadığının kanıtı değildir. Buradan yola çıkarak söylenebilecek şey, Türkiye’nin şimdilerde faşizan bir rejimle yönetildiği değil, fakat egemen sınıflar faşizan bir yönetime ihtiyaç duyduğunda hali hazırda iktidar olan partinin ve hatta ona muhalif görünen partilerin buna çok uygun olduğudur. Dolayısıyla önümüzdeki dönem oluşacak iktidardan az ya da çok, şöyle ya da böyle “burjuva demokratik” bir yönetim beklemek, Yahudi aşığı bir Nazi ne kadar mümkünse o kadar olanaklı olacaktır.

Şöyle ki, birbirlerini darbecilikle ya da şeriatçılıkla suçlayanlar, aslında siyasal iktidarda egemen sınıfın hangi fraksiyonunun hegemonik bir güç olacağı kavgasının üstünü örtmekten başka bir şey yapmamaktadır. Yani şimdiki gerginlik, siyasal bir bunalımın varlığından, devlet yönetiminde egemen sınıfların hangi kanadının baskın olacağı kavgasından kaynaklanmaktadır. Ve eğer bu siyasal bunalım egemen sınıfların birbirleriyle anlaşarak bir ittifak kurması aracılığıyla oluşturulacak bir iktidar bloku ile çözülemezse, -ki şimdilik böyle bir blok kurulamamış gözüküyor-, bu durum faşizan bir yönetimin oluşmasının kapılarını aralayacaktır/aralamaktadır. Tam da burada Poulantzas’a kulak verecek olursak “faşist devlet, siyasal bir bunalıma denk düşen kritik bir devlet ve rejim biçimini” oluşturmaktadır. Faşizmin ortaya çıkışı, “egemen sınıflar ve bunların fraksiyonları arasındaki iç çelişkilerin derinleşme ve keskinleşme durumuna tekabül eder”. Böylesi bir faşizan yönetimin ise, sanıldığı gibi her zaman darbe yoluyla değil de, başka bir biçimde, AKP’nin faşistleşmesi yoluyla olma olasılığı son yıllarda görüldüğü üzere çok yüksektir, zira AKP’nin şu anki politikalarına bakıldığında gerek siyasal hayatta gerekse toplumsal yaşamda giderek daha fazla baskıcı bir yönetim oluşturduğu bir sır değildir. Kaldı ki faşizm, güneşli bir havada aniden çakan şimşek gibi gelmez, gelişine ilişkin önceden görülebilecek göstergeleri vardır.

İşte tam da bu noktada, aslında “burjuva liberal demokrasisinin” kurulması açısından önemli bir işlevi olabilecek olan önümüzdeki “seçimler”in özellikle iktidar, doğrusunu söylemek gerekirse onların sponsorluğunu yapan ve kendi egemenliğinin sürekliliğini iktidarın zor kullanmasına bağlayan egemen burjuvazi tarafından ne demeye bu kadar erkene alındığı da daha bir anlam kazanır. Zira bu seçimde elde edilecek sonuçlar, muhtemelen daha faşizan, otoriter, olmadı şu an var olandan daha baskıcı bir siyasal rejimin de habercisi olacaktır. Lafı dolandırmadan söyleyecek olursak, iktidar partisinin alacağı oyların oranının yüksekliği ya da düşüklüğü, bu ülkede faşist bir yönetimin ayak seslerinin de habercisidir. Bir ülkedeki rejime faşist diyebilmek için illaki milliyetçi partilerin iktidara gelmesini, olmadı ortalıkta SS subaylarının dolaşmasını bekleyenler daha çok bekleyecek demektir. Nitekim, halihazırdaki hükümetin “liberal-muhafazakar demokrat” söylemi ardında faşist bir rejimin ülkeye yerleşmesinin baş tetikçisi olduğu herkesin malumudur.

İşin daha da önemli yanı, küresel bir krizin varlığı ve muhtemelen kolay kolay bitmeyeceği gerçeğidir ve bundan dolayı önümüzdeki süreçte özellikle de bizim gibi ülkelerde egemen sınıfların baskıcı ve faşizan yönetimlere ihtiyaç duyacağıdır. Zira krizin seyri, tek tek ülkeleri kendi ulusal sermayelerini koruyucu ekonomik önlemler almaya yöneltmektedir ki, bu türden uygulamalar hem siyasal rejim değişikliğini hem de ideolojik bir manipülasyonu gerektirir.

İşte tam da burada, seçimler de yaklaşmışken burjuva sınıfının farklı fraksiyonlarının savunucusu partilerin adına “cumhur” (halk) ve “demokrasi” dedikleri ittifakları yaparken neden HDP gibi bir partiyi dışarıda bıraktıkları çok açık biçimde ortaya çıkar. Anlaşılan o ki, bu ittifakların hiçbirinden liberal bir demokrasi bile çıkmayacaktır, zira HDP’yi dışlayarak liberal bir demokrasiyi oluşturmak olanaksızdır. Bu durumda, nasıl ki “faşizmden söz edenlerin kapitalizmden de söz etmeleri” gerekiyorsa, HDP’nin, hem şu anki iktidarın hem de sözüm ona muhalif ittifakın ekonomi politiğinden, yani sınıf mücadelesini de politikasının merkezine alması gerekir.

*Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF, Sosyoloji Bölümü Eski Öğretim Üyesi