Düşlerinde gezinen Natsume Soseki

Natsume Soseki'nin 'On Gece Düşleri' kitabı Africano Kitap tarafından yayımlandı. Soseki kitapta, günlüklerinde olduğu gibi kendi içine dönüyor ve oradan yansıyanları dünyaya aktarıyor.

Google Haberlere Abone ol

Modern Japonya edebiyatının öncü isimlerinden olan Natsume Soseki, İmparator Meiji önderliğinde başlatılan Batı’yla buluşma hareketi sırasında, 1800’lerde, halkın yaşadığı ikilemleri kitaplarında işlemişti. Birey-toplum gerilimi ve gelenek-modernlik çelişkisi ekseninde kaleme aldığı metinlerinde Soseki, taşra-kent, sadelik-şaşaa, yeni-eski ikiliklerinin ülkede yarattığı bulanıklığı, hem kurmaca karakterler yardımıyla hem de kendi yaşam öyküsünden parçaları hikâyelerine katarak okura sunmuştu.

Soseki’nin bir derdi vardı; yeni Japonya’nın inşası sırasındaki gözlemlerini kurmaca yoluyla anlatıp yeni yaşam olanakları ortaya çıktıkça masumiyetini ve naifliğini korumak için geleneklerine sarılanları ve bunları yitirenleri resmetmek. “Ben” karşısında konumlanan “Başkası”nın yarattığı gerilimleri insan ilişkileri, iletişim ve iletişimsizlik sarmalında betimlemeye uğraşmıştı yazar.

Bu anlatımlarında karakter çözümlemelerini yapan, mizahi, ironik ve eleştirel bir üslup oluşturan Soseki, gitgeller yaşayan bireyin toplum içindeki yerini ortaya koymaya çabalarken okuru bazen bir madenin derinliklerine indirmiş bazen bir üniversite kampüsünde ya da şehirde gezdirmiş, ona “mükemmel boşlukları” göstermişti.

“Gönlünü ırmakta süzülen bir sandal gibi zamana kaptıran” Soseki, 'Cam Kapının Ardı' başlığıyla yayımlanan günlüklerinde “insan olmak ne kadar zormuş!” demişti. Bunu, 'Üç Köşeli Dünya'da biraz daha ayrıntılı anlatmıştı: “Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur. Bu zorluk arttıkça dünyadan uzaklaşmak ve sakin bir yerlere gitmek istersin. Nereye gidersen git, bu zorluğun seninle geleceğini anladığın zamansa şiir doğar, resim can bulur.”

Soseki’nin toplumla bir olma ya da onun dışına düşme gibi iki ucu keskin bıçağa benzer tercihler yapmak durumunda kalan karakterlerle şekillendirdiği kitaplarını ve hikâyelerini paranteze aldığı; rüyalarına ve onları edebi biçimde kâğıda dökmeye ağırlık verdiği 'On Gece Düşleri'; bir yanı Gotik diğer yanı yazarın zihnini okura açan öykülerden oluşuyor. Diğer bir ifadeyle Soseki, günlüklerinde olduğu gibi kendi içine dönüyor ve oradan yansıyanları dünyaya aktarıyor.

'HİÇLİKTEN' KAÇMAYA ÇALIŞMAK BEYHUDE

Soseki, 'On Gece Düşleri'nde yaşamından dünyaya uzanan koridorda bir kapı açıyor ve “Şöyle bir düş gördüm” diyerek başlıyor yürümeye. Rüyalarının fantastik ortamından geçip yeryüzüne varıyor, hayallere dalıyor, hakikatlere eriyor. İmgeler, semboller ve metaforlar kullanarak 1800’ler Japonyası’nda geziniyor, dönemin sorunlarının etrafında dolanıyor, gelenekleri ve yenilikleri hayal evreniyle anlatmayı yeğliyor, ara sıra çocukluğuna uzanıyor, ölümün kıyısına geliyor ve yaşamın ortasına düşüyor; güneş doğup batarken kâh kendisinin kâh bir başkasının yansımasını görüyor.

On Gece Düşleri, Natsume Soseki, Çevirmen: Zeynep Gençer Baloğlu, 92 syf., Africano Kitap, 2021.

Soseki, düşlerinde bekliyor; güneş yüzünü gösterirken veya dağların ardına saklanırken hep belli bir noktada duruyor: Bir tapınakta, ağacın altında, ışıl ışıl bir odada, balıkçıların yanında, toprak yolda, silüetlerin karşısında, yaşamına onurla son vermek üzere olan bir samuray kılığında… “Hiçlikten” kaçmaya uğraşmanın beyhude bir çaba olduğunu fakat ona tam anlamıyla ulaşamadığını fark ediyor.

Düşlerinde gezinen Soseki, bazen de bir düş yaratıyor; orada kimi zaman bir çocuk kimi zaman işittiği sesin peşine takılan bir balıkçıl hâline geliyor. Ruhuna tebelleş olan huzursuzlukla baş etmeye çabalarken yürümeyi sürdürüyor: “Neyi bildiğimi bilmiyorum tam olarak. Sanki böyle bir geceydi diye düşünüyorum ama tam çıkaramıyorum. Biraz daha gidersem neyin ne olduğunu anlayacağımı, zaten olmayan huzurumun tamamen kaçacağını hissediyorum.”

Soseki, zihninin boşluklarında kaybolduğunu düşünüyor; geçmiş-şimdi-gelecek çizgisinde kırılmalar olurken bir aydınlanmayı, körlükten kurtulmayı, telaşının ve yağmurun uğultusunun bitmesini arzuluyor.

Soseki’nin düşleri, yaşadığı zaman ve geçmiş arasında bir köprü, daha doğrusu eskiye duyduğu özlemin bir yansıması ya da ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. “Çok ama çok eski devirlerden birinde” diyerek anlatmaya başladığı düşünde olduğu gibi masalsı geçmişe duyduğu hasretin bir aktarımı bu. Batı’ya giden bir gemideyken Doğu’ya bakmasının nedeni de benzer bir özlem. “Keşke”lerinin ve korkularının sebebi de hemen hemen aynı.

GEÇMİŞE DOĞRU BİR YÜRÜYÜŞ

Soseki’nin düşlerine nüfuz eden geçmişe özlem, uyanıkken etrafını ve Japonya’yı saran modernleşme dalgasının bir yansıması. Ancak yazar bunu, diğer kitaplarından farklı olarak biraz fantastik zeminde ve bireyselliğin ağır bastığı tonda, gerçekleri, düşlerin sularına çekerek anlatıyor.

Soseki’ye göre eskinin ağırbaşlı ve bilgece yaşamı, yeni dönemde yerini kofluğa bıraktığından, yazarın düşleri ve düşünceleri geçmişe doğru yürüyor. Dolayısıyla bugüne bakıp geçmişten izler aramanın faydasız olduğunu gören Soseki, bir anlamda özlemlerine sığınıyor; burayı güvenli bir limana benzetiyor.

On gecelik düşlerin ardından “Tuhaf Bir Ses” başlıklı öyküye geliyoruz. Diğerleri gibi vakti zamanında gazetelerde tefrika edilmiş bu öykü, yazarın sağlık sorunlarıyla boğuştuğu kısa ömrünün son döneminin bir dökümü.

Soseki, patolojik yaşamının zihninde yarattığı tahribatları öyküleştiriyor “Tuhaf Bir Ses”te. İşittiği ya da işittiğini sandığı seslerin peşine takılan anlatıcı, bir hastane koğuşundan ve koridorundan bakıyor dünyaya. Uykusuzluktan mustaripken “zihnine hücum eden olasılıklar”a teslim oluyor. Çevre odalarda yatan ve çoğu ölümü bekleyen hastaların sesleri ile anlatıcının zihnindeki ihtimaller birleşiyor. Bu ortamda hayatta kalışını “tuhaf” diye nitelerken gerçekler ve tahminler birbirine karışıyor.

Soseki, bu kısa öyküsünde hayatının son demlerinde sık sık karşılaştığı hastane ortamını, yaşamının büyük bölümünü kaplayan kronik hastalıkların ve ölüm-yaşam ikileminin benliğinde yarattığı çalkantıları resmediyor.

Soseki’nin düşleri ve “Tuhaf Bir Ses”te yer verdiği yaşamından parçalar, sorunların görece az olduğu, ruhsal örselenmişliklerin pek yer tutmadığı, naif ve huzurlu dönemlere bir özlem içeriyor. Kısacası yazarın yaşadıklarını ve aradıklarını bir araya getiriyor 'On Gece Düşleri'ndeki metinler.