Rusya, Kürtler için 'Doğu’nun kurtarıcısı' mıdır?

Rusya ile Kürtler arasındaki şimdiki “sorunlu” ilişki, tarihin tekerrürü şeklinde tezahür ederken Kürtlerin tarihlerinden ders çıkarmadıklarını görüyor olmak, gelecek inşa etmenin yolunu bir güce yaslanarak sağlama yönündeki patolojik hallerinden kurtulmaları gerektiği uyarısını tekrarla veriyor olmak can acıtıcı bir durum.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

Türkiye’nin Afrin’e yönelik başlattığı “Zeytin Dalı Harekâtı”, Kürt sorununun devletçe güvenlikçi bir perspektiften yönetiminin bir parçası olarak yorumlanan bir gelişmedir. Güvenlikçi politikasını yargı eliyle Kürt siyasal hareketi ile demokratik muhalefete yönelterek pasifize eden devlet erki, beraberinde de Kürt toplumunda depolitizasyon yaratmıştır. Hipodermik şırıngalanan Fırat’ın batısında ise halihazırda var olan ancak devletin 2009 açılım süreciyle birlikte kısmi törpülemeye gittiği Kürt karşıtlığının bilhassa da Afrin harekâtı ile sokaklara taşındığı bir sürecin içerisindeyiz. Türk-İslam milliyetçiliği bobinine sarılan devlet, milliyetçi damarından sıkı sıkıya yakaladığı toplumun büyük kesimi ile “Kürt anasını görmesin” mutabakatında bir araya gelerek Afrin’e doğru yola revan olmuştur. Afrin bu “milli” mutabakatın ya da “toplum sözleşmesinin” operasyonel karşılığıdır. Elbette ki Afrin süreci ve mutabakat sadece Türk dinamiğinden ibaret değildir, uluslararası bir konsensüsün sonucudur. Rusya’nın oyun kuruculuğunu yürüttüğü bu konsensüs, Suriye için bir gelecek vaadini belki barındırıyorsa da Kürtler için, benzeri eski deneyimler sağlamadığı gibi, bunun da sağlamayacağı aşikar. Kürtlerin Rusya’yı kendilerine destek çıkacak bir emniyet supabı olarak görmeleri de eskilerden ders çıkarılmadığının tarihi bir örneğidir. “Zeytin Dalı Harekâtı” sonrasında “Rusya bizi sattı” diyerek veryansın eden Kürtlerin tarihlerinden ders çıkarmadıkları için dejavudan yoksun kalan bilinç düzeyi ve hafızaları kendilerini her defasında terk eden Rusya bağlamında “mazi kalbimde bir yaradır” şeklinde hatırlanarak doldurulması gereken kocaman bir boşluk şeklindedir. Kürtlerin 1900’lü yıllardan başlayarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye dörtgeninde uğradıkları zulümlerden kaçışın bir yolu olarak sarıldıkları Rusya tarafından yolun yarısında bırakılmaları, halbuki ders çıkarılmayacak gibi değildir. Kürtlerle Rusya’nın bu sorunlu ilişkisinde 1917 yılı ikili münasebetin başlangıç yılı olarak görülebilir. 1917 Ekim Devrimi’nin tüm ezilen halklar üzerinde yarattığı devrimci etkiyle Rusya, bilhassa da Doğu’nun ezilen halkları için sığınılacak bir umut adası olarak görülüyordu. Ekim Devrimi ile Çarlığın emperyal politikasından vazgeçen ve Lenin’in self determinasyonunu kendilerine tatbik etmek isteyen Kürtler, İngilizler’in politikalarıyla zarar gördükleri düşüncesiyle Yakındoğu’daki Sovyet temsilciliklerine yaptıkları başvurularda ulusal sorunların çözümünde Sovyet Rusya’nın rehberliğine ihtiyaçlarını dile getirmişlerdir. Sovyet devrimini ve devrimin kuşatıcı politik sonuçlarını durumları gereği yakından takip eden Kürtlerin Sovyet Rusya ile ilişkilenmelerini daha da olanaklı hale getiren bir gelişme de; 1915 süresince Türkiye ile Rusya arasındaki sorunlu ilişkidir. Çarlık döneminde Türkiye Ermenistan’ını ve Kürdistan’ını; İstanbul ve Boğazları elde etme girişimleri içerisinde olan Rusya ile Türkiye arasında hasımanelikten faydalanmak isteyen Kürtler için Rusya bir kartken, 1920’li yıllara gelindiğinde işlerin değiştiği görülür. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için Sovyet Rusya artık bir müttefik demekti. Buna rağmen Kürtler devletle karşı karşıya geldikleri çoğu dönemde Rusya’dan medet ummaktan vazgeçmemişlerdir. 1922 yılında Dersim’deki Kürdistan Bağımsızlık Komitesi Başkanı Albay Cibranlı Halit Bey’in Lozan Konferansı’nın düzenleneceği günlerde Sovyet temsilcilerine verdiği mektupta , “Kürdistan’ın bağımsızlığının gerçekleştirilmesi davasında İngiltere’nin samimi yardımına güvenmediğinden, kendi amaçlarını, Sovyet Rusya’nın desteğinde gerçekleştirmeye yönelmek ve Kürdistan bağımsızlığının Rus himayesi altında kurulması fikrinde ısrar etmek kararı aldığını”, belirtmiştir. Sovyet himayesini Rus temsilciliklerine ilettikleri mektuplar ile talep eden Kürt önderlerden bir kesim de Erzurum ve Bitlis’in Kürt temsilcileridir.

Iraklı Kürtlerin de Sovyet Rusya’yla ilişkilenmelerinin sonu hüsranla sonuçlanmıştır. Kürt otonomisi isteyen Iraklı Kürt önderlerden Şeyh Mahmud Berzenci İngilizlerin himayesinden vazgeçmek üzere Rusya’yla ilişkilenerek Rusya’ya üç mektup yollamıştır. 20 Aralık 1920 günü Şeyh Mahmud’un, kendi tam yetkili temsilcisi aracılığıyla Tebriz’deki Sovyet Konsolosuna Rusya’nın yardım ve himayesi konusundaki dileğini içeren bir mektubunun içeriğinden Kürtler nezdinde Sovyet Rusya’nın imajı pek yüksektir. Mektubun bir yerinde şöyle geçer: “1917 yılında bütün dünya, halkın, malum zalimin ve tiranın pençesinden kurtuluşunun gerçek sesini işittiği zaman, yer yuvarlağının bütün halkları ve ulusları bu sesi sevinçle selamladılar ve Rus halkının adaletine ve hamiyetperverliğine güvenerek ve kendi umut ve taleplerini gerçekleştirmeyi umarak özgürlük için mücadele yolunu seçtiler. Bizim haklarımıza gelince… Ama ben bir tek şunu söyleyebilirim: Tüm Kürt halkı Rusları, Doğu’nun kurtarıcıları olarak görmekte ve bu yüzden kendi kaderini, onların kaderlerine bağlamaya hazırdır. Şimdi bizim düşüncelerimizi meşgul eden tek şey, bize yardım edilmesi sorunudur. Kürt halkı, devletlerimiz arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını sabırsızlıkla beklemektedir….

Iraklı Kürtlerin bu denli umut bağladıkları SSCB ise tersine Kürtlere Baas yanlısı bir politika güderek karşıt bir tutum içerisine girmiştir. 1972 yılında SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı A. Kosigin’in Irak ziyareti sırasında “SSCB ve Irak Arasında Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Baasçı rejimin kendi cephelerini güçlendirmesi olanaklı hale gelerek Kürtlerin mücadelesine bıçak atmıştır. Sovyetler Birliği ile Kürtler arasında açılan makasın genişlemesini daha da arttırmak için Baas rejimi Irak Komünist Partisi’ni güçlendirme yoluna girmiştir. Çünkü 1973 yılında kurulan Baasçıların ve komünistlerin yer aldığı İlerici Ulusal Yurtsever Cephe'yi (İUYC) Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) karşısında güçlendirmesi demek, aslında Sovyetler Birliği’ni, Irak’taki Kürt hareketine karşıt bir tavır almaya yönlendirmek demekti. Böylelikle de Iraklı Kürtlerin otonomi mücadelesi kesinlikle desteksiz kalmış oluyordu.

“Doğu’nun kurtarıcıları” yakıştırmasına mazhar kalan SSCB, elleri boş dönen Iraklı Kürtler gibi Mahabadlı Kürtleri de benzeri bir akıbete uğratmıştır. İran’daki Sovyet ordularının varlığından kendileri için güven duyan Mahabadlı Kürtlerinin, otonomi kurma yönündeki çabalarının SSCB tarafından karşılıksız kaldığı görülür. 1946 yılında kurulan Mahabad Kürt hükümetinin otonomi girişimlerine mesafeli duran SSCB, İran Azerilerinin otonomi kurma çabalarının ise arkasında durarak çelişkili bir tavır sergilemiştir. Bunun yanı sıra Kürtlerin İran’daki isyanlarına yönelik de bu sorununun İran’ın bir iç meselesi olduğu şeklinde tavır ortaya koyarak Kürtleri yalnız bırakmıştır. İngiltere ve ABD’nin İran’dan çıkması yönündeki baskılara dayanamayan SSCB, 1945 Aralığında düzenlenen Moskova toplantısında ortaya çıkan bir kararla 1946 yılının Mayıs ayında ordularını İran’dan çıkararak ve Sovyet rüyasının İranlı Kürtler için sonuna gelindiğini göstermiş olur.

Doğu’nun ezilmiş halklarının yüzlerini döndürdükleri SSCB’nin en ezilen uluslardan biri olan Kürtlere yönelik takındığı umursamaz tavır ve ezilmişlere yaşanılan dünyada “cennet vaat ederken” bir yandan da cehennemin dibine boylatan pragmatist politikası hafızalarımızda diri duracak şekilde tarihteki acınası yerini aldı. Rusya ile Kürtler arasındaki şimdiki “sorunlu” ilişki, tarihin tekerrürü şeklinde tezahür ederken Kürtlerin tarihlerinden ders çıkarmadıklarını görüyor olmak, gelecek inşa etmenin yolunu bir güce yaslanarak sağlama yönündeki patolojik hallerinden kurtulmaları gerektiği uyarısını tekrarla veriyor olmak can acıtıcı bir durum. Çarlık döneminin ruh haline bürünen Rusya’nın Yakındoğu’daki politikasına ilişkin Kürtler üzerinden gerçekleştirdiği anapara hesabının Kürtlere daha fazla zarar vermemesi için, Kürtlerin bir odağa saplanarak oraya gereğinden fazla güven duyuyor olmak zilletinden kurtulması gerekiyor.