Ender İmrek: 'Zamanı Gelince’yi yaratan, sınıfın ve emekçilerin yaşamıdır

Ender İmrek'le 'Zamanı Gelince' romanını konuştuk. İmrek, "Mücadelenin içindeyseniz kaynaklar besliyor insanı. Ezilenlerin dünyasındayız ve bu bizim hikâyemizdir" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Dila Taşçı

DUVAR - Ender İmrek'in 'Zamanı Gelince' adlı romanı Kor Kitap tarafından yayımlandı. Kitapta yakın tarihin devrimci hareketine içeriden bir bakış sunan İmrek, hem dönemin koşullarını hem de sosyalist birikimin doğasını görünür kılmayı amaçlıyor. 

İmrek ile romanı ona yazdıran bellek ve Türkiye’nin 'karanlık çağı' üzerine konuştuk. İmrek, kendi yaşadıkları üzerinden dönemin koşullarını da paylaştı.

Öncelikle, 70'li yılları romanınıza zaman olarak seçmenizin sebebini merak ediyorum. Sizi bunları yazmaya götüren yolculuğunuzdan söz eder misiniz?

Birçok nedeni olmalı… Ama öncelikle benim ve kuşağımın doğrudan yaşadığı, tanıklık ettiği büyük bir toplumsal devinimin, onun olanaklarının ve eksiklerinin anlaşılmasına katkı çabası diyebilirim bu roman için. Hep birlikte anlama, sonuçlar çıkarma, toplumsal muhasebeye dair bir deneme 'Zamanı Gelince'. Darbe dönemi gibi iki sınıf için tarihsel bir sürecin birçok sanat eserine konu olması gerekir. Toplumcu gerçekçi edebiyatı önemseyen biri olarak o dönemi bir romanla değerlendirmiş oldum. Okurun çıkaracağı sonuçları da merakla bekliyorum.

Biraz daha açmak isterim; o yıllar, çürüyenin bağrında doğmakta olan yeniye tanıklık etmenin, her yerde, hep beraber türkü söyler gibi yeninin filizleneceği toprağı karıp sulamanın nasıl bir şey olduğunun toplumsal hafızaya düşmesini istedim. Her koşulda, her durumda direnmenin, yeni bir yol açmanın da insana dair olduğunun hatırlanması önemli benim için. Bugün buna her zamanki gibi ihtiyacımız var. Toplumcu gerçekçi edebiyatın karakterinde var, dönemin bir fotoğrafını çekiyorsunuz bir yanıyla. En koyu karanlıkta yol gösteren bilince, umuda tutunduran ışık huzmesi peşinde koşmak diyebilirim bu çalışmaya. Onun kırıntılarını topluyorum. Bir parçası olduğum tarihsel yolculukta, çıkınımdaki ufak tefeğin sergisi de diyebilirsiniz. Karanlık dehlizlere karşı cesaretli olunmazsa çıkılmıyor aydınlıklara ve aslında bugünkü birikimimizi o dönemin, öncesinin ve sonrasının birbirine bağlanmış direnişlerine borçluyuz. Direncin, direnişin bir bedeli var ama onun yarına bıraktığı değerle kıyaslandığında acıların çekilmesi boşuna değil. Her dönem gerekli olan direnç. Direnç de nereden beslendiğinize bağlı; hangi pınardan su içtiğinize, nereden nefes aldığınıza…

Tabii 40 yıl önceki yaşanmışlıkları konu alan bir romanın aynı zamanda bugünün Türkiye’si ile bazı yanlarıyla büyük benzerlik taşıyor olması çok acı veriyor insana. Bu acı duygusu bana dair, bize ilişkin. Hem eski yaralarım kanıyor ve hem bugün hala neden böyleyiz sorusu beynimin duvarlarında yankılanıyorken, bedel ödeyen dostlar, yoldaşlar da pek erken ayrılırken aramızdan, yazmak neredeyse görev oldu benim için.

''ZAMANI GELİNCE', TOPLUMSAL YAŞANMIŞLIKLARIN ANLATIMI'

Bir darbeyi ve akabinde yaşanan hak ihlallerini yazarken zorlandınız mı? Romanın yazım sürecinde yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

Acılarımızı sadece bilinsin diye yazmayız. Eğer yeni acılar yaşanmasın diye bir kaygımız yoksa unutmaya çabalarız. İnsanın acılarını yazması, yarasını kanatmasıdır. Zor bir şey bu. Kendimden parçalar olsa da toplumsal yaşanmışlıkların anlatımıdır 'Zamanı Gelince'.

Toplumsal acılarımız hep kanıyor ve kanamaya kayıtsız kalınmıyor olsa da insan yaşadıklarından uzaklaşarak yazmaya çabalıyor. Yazarken yeniden yaşayıp zorlanıyor olsan da... Ancak sadece kendi acınız değil, sınıfın, emekçilerin toplumun acısı ve yaşadıkları söz konusu olan. Yoksa acılar insana yük olur, üstünüze çöküp hareketsiz kılar sizi. Acıyı yazdıran, direnci paylaşma duygusudur. İnsan acıyı paylaşmakta zorlanıyor tabii ki. Yazarken içiniz burkuluyor, genziniz yanıyor, bir an gözleriniz buğulanıyor yaşanmış olanı düşünürken. Ama geleceğe direnişi bırakmaya bakmalı…

Tüm bunları yazarken nasıl bir arka plana sahiptiniz, bunlar kendi gazeteci hafızanızda mı yer alıyordu yoksa canlı tanıklar ya da yazılı birtakım kaynaklar mı esas alındı?

Arka plan, ülkenin tarihi, tarihimiz. 'Zamanı Gelince’yi yaratan, sınıfın ve emekçilerin yaşamıdır. Egemenlerin sömürü ve baskı düzenini ayakta tutmak için geliştirdikleri dönemsel iktidarların hikâyesidir aynı zamanda. Toplumcu kaynaktan beslenenlerin hep ağrıyan iki yarası vardır; biri acı, diğeri direnç. 'Zamanı Gelince’nin omurgasını, bilincim ve belleğimde duranlar belirledi diyebilirim. Beni romanı yazmaya sürükleyen daha çok hafızam ve tanıklıklarım oldu. Hep beynimin bir yanında yeşerip büyüdü yazdıklarım. Ancak tanıklar da var. Muhatabı, tanıkları, sanıklarıyız geride kalan ve bugün süren bu yaşamın… Uzun yılar boyunca içinde taşıyorsun yazdıklarını, sonra paylaşarak yaşamaya devam ediyorsun. Mücadelenin içindeyseniz kaynaklar besliyor insanı. Ezilenlerin dünyasındayız ve bu bizim hikâyemizdir.

Bilmeyenler için şunu da eklemeliyim, 'Ben de Sana Onu Söyleyecektim'den sonraki süreçtir bu romanın yaşandığı dönem. 'Ben de Sana Onu Söyleyecektim', işçi ve emekçilerin lokomotifinde olduğu, toplumsal harekette bayrakların dalgalandığı süreci anlatır. 'Zamanı Gelince' ise bu umutlu yürüyüşün sert durduruluşunun yarattığı içsel kanamayı anlatıyor. Bayrakların yanı başımızda yere düştüğü koşullarda yeniden toparlanıp mücadele bayrağını ele almanın iç sancıları, toplumsal acıları, direncidir. 'Zamanı Gelince', politik işçi hareketinde yer alanlara dair tanıklıklarımdır; bana aktarılanlar, dinlediklerim, işçilerin yaşamları ve deneyimleri ile harmanladığım edebi bir kurmaca denemesidir.

Devletten kaçan Sami'nin şehir değiştirdikten sonra izini biraz olsun kaybettirdiğini gördük ancak daha sonra büyük bir eksikliğe düşüp fabrikada iş başvurusu yaptı. Sami'nin yakalanmasına sebep olan bu eksikliğe günümüz solcuları da sık sık düşüyor. Durumu bu şekilde ele almanızı bir eleştiri olarak okumak mümkün mü?

Şimdiki koşullar farklı ancak Sami’nin hikâyesi her zaman, her coğrafyada izlerini görebileceğimiz bir olgu diyebiliriz. Nesnellikten uzaklaşarak hoşa giden şeyin iyimser beklentiye dönüşmesi halini çok yaşıyoruz. Sami sonra iç çekip duruyor, hayıflanıyor, kahrediyor yaptığından dolayı. Randevu yerine giderken kılı kırk yarıyor ama karşı karşıya olduğu gücü yeterli ağırlığınca tartamayıp diğer tarafta başka bir çıkmaza sürükleniyor. Egemenler ile işçi ve emekçiler arasındaki iktidar kapışmasının boyutu yeterince idrak edilemedi galiba duygusuna kapılıyor.

Zamanı Gelince, Ender İmrek, 372 syf., Kor Kitap, 2022

İki farklı sınıf olmadıkları aynı ideolojik kaynaktan beslendikleri halde Erdoğan iktidarı ve siyasal İslamcı Fethullah Gülen hareketinin kavgasını ve sonuçlarını gördük. Oysa romanın kahramanları bir sınıfın iktidarı çabasındadırlar. Neyse, Sami yakalanıyor, yanlışını görmekle kalmıyor, örgütün büyük bir darbe yediğini de anlıyor, bir an bir şaşkınlık içinde kalsa da tereddütsüz direnmeyi seçiyor. Tabii Sadece Sami değil, aylarca süren işkenceli sorgu aşamasının ardından herkes hatalarını sorguluyor, kendi öngörüsüzlüğünü, yaptıklarını ve yapamadıklarını orta yere seriyor. Çözülme de var, direniş de… Ama samimi bir iç hesaplaşma çabası var. 12 Eylül askeri darbesi sürecinde kendi paylarına düşen yanılgıların, yanlışların en azından bir bölümüne ayna tutulan bir demdir o hararetli koğuş tartışmaları, yoğun sohbetler.

'ZALİMLER VE MAZLUMLAR HEP VAR, ZALİMLERİN GİYSİSİ DEĞİŞİYOR'

Şimdilerde eski gücünü yitirmiş, önder kadroları tutuklanmış, örgütlülüğü zarar görmüş bir soldan bahsetmek mümkün. Kitabınızın adında bugünün sol sosyalist demokrat kanadına bir gönderme mi var? Evet, bugünler böyle geçiyor ama 'Zamanı Gelince' yine eskisi gibi faşizmin karşısına dikileceğiz mesajını almak uzak bir bağlantı mı olur?

Yetmişli yıllarda devasa bir işçi-emekçi-halk hareketi vardı. İşçiler, gençler, kadınlar, aydınlar… Her dilden ve kültürden halklar yeni bir düzen arayışındaydı. Devrimci söylem sadece duvarlardaki yazılarda yer almadı, yüreklerde yer etti ve milyonlarca insanda ete kemiğe bürünerek harekete geçti. İnsan yaparken, denerken öğrenir ancak bu hareket; potansiyeline uygun sonuca ulaşamadı. Bunda dönemin kapitalist gelişme özellikleri, kentleşme, işçi sınıfının nicel ve nitel örgütlenme düzeyi, emperyalist zincirin Türkiye egemenlerine biçtikleri rol ve onların hareket kabiliyetinin rolünü akılda tutmadan darbe süreci anlaşılamaz kuşkusuz. Ama dönemin devrimcilerinin önemli eksikliklerinin olduğu da bir gerçek. İnsan iradesi her şey değildir ama bütün öteki koşulların elverişli olduğu durumlarda irade belirleyici olabilir. Başkaldırmadan yenilmeyi hazmetmek çok zor. Çarpışarak yenilmek geleceğe başka bir destan bırakır.

Darbecilerin ağzından dökülen “biz darbe yapmasaydık, onlar iktidara gelecekti” sözlerinden de bir sonuç çıkarmak olası. Dönemin sosyalist-devrimci hareketinin olanakları ve yetersizliklerinin tartışması elbette bir romanın konusu olamaz. Ancak romandaki olaylar örgüsünde, roman kişilerinin karakter analizi kapsamında, bu türden tartışmalar için ipuçları olabilir. Darbenin bir amacı vardı ve ona ulaştı. Devrimci güçler büyük darbe aldı. Sol ve sosyalist güçleri çökertmeyi planladılar ve bunu büyük oranda başardılar. Örgütlere darbe vurulunca toplumdaki etkileri hızlı oluyor. Ezilenler cephesinde ciddi bir kırılma yaşandı. Darbenin etkisi uzun sürdü. Seksenlerin ortasındaki işçi hareketi toplumu silkelese de sosyalistler o dönemi hakkıyla değerlendiremedi. Eski tarz ve alışkanlıklardan kurtulmak kolay olmuyor ve yeniden toparlanmak da o denli kolay olmadı tabii ki.

Hala süren etkileri var darbenin. Zamanı ve coğrafyası değişse de muktedirler birbirinden besleniyor, birbirlerinden doğuyor, birbirlerine benziyorlar. Zalimler ve mazlumlar hep var. Zalimlerin giysisi değişiyor. Bir yerde, bir zamanda üniformalı; bir başka zamanda, kravatlı, bir başka coğrafyada bazen sarıklı-takkeli, cübbeli olabilirler. Ama tüm zulüm mekanizmalarının öğüttüğü insan canı, insan emeği, insan onuru. Ve büyük insanlığın yürüyüşü, sömürü ve zulmün her türlüsü tarihin çöplüğünde yok olsun diyedir. Elbette zamanı gelince…

Romanınızda konu edindiğiniz darbe dönemlerini sizin kuşağınız da birebir yaşadı. O dönem aklınıza geldiğinde unutamadığınız bir yaşanmışlık var mı?

İnsan neyi hatırlamak isterse anıları oradan depreşir. Benimki o devasa hareketin kolay yenilgisinin acısı. Bunu romana sinmiş olarak görmek olası. Romanda 12 Eylül darbesi zemin olsa da en korkunç koşullarda direnenlerin, en iktidar olunduğu sanılan zamanlarda bastırılamayan direnişin, ezilemeyen umududur görünen. Nerede olursa olsun diş ile, tırnak ile, umut ile, sevda ile, düş ile direnenler olduğunu, direnmenin olanaklı olduğunu hatırlamak önemli bence. Umarım okur da bunu bulur.

Bugünkü iktidar insana eskiyi fazlasıyla anımsatan bir zorbalığın ürünü. O vakit daha çok kahrediyor insan. İçimdeki yaradır o dönemin bir demokratik halk iktidarına, sosyalizme doğru ilerletilemeyişi. Ancak bugün yine o sınıfa ve emekçilere ve insanlığa dair o ulvi çaba içindeyiz, daha kapsamlı daha karmaşık ama bunca deneyimin bizi o ışığa ulaştıracağını düşünüyorum.

 

''ZAMANI GELİNCE’Yİ GEZİ DİRENİŞİ’NE ADIYORUM'

Kitabı elimize aldığımızda bizi ilk karşılayan yoğun duygular uyandıran ithafınız oluyor. Bu noktada Gezi eylemlerinin sizin için ifade ettiklerini okurla paylaşmak ister misiniz?

Gezi Direnişi, bitmeyen kavganın dalgalanan umut bayraklarının yüreklerdeki iz düşümü. Evet, umudun ve direnişin en karanlık zamanda bile bitmediği hikâyeyi konu eden 'Zamanı Gelince’yi Gezi Direnişi’ne adıyorum. Direnişte hayatını kaybedenlere, yaralananlara, yargılananlara, tutsak edilenlere ithaf ettim.

Yeni dönemin yeni direnişiydi Gezi. Ben de içinde yer almış olmaktan mutluyum. Yargılandığımız, birlikte beraat ettiğimiz arkadaşlarım şimdi hapiste. İktidarın yönlendirmesiyle başka bir hesapla yeniden açıldı dava ve arkadaşlarımızdan öç alıyorlar. Bir zulmün çarkının devridaimi sürecidir Gezi yargılamaları ve tutsaklıkları. Gazeteciler, yazarlar, muhalifler hapishanelere dolduruldu. Yüreğim hapishanelerdeki arkadaşlarımla atıyor. Tabii bugün birçok yerde ateşler yakıldı, direnişler var. İşçi ve emekçilerin, gençlerin, kadınların mücadelesi büyüyor. İran’daki direnişi de anmak gerek. 22 yaşındaki Mahsa Jîna Amini’nin direnişi dünyada yankılanıyor. Oradaki zalimlerin de uykusunu kaçırıyor özgürlük arayıcıları. Halklar yeni bir yaşam için direniyor, 'Zamanı Gelince’deki direnişin başka boyutları yaşanıyor dört bir yanda.

Son olarak okurlarınıza kitap önerileriniz var mı? Muhakkak okuyun dediğiniz bir kitap tavsiyeniz varsa almak isteriz.

Bol bol okumalı. O kadar çok var ki tavsiye edebileceğim kitap. Birini söylesem diğerine haksızlık etmekten korkarım. Okumak mavi berrak bir nehir gibi akmaksa okumalı hep… Edebiyatla, sanatla donanmalı…