İş cinayetleri, güvenli yaşam kültürü ve Kassandra'nın çuvaldızı

Evde ampul değiştirmek için hâlâ sandalye kullananlardansanız, önce aynaya bakmanızı tavsiye ederim. Ya da hâlâ aracınızın arka koltuğunda emniyet kemeri kullandırtmayan bir sürücüyseniz, o aynada Kassandra’yı görebilirsiniz.

Google Haberlere Abone ol

Serkan Küçük

Hektor, Paris, Kassandra mitoloji tarihine birbirinden ilginç hikayeleriyle geçmiş ve Truva Kralı Priamos ile Hekabe’nin çocukları olan üç kardeş. Hektor, Truva savaşlarının bir numaralı kahramanı iken, Paris, tarihteki ilk güzellik yarışmasının tek jürisi olmasıyla tanınır. Kassandra ise güzelliğiyle Apollon’un gözlerini kamaştırmış bir şahsiyet.

Apollon’un gözleri o denli kamaşmış olsa gerek ki, Kassandra’ya, kendisiyle birlikte olması karşılığında ‘bilicilik yetisi’ vereceğini o dakika vadetmiş. Kassandra bu teklife hemen atlamış ve bilicilik yetisini de havada kapmış. O tarihte böyle bir yeteneğe yüz çevirecek kaç ölümlü çıkardı ki zaten. Ancak karşılığında Apollon ile birlikte olmayınca, Apollon kendisini angajman kurallarını ihlal etmekle suçlamış ve ağzına tükürerek yeteneğini etkisiz hale getirmiş. Bundan böyle Kassandra geleceği görecek, ancak söylediklerinin doğruluğuna hiç kimseyi inandıramayacaktır. Neresinden baksan yaman bir dramdır bu.

TRUVA'DAN İŞ KAZALARINA

Özellikle kamuoyunda infial yaratan iş kazalarından sonra birçok insan ve kesim; "Kahrolsun iş cinayetleri, yeter artık, şu şu şu önlemler bir an önce alınmalıdır, gerçek sorumlular yargılanmalıdır" diye itiraz ve taleplerini yükseltiyor. Yükseltiyorlar ama bazıları hakikatten bir Kassandra etkisi yaratıyor. İnandırıcı, samimi ya da güven verici gelemiyor geniş kitlelere. Lafların ağırlığı, uygulamaları devindiremiyor maalesef.

Kassandra etkisi, bu insanların ya da teker teker hepimizin söylediği ve düşündüğü gibi davranmadığı için gelişiyor olabilir mi acaba?

Sonda söyleyeceğimizi başta da belirterek mevzuya giriş yapalım. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği alanının ‘kültür’ ile ilişkisi çoğunlukla ıskalanır. Daha doğrusu güvenli yaşam kültürünün içinden zuhur eden ya da tersinden onu besleyen bir alan olduğunun altı pek çizilmez.

Hal böyle olunca da güvenli yaşam kültürünün gelişmediği bir toplumda, insan haklarının gelişmesi, iş kazalarının, meslek hastalıklarının azalması arzu edilen düzeyde olamaz.

KÜLTÜR

Krober ve Kluckhohn 1952 yılında Harvard Üniversitesi Amerikan Etnoloj ve Arkeolojisi Notları’nda kültürü, ‘İnsan topluluklarının özgün yapılarını ortaya koyan, yaratılan ve aktarılan sembollerle ifade edilen düşünce, duygu ve davranış biçimleridir.’ şeklinde tanımlamışlar. Kültürün temelini gelenekler, ananeler ve bunlara atfedilen değerler oluşturur. Yani kültür dediğimiz zaman yüzyıllardan, binyıllardan bahsettiğimizi bir kenara not ederek devam edelim.

Bir toplumun kültürel kodlarını anlamak istediğinizde geçmişine bakmalısınız, gelecekteki ahvaline ilişkin bir şeyler savlayabilmek için de mevcut kültürel kodlarına. Bu kimi zaman yemek olur, kimi zaman dil, kimi zaman dans, kimi zaman mimari, kimi zaman ananeler, kimi zaman da kazalanma tür, biçim ve sayıları.

GÜVENLİK KÜLTÜRÜ

Güvenlik kültürü terimi ise görece çok yeni. İlk defa Çernobil felaketinden sonra hazırlanan bir raporda zikredildi. Buradaki güvenlik, yapılan iş ve çalışma ortamıyla ilişkili tehlike içermeme durumuna karşılık gelmektedir.

Güvenlik kültürü işyerindeki güvenlikle ilgili olarak çalışanların ortak tutum, algı, inanç ve değerlerinden oluşan bir bütündür. Davranışlara, hal ve tavırlara yansımasıyla kendini belli eder.

Güvenlik kültürü ölçülebilen, bir takım göstergelere bakılarak varlığı, yokluğu, düzeyi değerlendirilen bir kavram. Bir işyerinde ya da toplulukta güvenlik kültürü düzeyi ve uygulamaları ne kadar yüksekse kazasızlığın da o derece yüksek olması beklenir ki çoğunlukla bu beklenti gerçekleşir.

Güvenlik kültürünün yeşertilmesi, uygulamaların geliştirilmesi ve kalıcılığının sağlanarak kazasızlığın bir norm haline gelmesi, işyerleri ve işle ilgili topluluklar için yönetilebilir bir alandır. Güvenlik yönetim sistemleri bu işe yararlar.

GÜVENLİ YAŞAM KÜLTÜRÜ

İşyerinde güvenlik kültürü dediğimiz kavram, sosyal yaşamda ‘güvenli yaşam kültürü’ ile yer değiştirebilir. Güvenli yaşam kültürü diye adlandırmaya çalıştığımız kavram da trafik kazaları, yangınlar, kaldırımlar, otoyolların durumu, mimari, ders müfredatları, standart ve mevzuatlara, sokaktaki insanın davranışlarına bakarak değerlendirilebilecek bir olgu. Bir toplumun ve onu oluşturan bireylerin güvenlikle ilgili davranışlarını, algılarını, ortak tutum ve değerlerini ifade etmelidir bize.

İktisatçılardan, mühendislere, küçük sektör derneklerinden koca holdinglere pek sevilen bir yöntemdir istatistiğin diliyle konuşmak. ‘Medeni’ ülkelerde kişi başına düşen tuvalet kağıdı miktarından, kişi başına düşen yeşil alana kadar geniş bir yelpazedeki veriler gelişmişliğin belirtileri olarak derlenip dururlar. Elbet güvenli yaşam kültürü diye kavramsallaştırmaya çalıştığımız terimin göstergeleri de bundan nasibini alır.

Uzun zamandır bu kavramlarla hemhal olan bir insan olarak kestirmeden söyleyebilirim ki Şark coğrafyasında güvenli yaşam kültürü kolay kolay yeşermiyor. Bu durumun hafifletici sayılabilecek ekonomik, politik, hukuki, siyasi ve elbette kültürel pek çok nedeni var. Birkaç katmandan okuması yapılabilir.

Böyle söyleyince de kolaylıkla dışsallaştırılan, özneden bağımsızmış gibi algılanma tuzağına düşülen grilikleri barındıran bir alan bu. Oysa bu tespiti yaptıktan sonra konuyu dert edinenlerin omuzlarına binen yük doğrusal olarak artış göstermeli.

Örneğin, iş cinayetlerine karşı hassasiyet gösteren, sesini yükselten bir insanın evinde yangın söndürme cihazının olmaması açıklanmaya değer bulunmuyorsa, "Şark coğrafyasında güvenli yaşam kültürü kolay kolay yeşermez" dememin sebeplerinden birisini de bu ve benzer durumlar oluşturur.

Depremini bekleyen coğrafyada halen eşya sabitlemesi yapılmıyorsa evlerde, orada güvenlik bir kültürel kod olarak gelişmemiştir. Fabrikalarda ve işyerlerinde de samimiyetle gelişemez elbet.

Çocuklarına okul seçen veliler, servisten organik gıdaya kadar gösterdikleri duyarlılığı okulun yangın merdiveni olup olmamasına, ilk yardım sertifikalı öğretmen sayısına, okulun acil durum planına karşı gösterseler, bu ülkede bazı sıkıntılar yaşanmadan çözülecek belki de. Eğer beklenen deprem gündüz saatlerinde olursa ailesine kavuşamayan on binlerce çocuk ne olacak sorusu, yanıtlanmamış ve çok yalın bir sorudur halen.

Bırakın bina kodlarını bir tarafa, tüm yurttaşların evindeki topraklama tesisatının varlığını kontrol ettiği, kaçak akım sigortası olmadan elektrik kullanmayacağını beyan ettiği bir toplumda ev kazalarının da iş kazalarının da aynı oranda yaşanması mümkün olamaz.

Hadi o kadar ileri gitmeyelim, evde ampul değiştirmek için hâlâ sandalye kullananlardansanız, önce aynaya bakmanızı tavsiye ederim. Ya da hâlâ aracınızın arka koltuğunda emniyet kemeri kullandırtmayan bir sürücüyseniz, o aynada Kassandra’yı görebilirsiniz.

Bir işçi sendikasının, işçi sağlığı ve iş güvenliği ana temalı uluslararası etkinliğini düzenlediği mekanın, sinemaların, toplantı salonlarının acil çıkışının olmaması da benzer bir paradoks. Toplumda iş cinayetlerine karşı sesini yükseltenlerin, güvenli yaşam kültürüne sahip olduklarını varsaymak eşyanın tabiatına uygunken, bu eksikliği belirtmek çoğu zaman hoş karşılanmıyor. Konser, festival, miting, yürüyüş vb. etkinliklerde bir ‘Kalabalık Yönetim Planı’’ hazırlanmıyorsa, bu tür kuruluşların işe kendi yapılarından başlamalarında fayda var.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında basına yansıyan haberlere duyarlı olan bir akademisyenin, evine temizliğe gelen kadının hiçbir önlem olmadan camları temizlemesine ses çıkarmaması da bu kapsamda değerlendirilebilir.

Temizlikçi kadının önlem olmadan camlara kendi iradesiyle çıkabilmesiyse özsaygıyla, sosyo ekonomik, sosyo kültürel kodlarla ilişkisi olan ve en nihayetinde insan hakları ve demokrasi bilinciyle ilişkilendireceğiniz bir alana karşılık gelir.

Yani ne kadar insan hakları, ne kadar demokrasi o kadar işçi sağlığı ve iş güvenliği, ne kadar öz saygı o kadar işçi sağlığı ve iş güvenliği demek mümkün. Öz saygısı düşük bireylerden oluşan toplumlarda iş kazaları da doğa tahribatı da azalmaz, hayvanlara işkencenin sonu da gelmez maalesef.

İşçi sendikaları ücret sendikacılığından başlarını kaldırdıklarında bu alanın gizil gücünü keşfedecekler ama bir türlü istenilen ivmeyi yakalayamadılar bu güne dek. İSİG alanında en kapsamlı yayınların işveren örgütleri ve sendikalarınca yapılmış olması da böyle bir çelişkinin ürünü.

Kısaca işyerlerinin güvenli ve işçilerin sağlıklı olması için güvenlik kültürü ve ikliminin gelişmiş olması, bunun olabilmesi için de toplumda güvenli yaşam kültürünün gelişmiş olması gerekiyor. Yumurta tavuk ilişkisi burada da geçerli anlayacağınız.

Hal böyle olunca iş cinayetlerinin zeminini hazırlayanlarla, kurbanlar ve tepki koyanlar aynı kabın içinde şekillenen farklı özneler olarak hayatımızda bir yer kaplıyor.

Hasılı çuvaldızın başkasına batırılabilmesi için öncelikle Kassandra’ların, güvenli yaşam kültüründen sınıfta kalmamaları, turnusol kağıdı işlevi gören bir mesele olarak orta yerde duruyor.

Peki sen aynaya bakmak ister misin? Üstüne de Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin change.org’ta başlattığı ‘28 Nisan İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü İlan Edilsin’ başlıklı kampanyasına katılarak Kassandra’lıktan kurtulmak ister misin?