Felaketin ortasında yeni arayışlar: Hatay-Samandağ deprem notları

Ülkenin dört bir yanında kendiliğinden filizlenen bir arada yaşama iradesi uzun süredir toplumumuzu rehin alan heyuladan kurtulabilmemiz için bizlere bir dayanak noktası ve umut oluşturabilecek güçte.

Google Haberlere Abone ol

Serkan Turgut

6 Şubat sabaha karşı yaşanan büyük felakette on binlerce insanımızı kaybettik, on binlercesi de halen yıkıntıların altında. Her ne kadar deprem doğal felaketler içinde sınıflandırılsa da Maraş depremi sonrasında yaşanan yıkım ve ölümleri doğal felaketin sonuçları olarak görmek mümkün değil. Bu felakette önlenemez olan ölümler değil depremin kendisiydi. Bu nedenle bütün bir toplum olarak imal ettiğimiz yıkımın altında kaldık... İhmal ve hatalar zincirinin tepe noktasında oylarımızla bizleri yönetenler olsa da belirli oranlarda sorumluluğumuz ve suç ortaklığımız olduğunu kabul etmeliyiz. Benzer felaketleri yeniden yaşamamak için bu kez kendi sorumluluğumuzla da yüzleşmemiz gerekecek. Yıkıntılar arasından yeni ve gerçek bir toplum inşa edebilir miyiz sorusuna yanıt vermek güç olsa da bunun için çaba sarfetmekten başka seçeneğimiz olmadığını söylemek mümkün. Aşağıda kısa notlar halinde değineceğim başlıklar, felaketin dördüncü gününden itibaren Hatay’ın Samandağ ilçesinde BAYETAV (Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı) olarak dahil olduğumuz dayanışma sürecindeki gözlemlerime ilişkin.

GÜVEN DUYGUSU

Adana’dan Hatay’a doğru ilerlerken arkasında amatör bir yazıyla filanca mahalle depremzedelerin yanındadır diye yazılmış küçük bir kamyonet gördüm. Bir an kendimi destek bekleyen insanların yerine koyduğumda hiç tanımadığımız bir mahalleden dayanışma için gönderilen birkaç malzemenin yaratacağı mutluluğu ve yalnız olmadığımız bilgisinin gücünü düşündüm. Sonra da bunu bile insanlara çok gören, her aracın üzerine devlet kurumlarının afişlerini asmaya çalışan iradeyi düşündüm. Acaba hiç tanımadığımız insanların güç zamanda bizimle kurduğu dayanışmanın iyileştirici gücünü bilmiyorlar mı? Yoksa zaten bunu bildikleri için mi engel oluyorlar sorusu zihnimi teslim almaya başladı. Yaşanan bu felaket boyunca, ne yazık ki bir taraftan da buna benzer sorular dolandı zihinlerimizde. Deprem öncesindeki ihmalleri bir kenara koysak bile deprem sonrasında yaşananları uzun süre anlamlandırmamız zor olacak.

Yardımların en geç ulaştığı illerden biri olan Hatay’a ulaştığımızda bölge insanının kendi imkanlarıyla soğuğa ve gıda krizine karşı büyük bir mücadeleyi organize etmeye başladıklarını gördük[1]. Bizim gibi Türkiye’nin her köşesinden deprem bölgesine ulaşmış insanların da eklemlenmesiyle büyük bir dayanışma oluştu. Devlet gücünü kullananların yarattığı terk edilmişlik duygusu, sıradan insanların çabalarıyla bir nebze de olsa yerini geleceğe dair umuda bıraktı diyebiliriz. 

'SURİYELİ MÜLTECİLER DE ÖLDÜ'

İlk günlerden itibaren sosyal medyada dolaşıma giren Suriyeli mültecilerin yağma olaylarına karıştığı iddialarının deprem bölgesinde de yaygın olduğuna şahit olduk. Hava karardıktan sonra bölgede elektriğin de olmayışı nedeniyle insanların mahalle ve köylerde olası yağma olaylarına karşı kendi önlemlerini almaya çalıştıklarını öğrendik. Yağma olaylarının kimler tarafından organize edildiği ve de yaygınlığı hakkında net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da böyle bir süreçte birilerinin yağmaya kalkıştığı iddiası insanlar arasında büyük bir nefret yaratmış durumda. Bu nefret söyleminin yöneldiği grup ise çoğunlukla Suriyeli mülteciler oluyor. Bu süreçte mültecilerle ilgili en az konuşulan husus ise onların da depremzede olduğu gerçeği. Oysa depremden etkilenen şehirlerin birçoğu aynı zamanda nüfusa oranla en çok Suriyeli göçmenin yaşadığı yerler. Bu depremde binlerce Suriyeli göçmen de enkaz altında yaşamını yitirdi, yaralandı ve evsiz kaldı.

Deprem sürecinde konuşlandığımız okulun bahçesinde depremzedelere yardım için çalışan gönüllülerden biri de yaklaşık on yıl önce Türkiye’ye göç etmiş Suriyeli bir depremzedeydi. Onunla yaptığımız sohbette enkaz altında kaldığını ve saatler sonra enkazdan kendi çabasıyla çıkmayı başardığını öğreniyoruz. Göçük altında umudunu kaybetmişken bir süre sesini duyurmaya çalıştığından, sonuç alamayınca da vazgeçtiğinden bahsediyor. Yardım çığlığı atmaktan bitap düşmüş bir halde beklerken kendi yaşamı üzerine düşünmeye başladığını, hayatını iyi bir insan olmaya çalışarak geçirdiğini anımsamanın ise o zor süreçte kendisine güç verdiğini belirtiyor. Suriyeli mültecinin depremden kendi başına kurtulma mücadelesini ikinci bir doğuma benzetmesi ise oldukça anlamlıydı. Kendi deyişiyle “Tıpkı yeniden doğmaya çalışıyormuşum gibi önce başımla sonra bütün bir bedenimle enkazın dışına çıkmayı başardım” diyor.

'HABİB-İ NECCAR CAMİİ BİLE YIKILDI'

Hatay kültürel ve tarihsel özgünlüğü ile kente aidiyet duygusunun gelişkin olduğu yerlerin başında geliyor. Üç büyük dinin sembollerinin yan yana bulunduğu bu şehrin insanları farklı inançların, farklı mezheplerin bir arada yaşadığı kentleriyle derin bir duygusal bağa sahipler. Bu nedenle görüştüğümüz insanların büyük çoğunluğu için kaybedilen sadece aile fertleri ve tanıdıklardan ibaret değil, kaybedilen bireysel ve kolektif anılarla dolu kadim Hatay şehri. Depremzedelerden biri “Birçok yakınımı kaybettim. Bu kaybı zor da olsa aşabileceğimi düşünüyorum fakat Antakya artık yok. Onun yokluğunu aşabilir miyim bilmiyorum… Şehrin her bir köşesi bana yaşadığım bu büyük yıkımı ve kayıplarımızı durmadan, durmadan hatırlatacak. Bu travmayı ancak bu şehri aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edebilirsek aşabileceğimi düşünüyorum” dedi. Başka bir depremzede ise yıkımın büyüklüğünü anlatabilmek için “düşünebiliyor musunuz Habib-i Neccar da yıkılmış, daha ne olabilir ki” diyor ve tanıdığı kişilerden bahseder gibi yıkılan binaların ve yok olan sokakların isimlerini sıralıyor ardı sıra.

YENİ BİR SİYASET YENİ AKTÖRLER

Türkiye toplumu çoğunlukla, bir türlü harekete geçemeyen, sürekli yakınan, her şeyi devletten bekleyen pasif bir unsur olarak resmedilmeye devam edilse de özellikle son yıllarda bunun kırılmaya başladığını söylemek mümkün görünüyor. Henüz alışageldiğimiz kurumsal siyasetin bildik yöntemleriyle işlemese de yepyeni bir itirazın ve müdahalenin geliştiği açık. Deprem felaketi bir kez daha gösterdi ki devlet yetkililerinden ve siyasal partilerden umudunu kesmiş insanlar yeni mecralarda yeni arayışları hayata geçiriyorlar. Deprem bölgesinde gördüğümüz şey, insanların, sivil toplum örgütleriyle, WhatsApp gruplarıyla hatta arkadaş gruplarıyla ellerindeki bütün imkanları seferber ederek yaşanan felakete müdahale etmeye çalıştığıydı.

Alanda, ilk bakışta kaotik görünse bile hataları hızla çözmeye çalışan, inisiyatif alan gruplarla dolu inanılmaz bir dayanışma var. Ayrıca bu kişi ve gruplar birilerinin talimatıyla değil sorumluluk ve dayanışma bilinciyle orada olan insanlar. İstisnaları bir kenara bırakırsak dayanışmaya eşlik eden diğer bir duygu ise güven duygusu. Deprem sonrası yardımları koordine etmesi beklenen kurumlara güvenin yerlerde olduğu bir ortamda, bu insanların birbirlerine güvendiklerini, destek olduklarını ve daha da önemlisi birbirlerinin kolektif ve siyasi kimlikleriyle ilgilenmediklerini görüyoruz.

Son olarak altını çizmek istediğim husus ise deprem sonrası yaşananların uzun süredir siyaset tahayyülümüzü esir alan kutuplaşmış toplum saptamalarını ve kutuplaştırarak siyasal güç elde etme politikalarını anlamsızlaştırdığı gerçeği. Bu süreçte yaşananlar bizlere kutuplaşmış toplum saptamalarının varsayıldığı kadar güçlü olmadığını, siyasal farklılıkların sıradan insanların dayanışmasını engelleyemediğini gösterdi. Ülkenin dört bir yanında kendiliğinden filizlenen bir arada yaşama iradesi uzun süredir toplumumuzu rehin alan heyuladan kurtulabilmemiz için bizlere bir dayanak noktası ve umut oluşturabilecek güçte.

[1] Yerel topluluğun sadece yardım edilen değil aynı zamanda yardımları organize eden de olduğu bu deneyim başlı başına bir yazının konusu olacağı için bu sürecin ayrıntılarına değinilmemiştir.