Ekonomi ve kültür arasında: İletişimde kırılmalar ve uzlaşmaları

“İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar” Dipnot Kitap tarafından yayımlandı. Derleme, iletişim çalışmalarındaki kırılmaları ekonomi politik ve kültürel çalışmalar üzerinden açıklıyor.

Google Haberlere Abone ol

Sevilay Çelenk'in 2001 yılında Beybin Kejanlıoğlu ve Gülseren Adaklı ile birlikte derlediği “Medya Politikaları” adlı kitabı İmge Yayınevi tarafından yayımlandı. 2005 yılında ise “Televizyon, Temsil, Kültür: 1990’lı Yıllarda Sosyokültürel İklim ve Televizyon İçerikleri” başlıklı kitabı Ütopya Yayınevi etiketiyle okurla buluştu. 2007-2009 yılları arasında Estonya Tallinn Üniversitesinde konuk akademisyen olarak çalışan Çelenk, 2008 yılında Uluslararası Bağımsız Medya Forumu’nun Kasım 2006 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Başka Bir İletişim Mümkün” başlıklı forumun bildirilerini yayıma hazırlayarak 2008 yılında IPS İletişim Vakfı Yayınları etiketiyle yayımladı. Televizyon çalışmaları, medya eleştirisi, görsel kültür, popüler kültür, film çalışmaları gibi birçok konuda çeşitli mecralarda yazıları yayımlanan akademisyen 6 Ocak 2017 tarihinde barış akademisyenleri içerisinde yer aldığı gerekçesiyle KHK ile görevinden ihraç edilmiştir.

İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar, Derleyen: Sevilay Çelenk, 317 syf., Dipnot Yayınları, 2021.

Çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren Çelenk’in derlediği “İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar” ilk olarak 2008 yılında De Ki Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Uzun zamandır okurların beklediği kitabın yeni ve genişletilmiş basımı ise yakın zamanda Dipnot Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Böylece, yeni basıma Nicholas Garnham ve Christian Fuchs’a ait “İletişimin Ekonomi Politiğini Yeniden Düşünmek” başlıklı oldukça uzun bir söyleşi de dahil oldu.

Sevilay Çelenk’in önsözünden sonra yine kendisine ait olan “Tartışma Sürüyor” adlı makaleyle devam eden kitap üç bölümden oluşmakta. İlk bölümde Todd Gitlin’in “Medya Sosyolojisi: Egemen Paradigma”, Nicholas Garnham’ın “Bir Kültürel Materyalizm Teorisine Doğru” makaleleri; ikinci bölümde, Stuart Hall’un “Kültürel Çalışmalar ve Teorik Mirası”, Nicholas Garnham’ın “Ekonomi Politik ve Kültürel Çalışmalar: Uzlaşma mı Boşanma mı?”, Lawrence Grossberg’ün “Kültürel Çalışmalar Ekonomi Politiğe Karşı: Bu Tartışmadan Başka Sıkılan Var mı?” başlıklı makaleleri; söyleşinin de dahil olduğu üçüncü ve son bölümde ise Douglas Kellner’ın “Ayrımın Üstesinden Gelmek: Kültürel Çalışmalar ve Ekonomi Politik” ve Janice Peck’in “Ekonomi Politik Kültürel Çalışmalar Tartışmasından Niçin Sıkılmamalıyız” makaleleri yer alıyor.

Adından da anlaşıldığı üzere kitap, iletişim sahasında iki temel yaklaşımdan hareket ediyor: Ekonomi politik ve kültürel çalışmalar. Başka bir deyişle iletişim çalışmalarının sadece “sınıf, üretim ilişkileri, yeniden-üretim, ekonomi” veya “kültür, anlam ve temsil” temelinde ele alınıp alınmaması gerektiğine dair bir tartışma söz konusu. Ekonomi politik yaklaşım kültürel üretim-tüketim ilişkilerini de tıpkı meta üretim-tüketim süreçleri gibi irdelerken “indirgemecilik” ve “ekonomizm” eleştirileriyle karşılaşmaktadır. Öte yandan medya konusunda izleyiciyi edilgen bir konumda görüyor olması da vurgulanır. Kültürel çalışmalar ise ırk, tahakküm, direniş, cinsiyet kavramlarına yaslanarak gündelik yaşamın içerisinde anlamın nasıl kurulduğunun ve bozulduğunun peşine düşer. Bu bağlamda hiçbir mutlak doğruya yaslanmaksızın ilerlemekle itham edilerek müphem addedilir.

Bu tartışmanın en önemli iki metni Critical Studies in Mass Communication (12/1) dergisinde 1995 yılında yayımlanan, Nicholas Garnham ve Lawrence Grossberg tarafından yazılan makalelerdir. Garnham, makalesinde kültürel çalışmaların yükselişini “İngiliz işçi sınıfının ve popüler kültürünün, elit ve egemen kültür karşısında yeniden değer kazanması”na bağlayarak onu politik bir hareket, egemen kültür karşısında işçi sınıfının ve popüler kültürün meşrulaştırılması olarak görür. Ardından kültürel çalışmaların iki temel noktasını odağa alır: Birincisi, ideolojinin metin analizindeki rolünün niyet, yorum, doğru-yanlış kavramlarını sorunsallaştırması. İkincisi, sadece sınıfa gönderme yapan tahakküm ve bağımlılık kavramlarının, ırk ve cinsiyet kavramlarını kapsayacak kadar genişletilmesi. Ekonomi politik kavramının tanımını ise onu “kültürel çalışmaların sınırsız ve yaralayıcı lütfundan korumak” amacıyla yaptığını belirtir. Bu doğrultuda, ekonomi politiğin köklerini İskoç Aydınlanmasına, Adam Ferguson ve Adam Smith’in yazılarına bağlayarak toplumların “geçim tarzlarına” göre ayrıldığının altını çizer. Böylelikle üretim tarzından hareketle ekonomi politiğin “izlediği üç kritik yön”ü ortaya koyar: Birincisi iş bölümü için gerekli yapılar; ikincisi, bu zorunlu toplumsal işbölümü tarafından biçimlenen failler ve onların ilişki kurdukları yapı; üçüncüsü ise üretilen kaynakların eşit dağılımı sorunu. Nitekim, kültürel çalışmalarla mukayesede ikinci yön önemlidir çünkü failin işbölümü tarafından biçimlenmesi yazarın ifadesiyle “kimlik, formasyon ve kültür rastlantısal değildir” anlamına gelir. Böylece kültürel çalışmalara yönelttiği eleştiri bu çalışmaların kendi hareket noktalarını, yani kültürel pratiklerin kapitalizm üretim tarzı içerisinde şekillendiğini tahakküm ve bağımlılık ilişkilerine ağırlık vererek görmezden gelmeleridir.

“Bu nedenle ekonomi politik ve kültürel çalışmaların ilişkisindeki temel problem, kültürel çalışmaların, bağımlılık biçimleri ve ilgili kültürel pratiklerin -ki kültürel çalışmalar analitik öncelik verir- kapitalist üretim tarzı içinde temellendiğine ilişkin kendi iddialarının ima ettiklerini düşünmeyi reddetmeleridir.” (s.142)

Lawrence Grossberg ise ekonomi politik bakışı savunan Garnham’ı ilkin makalesinin başlığından vurarak bu iki görüşün “boşanması” için öncelikle evli olmaları gerektiğinin altını çizer. Böylece bu görüşleri “birbirine müsamaha gösteren kuzenler” olarak niteler. Garnham’ın kültürel çalışmaları, ekonomi politiğin içinde olmadığı için değil “kültürel çalışmalar” olduğu için eleştirdiğini vurgulayarak kültürel çalışmaların ekonomi politiği reddetmediğini, sadece belirli düşünürlerin ekonomi politik metotlarını kabul etmediğini belirtir. Öte yandan kültürel çalışmaların ırkı ve cinsiyeti sınıfa alternatif olarak gördüğünü kabul eder çünkü bu farklılıkların eklemlenme biçimlerinin tek bir soyut kapitalizmden değil belirli kapitalizmlerden kaynaklandığını öne sürer. Başka bir deyişle, kapitalist toplumların değişiklik arz ettiğini belirterek “Bir yer neden ABD’dir de Japonya ya da İngiltere değildir?” diye sorar. Bu, Garnham’ın ekonomik politiğini “tarih dışı” olarak görmesinin ilk sebebidir. Ortaya koyduğu ikinci sebep daha ağır gözükmektedir çünkü Grossberg, Garnham’ı, kimi eleştirdiğini açık şekilde ortaya koymadığı için kültürel çalışmaları “şeyselleştirmekle” itham eder. Ayrıca, Garnham’ın belirli yazarları yorumlamasını “indirgemeci” olarak niteledikten sonra eleştirisini yokluk üzerine kurduğunu vurgular.

“Bir yandan onlar ekonomi politik içindedir gibi bir yanıt vermeye kışkırtılıyorum; bu her şeyden öte ekonomi politikçilerin yaptığı şeydir, öyleyse kendi yaptıkları bir şeyi kültürel çalışmaların yapmasını istemek niye?” (s.159)

İki düşünürün aksine Janice Peck, uzlaşmacı bir tavır sergiler. Ancak makalesinin başlığı doğrudan Grossberg’i hedef alır. Nitekim, bu polemiğin sıkıştırılmaktan ziyade entelektüel sorumluluğa ihtiyacı olduğunu belirtir. Kültür ve ekonomi kavramlarını farklı ampirik kategoriler olarak görmenin temelinin Batı düşüncesinde yer alan doğa-kültür, doğa-toplum, maddi-zihinsel, maddi-sembolik, koşullar-bilinç karşıtlıklarıyla oluşan ikicilikte yattığını vurgular. İki düşünürün aksine Peck bu iki bakış açısının nerede “farklılaştığını” değil nerede “yöndeştiğini” saptamak için gayret eder. Böylelikle maddi ve sembolik ayrımı reddeden düşünürlere, Williams’a, Godelier’ye ve bilhassa Sartre’a yönelir:

“Bu demektir ki doğa ile toplum veya ekonomi ile kültürün, yani insan içeren ve insan içermeyenin birbiriyle ilişki aracılığıyla, her zaman hem anlamlandıran (gösteren) ve hem de anlamlandırılan (gösterilen) olarak ayrılmaz bir bütün olduğunu anlamak zorundayız. Bu bizi maddeci bir tarih teorisinin, hem özgürlüğün hem de ihtiyaçların bütünüyle, insanların doğayla ve birbirleriyle olan ilişkiler içinden yükseldiğini dikkate alması gerektiğinde ısrar ederek, anlamlandırma kavrayışında Marx’ı izleyen Sartre’a götürür. Sartre’ın öne sürdüğü gibi, tarihsel materyalizm ‘iki doğru fakat karşıtlık içeren önermeyi’ izah etme yeteneğine sahip olmalıdır: ‘evrende mevcut olan her şey maddidir; insanın dünyasındaki her şey insanidir.’” (s.230)

Şüphesiz, böyle geniş kapsamlı akademik bir derleme hakkında her noktaya temas etmek bu yazının boyutunu aşmaktadır. Bu amaçla gerek kırılmaların gerek uzlaşmaların hangi noktalarda olduğundan bahsetmek kadar kitabın güncele eklemlendiği noktanın altını çizmek de önemli. Türkiye’nin son yirmi yılına bakıldığında siyasi iktidara sahip olmakla birlikte kültürel iktidarını tesis edemeyen bir iktidar söz konusu. Medya mülkiyetinin hızla el değiştirdiği, kültür-siyaset-ekonomi üçlüsünün birbirini son derece etkilediği bir dönem yaşandı ve yaşanmakta. Yine bu minvalde medya gücünün bir iktidarın ömrünü ne kadar uzatabileceğini de gözlemliyoruz. Tüm bu koşullar göz önünde bulundurulduğu takdirde Sevilay Çelenk’in yazısına “Tartışma Sürüyor” başlığını koyması daha anlamlı gelmekte:

“‘Barış akademisyeni’ olarak anılan çok sayıda meslektaşımla birlikte yaşadığımız sürgünü ya da ihracı, tümüyle, kültürel iktidar arayan bir iktidarın bu arayışını, ‘kültür’ olarak gördüğü evren içinde yetkinleşerek değil, zor kullanarak gerçekleştirme amacının sonucu olarak değerlendiriyorum. Diğer bir deyişle bizim maruz kaldığımız ‘baskı ve iktidar uygulamaları’ bu kitapta tartışılanların çok uzağında değil.” (s.14)