Eywana Abbas’tan çîrokbêjler geçti mi?

Diyarbakır’ın eski kahvelerinden Eywana Abbas’ın tarihini sorarken Ramazan ile Miheme abê kafamı karıştırdı. Dünya ve Türkiye’yi konuşurken buldum kendimi! Sahi, Eywana Abbas’tan çîrokbêjler geçti mi?

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Hepimizin başına gelmiştir. Bir mekana gidersiniz ve bazen mekanın kendisi ya da mekandaki kişiler, kim bilir belki herhangi durum size şunu söyletir: Nereye düştüm ben?

Eywana Abbas’a (Abbas’ın Eyvanı) ilk gidişimde aynı soruyu sormuştum kendime. İkinci gidişimde, kendime aynı soruyu soracağım hiç aklıma gelmemişti doğrusu.

Sur ilçesindeki yasakların henüz tam anlamıyla bitmediği Mart 2016’da, Dağkapı’dan Mardin Kapı’ya kadar yürümüş, Eywana Abbas’ta yorgunluk atmak ve kahvenin eyvanında (siz balkon da diyebilirsiniz) oturan insanlarla sohbet etmeyi umarak uğramıştım. Çatışmalar bitmiş olsa da ortam çok gerindi ve kahvede hep yaşlı insanlar vardı. Bir kısmı dama oynuyordu ancak sanki kim kazanırsa fark etmeyecekti, öyle heyecansız oynuyorlardı. Bir kısmı ise sanki susarak dertleşiyorlardı.

Selam verip üç adama yakın bir masaya oturdum. Garsona uzun beyaz saçlı adam seslendi benimle ilgilenmesi için.
Çay bardağını masaya bırakan garson gençten bir adamdı. Ortalıkta yaşlı kimse bulunmadığı için ona sordum:
“Buraya eskiden masal anlatıcıları gelirmiş. Bu tarihi hatırlayan birini tanıyor musun?”

 

EVSİZ VE ÇARESİZ ADAMLAR

Yaşlı adamlardan biri, caddenin karşı tarafındaki binaları, polisin beton blokla kapattığı bir sokağı göstermiş, “Şuradan girip elli adım sonra sola dönersen benim evim karşına çıkacak” demişti. Ev duruyor muydu peki? Bilmiyordu adam. Çatışmalar biteli epey zaman olmuştu ancak kimse beton bloklarla kapatılmış dar sokaklardan geçemiyor, mahallesine, evine gidemiyordu. Öte yandan hafriyat kamyonları harıl harıl çalışıyor ve insanlar, kamyon kasalarına kepçelerle doldurulmuş molozların içinden ev eşyalarını tanımaya çalışıyorlardı.

Kahvede oturan adamların hepsi yasaklı mahallede oturuyorlardı çatışmalar başlayıncaya kadar. Çatışmalardan sonra hepsi evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Gazi Caddesi’ndeki yasak kalkınca her gün sabahtan buraya geliyor, Eywana Abbas’ta oturarak yasaklı mahallelerine bakıyor, sohbet ediyor, dama oynuyorlardı. Karşıdaki evlerde onlarca kurşun yarası vardı.

Bir eve, bir mahalleye ve komşulara sahip olmanın nasıl bir duygu olduğunu bu insanlarla yaptığım sohbet sırasında hissetmiştim. Evini, mahallesini, komşularını kaybetmenin bir insanı nasıl sarstığını da ilk kez burada, Eywana Abbas’ta görmüştüm.

O tarihte kahveyi işleten adam, eyvanda oturan yaşlı adamları işaret ederek, “Çoğunun cebinde yol parası bile yok ama her gün buraya geliyorlar” diye fısıldamıştı kulağıma. Sesinde bir alaycılık, küçümseme yoktu kahvecinin. Tam tersine, onların duygusunu da mevcudiyetlerini de sahiplendiğini hissettiriyordu.

2016'da Eywana Abbas...

‘BUYUR YOLDAŞIM’

Eywana Abbas’ta bir vakitler ünlü çîrokbêjler (masal anlatıcıları) Diyarbakırlıları etrafına toplar, özellikle uzun kış gecelerini şewbuherk’e (gece sohbetleri) çevirirlermiş. Bu bilgiyi kimden aldım, nerede okudum hatırlamıyorum. Ama bu kültürel ve sosyal etkinliğin içeriğini hep merak ettim. Kaç yıldır önünden geçip gitsem de uğramadığım Eywana Abbas’a, bu kez bu nedenle gittim. Artık unutulmuş olsa da Diyarbakır’a ait bir ritüel hakkında bilgiyi, buradaki yaşlı insanlardan alabilirdim.

Eywanda üç adam dip dibe oturuyordu. Biraz ötede bir adam küçük oğluyla dama oynuyordu. Selam verip üç adama yakın bir masaya oturdum. Garsona uzun beyaz saçlı adam seslendi benimle ilgilenmesi için. Çay bardağını masaya bırakan garson gençten bir adamdı. Ortalıkta yaşlı kimse bulunmadığı için ona sordum: “Buraya eskiden masal anlatıcıları gelirmiş. Bu tarihi hatırlayan birini tanıyor musun?”

Garson konuşmadan üç adamın oturduğu masayı işaret etti. Üç adam bizden tarafa bakıyordu zaten. Ortada oturan uzun beyaz saçlı olan, “Buyur yoldaşım” diyerek masaya davet etti beni.

Adamın “Yoldaşım” demesi, belki beklenmedik olduğu için, sevimli bir hitap olarak mıh gibi çakıldı aklıma.

EYWANA ABBAS’TA HOROZ DÖVÜŞÜ

Uzun beyaz saçlı adamın adı Ramazan’dı. Sağ tarafında oturanın adı Miheme’ydi (Mehmet). Solunda oturan şişmanca ve esmer olan ile Mardin’den ortak tanıdıklarımız çıkacaktı. Mele Eledîn için “Kirvemdir” dedim. Bu, masadaki güven ortamını artırdı.

Masadakilere, Eywana Abbas’ın hikayesini merak ettiğimi anlattım. Ramazan, uzun bir konuşmaya hazırlanan insanların yaptığı hareketlerden birini yaptı. Önce şöyle bir yaslanır gibi geriye, sonra öne doğru eğilerek “Yoldaşım” diyerek anlatmaya başladı. Dediğine göre Eywana Abbas kahvesi 1948’de ahşap bir yapı olarak inşa edilerek faaliyete geçmiş. Kendisinin çocukluğu hep buralarda geçmiş. Okuldan çıktıktan sonra Arap lakabıyla bilinen akrabasının fırınında çalışmış. Arada, yine Arap lakabıyla bilinen dayısının güvercinlerine bakmak için kahvenin üst katındaki “pîn”e (kümes) gelirmiş. Aslında kahve, ilk yapıldığında, içinde havuzu da olan büyük bir yapıymış. Sonradan kaldırım yapılınca küçülmüş.

Ramazan çok güzel Kürtçe konuşuyor ve Türkçeye de hakim. Dolayısıyla iki dilde anlatıyor Eywana Abbas’ı. Bıraksam daha neler anlatacak. Ama araya girip, “Burada masal anlatılır mıydı?” diye sordum. Biraz düşündü sanki ve “Burada masal anlatıldığını hatırlamıyorum ama 1980 faşist darbesine kadar burada horoz dövüşü yapılırdı” dedi.

DİYARBAKIR’I TEK’LEŞTİRDİLER

Eywana Abbas’ta horozların dövüştürüldüğü bilgisi ilginç oldu ancak çok üstünde durmadım ve merakımı kurcalayan başka bir konuya geçtim. Ramazan’ın sözünü ettiği bütün akrabalarının lakabı 'Arap’tı. Neden acaba? “Çünkü baba tarafım, kim bilir hangi tarihte Diyarbakır’a yerleşmiş Arap halkındandır” dedi Ramazan.

Teninin rengi beyazdı ve aile büyüklerine Arap denilse de Kürt olarak büyümüştü Ramazan. Çocukluğundan bu yana evde hep Kürtçe konuşulmuş. Kürt halkının hakları için mücadele etmiş, bu uğurda 18 yıl hapis bile yatmış.

Ancak Ramazan bu kimlik meselesi üzerinde çok durmuyor. Mardinkapı’dan Balıkçılarbaşı’na kadar cadde üzerindeki esnafı, bunların etnik ve inanç kimliklerini anlattıktan sonra, “Diyarbakır’dan herkesi kovdular, kalan herkesi Sünni Müslüman yaptılar. Ne Yahudi, ne Ermeni, ne Süryani bıraktılar” dedi.

AKLIM KARIŞTI

Konu nasıl Rusya-Ukrayna hatta dünya savaşına geldi, inanın hatırlamıyorum. Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında inisiyatifsiz kalacağını iddia eden Ramazan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) yürürlükte olduğunu belirterek, aklımın almakta zorluk çektiği senaryolar anlattı. Kısaca, “Bu savaşla birlikte küçük devletler kurulacak. Biz Kürtler ne yapacağız, buna bakmalıyız. Mesela Rusya Suriye’nin müttefiki, Rojava’da Kürtlerin durumu ne olacak, buna göre bir strateji ve taktik geliştirilmeli” dedi.

Muhabbetin eninde sonunda Kürt meselesine geleceğini tahmin etmiştim. 2023’te Lozan Antlaşması’nın 100 yılı tamamlanmış olacaktı. Buna göre konumlanmak gerekiyordu Ramazan’a göre. Türkiye, Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılını öngörerek başkanlık sistemine girmişti ve 2023’te federatif bir yapıya girecekti. Ramazan konuştukça, tarihler arasında gidip geldikçe aklımın karıştığını kabul ediyorum.

‘BİRBİRİMİZİ ÇOK GETİRİP GÖTÜRDÜK’

Konuyu değiştirmek için son zamlar hakkında konuşmayı denedim. Miheme bana yakın oturuyordu. Elektrik faturasını sordum, 500 lira gelmiş. Çoktu elbette ama o, pek oralı değildi sanki. “Elektrik sobası mı kullanıyorsun” diye sordum. “Yok” dedi, “odun sobası yakıyorum.”

Bu zamlar hükümeti zor durumda bıraktı. Hükümet bunu gördüğü halde neden böyle yüklü bir zam yapmayı göze almış olabilir? Ramazan, “Bu hükümeti bu zamlar götürecek. Türkiye’deki halklar, kıyamet kopsa bir şey yapmaz ama ekmeğini kesersen ayaklanır” dedi.

Miheme ile devam etmek istediğim için aynı soruyu sordum. “Bizi sokağa çıkarmaya çalışıyorlar” dedi. Sokağa çıksak ne olacak? Miheme, kendinden çok emin bir şekilde, “Sokağa çıksak, ‘darbe yapıyorlar’ diye saldıracak, herkesi yine susturacak. Ama ne yaparsa yapsın sokağa çıkmayacağız. Korktuğumuz için değil, zamanında bu caddede birbirimizi çok getirip götürdük. Yine yaparız ama şimdi değil” diye ifade etti düşüncelerini.

EYWANA ABBAS’TAN ÇÎROKBÊJLER GEÇTİ Mİ?

“Birbirimizi çok getirip götürdük”, Diyarbakır Türkçesinde, çok mücadele ettik anlamına geliyor. Bu söz, son 40 yılı özetler nitelikteydi. Bundan sonra ne olacak? Bir 40 yıl daha savaşılacak mıydı? Soru önemliydi ancak Türklerin Anadolu’ya gelişinden bugüne gelecek yeni bir konuşmaya dahil olmak için pek mecalim kalmamıştı doğrusu.

Ramazan’ın sağ tarafında oturan esmer, şişman adam müsaade isteyip kalktı masadan. Neredeyse onu unutmuştuk, çünkü hiç konuşmamış, tartışmaya dahil olmamıştı. Özür diledim ondan. “Yok” dedi, “Ramazan her şeyi anlattı zaten.”

Eyvanda bizden başka kimse yoktu. İçeride iki masada okey oynuyordu insanlar. Kahveye önceki gelişimde çok sayıda yaşlı adamın eyvanda oturduğunu söyledim. Ramazan, birçoğunun korona virüsüne yakalandığını ve vefat ettiğini söyledi. Diğerleri ise hem iyice yaşlandıkları için hem de virüs korkusundan dışarı çıkamıyorlardı.

Bu bilgi iyice mecalsiz bıraktı beni. Kahveden içeri girdim, Ramazan’a ve Miheme’ye belli etmeden içtiğimiz çayların parasını ödemek üzere. Kahveci ya konuşmayı sevmiyordu ya da konuşması bozuktu, oturduğumuz masayı işaret ederek, neredeyse belirsiz kelimelerle parayı alamayacağını söyledi.

Eywana Abbas’tan ayrılırken aklımda hâlâ aynı soru vardı: Bir vakitler şehrin gözde mekanlarından biri olan Eywana Abbas’ta çîrokbêjler insanları etrafına topluyor muydu?