Elektrik karşıtlığı: 'Zaptedilemeyen Şeytan'

On dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren teknolojik gelişmelere karşı toplumlardaki çekingen yaklaşımlara sıkça rastlanır. Dönemin ABD başkanı, korkusundan Beyaz Saray'daki ışıkları kendi açmaz!

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Pandemi döneminde 'aşı karşıtlığı' sık sık gündeme geliyor. Çoğunlukla çeşitli komplo teorilerinin bir arada buluştuğu aşı karşıtı kampanyaları eleştiren bir sosyal medya paylaşımı ise hem Türkiye'de hem dünyada büyük ilgi gördü. 1900'lerin başında var olan 'elektrik karşıtlığı' bu paylaşımla yeniden gündeme geldi. Bugün artık tarih olan 'elektrik karşıtlığı' bizi de ilgilendiriyor. Çünkü bir ucu da Osmanlı'ya dokunuyor...

'ZAPTEDİLEMEYEN ŞEYTAN'

Sözü paylaşıma konu görsel ile açmak gerekirse 1800'lerin sonlarında yayınlanan bir illüstrasyon, şehri adeta bir örümcek gibi saran elektrik tellerine ve akımın yarattığı ölümlere dikkat çekiyor. Çizim, ilk olarak ABD merkezli hiciv dergisi Judge'ın 1889 yılında yayınlanan kapağında karşımıza çıkıyor.

Ancak 'Zaptedilemeyen Şeytan' isimli 'anti-elektrik' propaganda görselinin sahibi bilinmiyor. Dolayısıyla elektrik karşıtı motivasyonlarla mı yoksa tekil olaylara dair mi çizildiğini tam olarak söylemek güç. Nitekim çizimde tellerin üzerinde resmedilen kişinin büyük ihtimalle 1889 yılında Manhattan'da elektrik hattına temas sonucu ölen hat işçisi John Feeks olduğu düşünülüyor. Feeks'in kısa devre yapan tellere değmesiyle birlikte yüksek gerilimli elektriğe maruz kalması ve anında ölerek kalabalığın ortasına düşmesi yoldan geçenleri dehşete düşürür.

BEYAZ SARAY'DA AMPÜL ÇEKİNCESİ

İllüstrasyonu çizenin gayesi ne olursa olsun, 19. yüzyıl sonlarından itibaren teknolojik gelişmelere karşı toplumlardaki çekingen yaklaşım oldukça yaygın bir reflekstir. Bunun en önemli nedeni insanların başta yaygınlaşan elektrik ve ona bağlı teknolojilere 'anlam verememesidir'. Elektrik pek çokları için büyük bir gizemden ibarettir. Kimileri bu gizeme örnek verirken Frankenstein hikayesini dile getirir. İngiliz yazar Mary Shelley'in eserinden yola çıkarak yapılan uyarlamalarda 'yaratığa' can verenin elektrik akımı olması dikkat çekicidir. Ne de olsa 'diriltmek' veya 'can vermek' insanlığın imge dünyasında oldukça 'gizemli' bir yerde durur.   

Hatta toplumsal çekinceye daha 'üst perdeden' bir örnek verebiliriz. ABD'nin başkenti Washington'daki Beyaz Saray'a ilk kez elektrik çekildiği zaman dönemin Başkanı Benjamin Harrison, bu özelliği kullanma fırsatı bulur. Ancak 1889-1893 yılları arasında başkanlık koltuğuna oturan Harrison ve eşi Caroline Harrison, aydınlatmayı açmak için anahtarı kullanmayı reddeder. Nedeni ise elektrik korkusudur. Harrison dönemi boyunca Beyaz Saray'da ışıkları açıp kapatmaktan sorumlu personel görevlendirilir. (1)

ELEKTRİK VE II. ABDÜLHAMİT'İN SUİKAST KORKUSU

Osmanlı Devleti'ne gelecek olursak elektriğin aşamalı olarak günlük hayata girdiğini görüyoruz. Elektrik ülkede ilk olarak, donanmanın dikkatini çeker. Uygun bir aydınlatmanın gemilerin gücünü artıracağı düşünülür. Osmanlı Devleti’nde sinema elektrik kavramı için ikinci aşama olur. Telgraf ve Posta Nazırı sinemayı inceler ve bu icadın önemli bir ekonomik potansiyeli olduğunu görür. Sağlık ve tıbbi teçhizat elektrik için bir başka alandır. Fakat II. Abdülhamit bu konuda bazı çekinceler ortaya koyar. Güvenlik gerekçesiyle, bu alanda bazı kuralların belirlenmesini emreder.

Bu çekincelerin 'dinamo' kelimesinin çağrışımından ileri geldiğini savunanlar vardır: Dinamonun ne anlama geldiğini bilen bir avuç insan varken, kelimenin kulağa 'dinamit' gibi geliyor oluşu çekinceleri ve patlama ihtimali algısını artırır. (2) İddiaya göre suikast korkusuyla yanıp tutuşan II. Abdülhamit, bu çağrışımdan hoşlanmaz. Kimileri bu 'korkuyu' biraz daha ileriye götürüp padişahın ilk başta İstanbul’a kurulması planlanan dinamoyu başkent yerine Tarsus’a kurdurduğunu öne sürer. İster dinamit-dinamo çağrışımından kaynaklı, ister başka bir nedenden olsun Abdülhamit'in güvenlik endişesi bir gerçektir. 1893 yılında Yafa'dan gelen diş hekimi Reşid Efendi'nin İskenderiye'ye geçerken kişisel eşyaları arasında 276 metre tel de vardır. Reşid Efendi telleri mesleki amaçlarla diş makinesinde kullanacağını söylese de 'dinamit yapımında kullanılabileceği' söylenerek tellerin geçişine izin verilmez. (3)

II. Abdülhamit Osmanlı Devleti'nde sağlık amaçlı elektrik kullanımı gerektiren aletlerin girişine denetleme zorunluluğu getirir. Bu denetim sayesinde muhtemel 'zararların' önlenmiş olacağı düşünülür. Sağlık gibi önemi bir alanda kullanılacak bu makinelerin, 'bombalı eylemlerde de kullanılabilmesinin mümkün olduğu' düşüncesi beyan edilir:

“Kupacıyan ve Doktor Nikoladi ve Seferyan namlarına vürud idüb tababetde müstamel olduğı anlaşılan dört aded elektrik makinesinin gümrükden imrarı hakkında… bu gibi elektrik alâtının suiistimalini tecviz buyurmadıklarından ve çünki bunlar hüsnü istimale salih oldukları gibi mesela cereyan elektriği telinin bir bombaya rabtıyla bombanın işal idilmesi… günün birinde emâkin-i emiriyenin duçarı taarruz olması mütebadir-i hatır olduğı cihetle…” (4)

MÖSYÖ ELEKTRİK

Osmanlı'da elektrik yavaş yavaş insanların hayatına girerken 1900 yılında tefrika halinde oldukça ilginç bir eser yayınlanır: Mösyö Elektrik. Toplumun elektrik hakkındaki görüşlerine dair izlere rastlanabilecek Ahmed Fâik imzalı romanda elektrik başlı başına bir 'karakter' olarak karşımıza çıkar. Ancak öncesinde hikayenin diğer karakterleri bir yalıda yaptıkları tartışmada elektriğin faydalarını ve tehlikelerini tartışmaktadır:

"Fakat bu hususta gözü yıldıran bir şey varsa o da elektrikin tehlike-i azîmesidir. Misâl: New York şehrini örümcek ağı gibi kaplamış olan milyonlarca teller üzerinden o kadar müthiş ve 2000 volta kuvvetinde şedîd cereyânlar geçiyor ki ufak bir temas ile mevti vücûda getirirler. Elektrik tehlikelerine şimdiye kadar birçok kişiler kurban olmuşlardır. Bunlara en birinci misâl: sigarasını bir elektrik lambasından yakmak isteyen bir adam ile telgraf tellerini düzletirken kapıldığı cereyân-ı şedîdin tesîriyle tutuşup göz önünde yanan telgraf memurudur.” (5)

Eserin II. Abdülhamid'in sansür politikasından nasibini almış olduğunu da belirtmekte fayda var. Üstelik bu sansür hikayesi, yazarın mahlası nedeniyle muhatabı bulunamayan bir hikayedir, metnin yazarı bulunamamış, yasaklı metni gerçekte kimin yazdığı tespit edilememiştir. Dâhiliye Nezâreti’nin istediği tahkikatın sonucunda da muharrir Ahmed Fâik olarak zikredilmektedir. Oysa Ahmed Fâik isimli biri gerçekte yoktur. Ahmed Fâik, Cumhuriyet döneminin meşhur coğrafyacılarından Fâik Sabri Duran’ın müstear ismidir. (6)

Mösyö Elektrik'in hikayesinin tamamını okuduğumuzda Batı teknolojisine yönelik bakış açısı ve pratik ihtiyaçların karşılanmasını görsek de dönemin 'gizemli' kelimesi 'elektriğin' zamane insanları için ne ifade ettiğini de görebiliyoruz. Bugün ise Covid-19 pandemisine karşı savaşta en önemli silahlardan olan aşıya karşı tavır alanları dönemin 'elektrik karşıtları' ile kıyaslamak yanlış olmasa da farklılıklar içeriyor. Ne 20. yüzyılın başındaki enformasyon seviyesini günümüz dünyasıyla kıyaslayabiliriz ne de aşı karşıtlarının tezlerindeki komploculuğu hafife alabiliriz. Yaklaşık 130 yıl önce ortaya çıkan elektriğe karşı tedirginlik, bugün ortaya konulan komplo senaryoları karşısında oldukça naif kalıyor...

Kaynaklar

1- https://www.energy.gov/ articles/history-electricity- white-house 

2- https://www.elektrikport.com/ haber-roportaj/dunden-bugune- turkiye-nin-elektrik-seruveni- -1/18501#ad-image-0

3 ve 4- Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi XX/40 (2020-Bahar/Spring), ss. 149-173.

5 ve 6-  Osmanlı Algısında Garb Teknolojisi: Mösyö Elektrik'in Sergüzeşti, Serhat Küçük.