Faşizmi durdurduk, şimdi gönderme zamanı

2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi belediyeleri AKP’ye kaybettiren nasıl bizsek, sandık oyunlarına, oy kaydırmalara, türlü hilelere ve hırsızlıklara rağmen Erdoğan’ı ilk turda seçtirmeyen de biziz.

Google Haberlere Abone ol

Keskin Bayındır*

14 Mayıs’ta Türkiye’nin kader seçimi diyebileceğimiz çok kritik bir seçim yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. Milletvekilliği seçimlerinde başta biz Yeşil Sol Parti olmak üzere tüm muhalefet partileri istediği sonucu elde edemedi. Bu sonucun bizim açımızdan bazı nedenleri var. Bu nedenler parti kurullarımızda 28 Mayıs’tan sonra tartışılacak ve birtakım kararlar alınacaktır. 28 Mayıs’tan önce yürütülecek tartışmalar enerjimizi almaktan ve motivasyonumuzu düşürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Seçimler bitmedi. Önümüzde tamamına erdirmek zorunda olduğumuz bir mesele var: “Tek adam rejiminin temsilcisi olan Erdoğan’ı göndermek.”

İMKANSIZLIKLAR İÇİNDE DURDURULAN FAŞİZM

Kapatılma tehdidi altında bir parti olarak seçimlere iki ay kala bileşen partilerimizden biri olan Yeşil Sol Parti çatısında girmek zorunda kalmamıza, 14 Mayıs seçimleri öncesi gazeteci ve avukatların, parti çalışanlarımızın, sanatçı, müzisyen ve tiyatrocuların tutuklanmasına, partimize verilen oyların iktidar partilerine kaydırılmasına, yoğun saldırı, baskı ve türlü sandık hırsızlıklarına rağmen Kürt halkı başta olmak üzere AKP-MHP-Hüda-Par ittifakından ve faşist iktidarlarından rahatsız olan herkes sandıklara koşarak demokratik iradesini ortaya koymuş, Erdoğan’ı istemediğini açıkça ortaya koymuştur.

Erdoğan, 2015 yılından bugüne Kürt halkına uyguladığı düşmanlık politikaları ve kutuplaştırıcı söylemleri ile ekonomik, siyasal ve toplumsal krizlerin baş aktörüdür. Erdoğan’ın bugüne kadar yaptıklarının yapacaklarının teminatı olduğunu bilen, toplumu savunmayı ve demokratik cumhuriyeti inşa etmeyi önüne görev olarak koymuş bizler, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığımız tutumla başarılı olduk. Söz verdiğimiz gibi faşizmi durdurduk, Erdoğan’ın ilk turda kazanmasının önüne geçtik.

Kayyum rejimi, Kobani davası, kapatma davası devam ediyor, nefret söylemleri pervasızca havada uçuşuyor iken ve 5 binden fazla üye ve yöneticimizin tutuklu olduğu koşullarda halkın sandığa gitmiş olması örgütlü ve politik toplumun yansımasıdır. Bunlar birer bahane değil, hakikatlerin görülmesine davettir. Devletin tüm imkan ve olanaklarını pervasızca kullanan, Kobani ve parti kapatma davaları ile üzerimize çullanan faşist iktidara karşı tek bir geri adım atmadık. Direndik, boyun eğmedik. Erdoğan’ı ilk turda seçtirmeyerek irademizi ortaya koyduk. 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi belediyeleri AKP’ye kaybettiren nasıl bizsek, sandık oyunlarına, oy kaydırmalara, türlü hilelere ve hırsızlıklara rağmen Erdoğan’ı ilk turda seçtirmeyen de biziz. Tüm baskı ve zorlamalara karşın demokratik iradesini ortaya koyan Kürt halkı ve demokrasi güçleri neyi istemediğini, neyin değişmesi gerektiğini böylece açık bir şekilde ortaya koydu ve Üçüncü Yol stratejisini adım adım ördü, örmeye devam ediyor.

2.TURA GİDERKEN: OLAN BİTENLERE DAİR İDEOLOJİK-POLİTİK BİR OKUMA GEREKLİLİĞİ!

Şimdi seçimlerin ikinci tura kalması bazı tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir. Örgütlü ve politik toplumun gücünü ve mücadelesini zayıflatmak üzere özellikle sosyal medya üzerinden bir saldırı ve manipülasyon yürütülmektedir. Görüldüğü kadarıyla HDP-Yeşil Sol şahsında yol alan siyasete dair durumlar, işçi ve emekçi sınıfının aldığı tutumlar, yoksulların oy tercihi, deprem ve gösterdikleri, orta sınıfı tercihleri, sol-sosyalist cephedeki ayrışma ve ittifaklar, aşırı sağ milliyetçi-muhafazakâr çevrenin kendini hissettirmesi gibi temalarda kıran kırana sözler yankılanıyor.

Tam da bu tartışmalar içinde daha dar bir alana odaklanarak bazı gerçeklere dikkat çekmek gerekiyor. Bu da kısaca 2015-2023 arası sarkaçta salınan Kürtlük ethosuna yaklaşım ve nihai olarak bu seçimlerde açığa çıktığı üzere ideolojik ve politik manada ‘düşman’ kategorisine alınan özgürlükçü-toplumsal Kürt siyasal hattına ilişkindir. Daha net ifade edecek olursak, Kürtlerin tutum ve talepleri merkeziyetçi yapıya darbe vurdukça, eylemleri hiyerarşik düzeni sarstıkça, tekdüzeliğin karşısında çoğulcu bir görünüm belirdikçe, kendini tanıma/tanımlama ısrarı yoğunluk kazandıkça ‘kültürel kırım’ siyasetine alınan Kürt gerçekliğidir.

Bu seçimler üzerinden yürütülen bazı ince saldırı ve propagandalar söz konusudur. İlk olarak Kürt sorunu ve 'Kürtlük' yeni bir aksa çekiliyor. Sebep sonuç ilişikleri belirsizleştirilerek, yeniden bir hafızasızlığa itiliyor. Hüda-Par ve benzeri yapıların Meclis’e sokulması aynı zamanda Kürt sorunu bağlamında inkardaki meşruluk arayışıdır, ayrıca yaratılmak istenen yeni Kürt algısına da önermedir. Sözüm ona Kürt halkının temsilcisi kılıfı biçiliyor. Kürt halkına her türlü düşmanlık siyasetini uygulayan, Kürdün en temel haklarını gasp eden, kafatasçı, ırkçı MHP ile ortak olan AKP ile ittifak yaparak hangi Kürdün temsilini yapacaktır?

Kürt sorununun bir etkisi ve tesir alanı yokmuş gibi davranılıyor, tartışmalar ana ekseninden kopartılıyor. Tam da bu belirsiz kılma çabalarına eş zamanlı hizmet eden iki şey oluyor: Birincisi 'örtme hamlesi', yani, iktidarın mevcut krizleri, durumları şiddetli bir beka söylemi üzerinden kapatma, örtme çabası; ikincisi ise bu tür yapılar üzerinden bizim ittifak politikalarımızı karalama, bizim içe daha fazla kapanmamızı ve etkisiz hale gelmemizi isteme çalışmalarıdır.

İkincil bir durum olarak, tam da bu çalışmalara bağlı olarak, iktidar aklı açısından, Türklük Sözleşmesi'nin güçlü şekilde tesisidir ki parlamento dağılımına bakıldığında en muhafazakâr-milliyetçi yapının oluşması ve bu ittifakın birleşim bağının siyasal İslamcılık olması boşuna olmasa gerek. Milli güvenlik kodlarının önem kazandığı ve sürekli şekilde vurgulandığı bir sürecin ağzındayız.

Üçüncüsü, Kürtleri ve onların demokrasi-barışa odaklı siyasetini denklem dışına alma gayretidir. Üçüncü yol, demokratik cumhuriyet gibi kavramlarına dahi ‘kayyım’ atılıyor, faşist yapılara mal edilmeye çalışılıyor.

Bu üç durumu topladığımızda açıktır ki mücadelemiz zayıf ve etkisiz gösterilmeye çalışılıyor. Eleştiriler başka, manipülasyon başkadır. Türkiye’deki demokratik tüm yapıları içine alan stratejik mücadele hattına saldırı var. Bu siyasetin büyümesine saldırı var. Bunların ayrımını yapabilecek, söylenenlerin/yapılanların niyetini algılayabilecek bir siyasal deneyime sahibiz.

Ülkeyi nefessiz bırakan, her şeyi talan eden ve yaşamlarımızı askıya alan bir sisteme değil de tüm gücüyle bizim stratejik ittifaklarımıza dair manipülasyon yapanların iyi niyeti yoktur. Demin de belirtildiği üzere bunlar içe çekmeyi, dar alanlarda siyaseti dayatanlardır ve hepsi aynı yere yani iktidarın emellerine hizmettir. Halkların geleceğine ve taleplerine kurulan bir çeşit tuzaktır. Açık ifade etmek gerekirse özgürlük arzusunu inat haline getirenlerin yürüyüşü engellenemez.

ERDOĞAN NEDEN GİTMELİ?

Biz en başından beri kişilerden çok sistemin tartışılması ve bu çerçevede rejimin değiştirilmesi gerektiğini, yani faşizm yerine demokrasinin zemininin oluşması gerektiğini söyledik. Üçüncü yol siyasetimiz böyle bir tutum içinde olmamızı gerektirmektedir. Üçüncü yol, iki blok arasında özgürlüklerin ve değişimin yolunu inşa etmek, toplumu faşizm cenderesinden çıkarıp demokrasiyle buluşturmayı hedefler. Bu yüzden önemli olan demokrasi cephesinin genişletilmesi ve toplumsal mücadelenin büyütülmesidir. Tüm özel savaş politikalarına, hamaset kokan milliyetçi söylemlere ve hakaretlere karşın Türkiye toplumu tarafını demokrasiden ve özgürlüklerden yana koymuş, Kürt sorunu başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesi gerektiği mesajını vermiş, bu sürecin öncülüğünü ise ilkelerinden taviz vermeyen Yeşil Sol Parti yapmıştır.

Gelinen aşamada Erdoğan’ın gönderilmesi gerektiğini söylüyoruz, çünkü;

Bugün Türkiye toplumu faşist bir baskı ortamında korku içinde yaşamaktadır. Yoksulluk korkunç boyutlardadır. Yurttaşlar işsizlik girdabında boğulmakta, kendi ürettikleri ile değil sadaka ekonomisiyle yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Türkiye’yi yönetemeyen ve toplumsal sorunların katmerlenerek büyümesine neden olan AKP-MHP iktidarının ve temsilcisi Erdoğan’ın bu yüzden kaybetmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu isteğimiz Türkiye halklarının yararınadır çünkü bu zihniyetin sonu büyük bir iflas ve çöküştür.

Bugüne kadar Erdoğan yaptıkları ve söyledikleri ile bir Kürt düşmanı olduğunu göstermiştir. Bu konu ile ilgili sayısız örnek vermek mümkündür. Erdoğan seçilirse toplum 5 yıl daha faşist cendere altında nefessiz kalmaya devam edecektir. Erdoğan’ın yeniden seçilmesi Kürt halkı başta olmak üzere ezilen halkların ve ötekilerin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında devre dışı bırakılması anlamına gelecektir. Sorunların çözümü daha da zorlaşacak, Türkiye toplumu faşizmin kara kışına mahkûm olacaktır. Türkiye toplumu tek adam rejimine mahkûm değildir. Tek bir adamın iki dudağı arasında kaderi belirlenen bir toplum olmayı hak etmiyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın tersine demokrasi ve insan hakları konusundaki açıklamaları ortadadır. Örneğin kayyım rejimine son vereceğini deklere etmiştir. Kürtlerin bir takım temel haklarına karşı olmadığını söylemiştir. Türkiye toplumu devletin bir başka rengiyle karşı karşıya kalacak olsa da direniş ve mücadele temelinde demokratik iradesini ortaya koymalı ve Erdoğan rejimine son vermelidir.

KÜRT SORUNU İLE YÜZLEŞMEYEN YÜZSÜZLEŞİR

Devlet katında pazarlıkların döndüğünü, tüm denklemlerin Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin iradesinin devre dışı bırakılması üzerine inşa edildiğini, çöktürme planlarının nihayete kavuşturulması için ittihatçı aklın hâkim kılınmak istendiğini biliyoruz.

Vatan, millet naraları atan ve kendilerini Türkçü, Milliyetçi olarak lanse edenlerin ilk gördükleri ranta kendi küçük ikballeri uğruna milyonları aldatarak, koşar adımlarla nasıl gittiğini somut olarak deneyimliyoruz. Her şey Gordion Düğümü olarak tarif edebileceğimiz Kürt Sorunu ve Kürtlere gelmektedir.

Tarihte denklemleri egemenlerin kurduğu ne kadar doğruysa bu oyunları ezilenlerin ve demokrasi isteyenlerin bozabildiği de çokça görülmüştür. Halkın gücü devletin içinde pazarlık yapan ittihatçı-milliyetçi-yeşil- beyaz faşizm zihniyetlerinden daha büyüktür.

Halkın özgürlük eğilimi her zaman faşizmden büyüktür. Bunu unutmayalım ve irademizi mutlaka sandığa yansıtalım. Tüm denklemleri alt üst ederek devletle bütünleşmiş bir Erdoğan’ı durdurduysak son sözü de biz söyler, bu işe son noktayı koyabiliriz. Her açıdan yeni bir sürecin eşiğindeyiz. Ya faşizm kazanacak ya demokrasinin egemen olması için siyasal bir zemin açığa çıkabilecektir. Bu yüzden Erdoğan’ın yeniden kazanmasının bize çok şey kaybettireceğini bilmenin zihinsel yoğunlaşmasıyla tüm enerjimizi bu tekçi iktidarın sembolü haline gelmiş Erdoğan’ı göndermeye harcamalıyız.

BUGÜN BOYKOT BİR SEÇENEK DEĞİL: 28 MAYIS'TA SON NOKTAYI KOYALIM

Bu yüzden ikinci tur için boykot bizim için asla bir seçenek değildir. Boykotun ne zaman, nasıl işlev gördüğünü halkımız çok iyi bilmektedir. İnsanların yaşamına fiyat biçen, ölümü her gün öven bu rejime hayır diyoruz. Yalandan başka hiçbir söz ağzından çıkmayanları kabul etmiyoruz, gerçekler bizim yaşama sebebimizdir. Bu yalan rejimine hayır diyoruz. Biz korkuya ‘hayır’ diyoruz. Biz korkuyu geride bıraktık. Söyleme korkusuna, yapma korkusuna, olma korkusuna hayır diyoruz. Bizi aşağılayan, bizi sömüren bu iktidarı, bu yönetimi reddediyoruz. Kadınların, gençlerin, bizlerin özgürlüğüne evet; çetelerin, katillerin özgürlüğüne hayır! Ülkeyi kışla gibi gören, her sofraya mermi vaat eden, hayatı gasp eden bu aklı bu iktidarı reddediyoruz.

Özetle; demokrasiye ‘evet’, demokrasi kılığına girmiş diktatörlüklere ‘hayır’ diyoruz.

Bizi bu süreçte içine çekebilecek anti devrimci pasif bir ruh haline karşı Newroz ve 8 Mart ruhu ile sandıklara gidelim, oyumuzu kullanalım ve oyumuza sahip çıkalım. Söz verdiğimiz gibi 14 Mayıs’ta faşizmi durdurduk. 28 Mayıs’ta son noktayı koyalım.

*Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı