Arap dünyasında geçen hafta: Suriyelilere herkes sırtını döndü Araplar dahil

Türkiye’de ciddi tartışmalara neden olan yeni göçmen uygulamaları Arap dünyasında da geniş yankı uyandırdı. Başa İstanbul Valiliği'nin, kayıtlı olmayan mültecilerin kayıtlı olduğu illere gitmeleri için yaptığı açıklama olmak üzere, Suriyelilerle ilgili son dönemde yapılan açıklamalar birçok Arap gazetesi tarafından eleştirildi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Tunus Cumhurbaşkanı Baci Kaid Es –Sibsi’nin ölümü bu hafta Arap dünyasındaki en önemli gelişmelerden biriydi. Ömrünün yarısından fazlasını ülke siyasi tarihine adayan Es – Sibsi’nin ölümü Tunus’ta yeni bir hassas sürecin açılması anlamına geliyor.

Sibsi’nin ölümünden sonra en çok merak edilen konuların başında ülkenin yeniden bir İslamcı-laik çekişmesine düşüp düşmeyeceği geliyor. Bazı gazetelere göre bu durum ülkenin karşı karşıya kaldığı imtihan sürecinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Türkiye’de ciddi tartışmalara neden olan yeni göçmen uygulamaları Arap dünyasında da geniş yankı uyandırdı. Başa İstanbul Valiliği'nin, kayıtlı olmayan mültecilerin kayıtlı olduğu illere gitmeleri için yaptığı açıklama olmak üzere, Suriyelilerle ilgili son dönemde yapılan açıklamalar birçok Arap gazetesi tarafından eleştirildi. Bazı gazeteler, hükümetin bu politikasının son yerel seçimlerde alınan sonuçlarla ilgili olduğunu yazdı.

İran ve ABD arasındaki gerilim ve Hürmüz Boğazı’ndaki yüksek tansiyon Arap dünyasının en önemli gündem maddeleri arasındaki yerini koruyor. Yorumlara göre, Trump’ın ‘ne savaş ne barış’ politikasına karşı İran’ın bu denklemi bozmaya çalışıp, ABD’yi gerekirse bir savaşa sürüklemeye çalışıyor.

'SURİYELİ MÜLTECİLERE YÖNELİK POLİTİKALARIN NEDENİ SEÇİMLERDEKİ BAŞARISIZLIK MI?'

“Türkiye hükümeti 2014’ten bu yana Suriye’deki savaşın ateşinden kaçanlar için açık kapı siyaseti ve geçici koruma sistemini uyguladı. Ancak bazı bürokratik çıkmazlar nedeniyle bu sistem bu kadar mülteciyi sindiremedi. Suriyeli mülteciler Türkiye’de üç ana gruba dağıldı. Bunlar, geçici koruma statüsünde olanlar, geçici ikamet belgesine sahip olanlar ve hiçbir yasal statüsü olmayanlar ki, bunlar da en büyük bölümü oluşturmaktadır. Bunun yanında, açık kapı siyaseti Erdoğan'ın Avrupa ülkelerine yönelik şantaj siyasetine tam anlamıyla uygundu.

Peki, bu gün mültecilere yönelik uygulamalarla Erdoğan’ın 'şantaj yapmak' istediği taraf veya taraflar kimler? Hiç şüphesiz büyük kentlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin kazandığı yerel seçimler ve özellikle de seçimlerin yenilendiği ve Erdoğan’ın hezimetinin teyit edildiği İstanbul’daki seçimler, mültecilere yönelik etkili oldu. Zira Cumhuriyet Halk Partisi, mültecilerin ülkelerine geri gönderilmesi için çağrı yapmaktadır. Peki, Erdoğan rakibinin kazanmasını sağlayanın bu olduğunu mu düşünüyor? Belki bu durum bir ölçüde etkili oldu ancak Erdoğan'ın kamuoyuna daha fazla etki eden faktörleri gözden kaçırmaması gerekir. Erdoğan’ın siyasetinin başarısızlığını daha net ortaya koyan ekonomik kriz gibi.” (Adid Nassar / Londra merkezli El Arab gazetesi)

'SURİYE MUHALEFETİ MÜLTECİLERE SAHİP ÇIKMIYOR'

“Suriyeli mülteciler bazı politikaların kurbanı oldu ve politik bir pazarlık konusu olarak kullanıldılar. Ve şimdi gerekirse evlerine dönmeleri de dahil geri gönderilmelerinin zamanı geldi. Bu da en mantıklı seçenek olarak durmaktadır. Savaşın açtığı tahribat ve Suriye’ye yönelik Amerikan ve Arap ambargosu nedeniyle uygulanması zor olsa da. Veya iltica hakkı isteyerek Avrupa’ya göç edecekler. Ancak bu bağlamda kapılar onlar için açık değil. Maalesef herkes onlara sırtını dönmüş durumda. Arap müttefikleri de dahil.

İstanbul’daki Suriye muhalefeti, mültecilerin çoğu tarafından onlara sahip çıkmadığı gerekçesiyle eleştirilerin hedefindedir. Bazı Suriyeli mültecilere göre, en büyük aktif role sahip olan Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu, mültecilerin sıkıntılarının azaltılması, geri gönderilmelerinin engellenmesi ve ailelerinin parçalanmasının önlenmesi için gereken çabayı sarf etmedi. Daha da önemlisi bazıları da bu oluşumun (SMDK) liderlerini, servet sahibi olma ve Türk vatandaşlığı alıp kendilerini (mültecileri) terk etmekle suçlamaktadır.” (Rai Al Youm Gazetesi – başyazı)

SİBSİ’DEN SONRA TUNUS’U NE BEKLİYOR?

“Siyasi hayatı yarım yüz yıl süren Tunus Cumhurbaşkanı Baci Kaid Es- Sibsi 93 yaşında vefat etti. Es- Sibsi bir dizi sağlık sorunları sebebiyle hayatını kaybederken arkasında da, hayattayken çözmek istediği bazı sorunlar bıraktı. Bu sorunlar şimdi geçici cumhurbaşkanı ve parlamentonun sorumluluğunda olacak. Ayrıca çekişme halindeki siyasileri de ilgilendirecek.

Sibsi’nin ölümünden sonra şu ana kadar olağanüstü durumun idare edilmesi karşısında pek engel çıkmadı. Ancak yakın geleceği ciddi çekişmeler bekliyor. Bu çekişmeler özellikle de yaklaşan cumhurbaşkanı seçimlerindeki hesaplarla ilgili. Baci Kaid Es- Sibsi’nin ölümüyle, önemli derecede aktif bir siyasi kesimin etrafında bir araya geldiği bir kişi olmayacak. Bunun yanında önemli meseleler olan seçimlerle ilgili anayasa değişiklikleri de bir süre askıya alınacak. Söz konusu anayasa değişiklikleri uygulamaya geçip bazı siyasetçilerin önünü kesmesi durumunda bile, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri, Kartaca Sarayı’na çıkmak isteyen ve hemen hemen eşit şansa sahip olan kişiler arasında ciddi çekişmelere sahne olacak. (Habib El Hac Salim / Lübnan El Ahbar gazetesi)

'TUNUS YENİ BİR İMTİHANLA KARŞI KARŞIYA'

“Cumhuriyet’in ilanının yıl dönümünde hayatını kaybeden Baci Kaid Es – Sibsi’den sonra Tunus deneyimi yeni bir imtihanla karşı karşıya. Bu imtihan süreci bir yandan yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar bu geçiş döneminin nasıl atlatılacağıyla ilgili, bir yandan da İslamcılarla laiklerin arasındaki uzlaşının korunmasıyla ilgili.

Bu durum Sibsi döneminin örnek alınacak ve kusursuz bir dönem olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bu süreçte yönetimin vesayet yoluyla Sibsi’nin oğlu Hafız Es – Sibsi’ye bırakılması yönünde bir istek kendini gösterdi. Bunun yanı sıra Tunus, devrimden sonra laikler ve İslamcıların üzerinde anlaştığı bir anayasanın yazımı hususunda başarılı olsa da, iki kesim arasındaki karşılıklı güvensizlik hala devam ediyor.” (Kuds El Arabi Gazetesi – başyazı)

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİ BÖLGE HESAPLARI

“Türkiye, 30 ila 40 km derinlikte güvenli bir bölge oluşturulmasını istiyor. Buradan da bütün Kürt savaşçıların çekilmesini, bu bölgelere asıl yerleşimcilerin geri dönmesini ve oranın güvenliğinin doğrudan veya dolaylı olarak Türk ve Amerikan güvenlik birimleri tarafından sağlanmasını istiyor. Bunun da gerçekleşmesi durumunda Türkiye, en önemli hedeflerinden biri olan Kürt hattının kendi sınırından uzaklaştırılması hedefini gerçekleştirmiş olacak. Diğer yandan da Amerika Birleşik Devletleri ile arasını bir damla kan akmadan düzeltmiş olacak.

Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi bir yandan da Türkiye’nin Suriye’deki denklemde elini güçlendirmiş olacak. Bu sadece Kürtler ve rejime karşı değil hem de. Aksine Rusya ve İran’a karşı da eli güçlenmiş olacak ve bu süreçten sonra ‘güvenli bölge’ kartını oynayabilecek. İdlib’teki silahlı grupların hedef alınması karşısında Rusya ve rejime karşı ABD’nin yardımıyla bu güvenli bölge kozunu oynayabilecek.

Ancak diğer taraftan da mevcut dengeler bu basitlikte değil. Türkiye çok iyi biliyor ki Kürtlerin kontrolü altındaki bölgeler ABD tarafından korunuyor ve Kürtleri ABD silahlandırıyor. Bunun yanı sıra, Fırat’ın doğusuna yönelik herhangi bir askeri operasyon da Amerika’ya yönelik bir operasyon anlamına gelir. Burada ABD’nin önünde iki yol var. Ya Türkiye’nin bu yöndeki talebini reddeder ya da Türkiye’nin belli bir noktaya kadar operasyon düzenlemesine göz yumar. Ancak bu durum, Amerikan-Kürt ittifakını da tehlikeye atar. ABD böyle bir operasyon karşısında, Suriye’deki tek kozunu da kaybedebilir.” (Muhammed Nureddin / BAE El Haliç gazetesi)

'İRAN, ABD’Yİ SAVAŞA VEYA UZLAŞI MASASINA ÇEKMEYİ BAŞARACAK MI?'

“Washington, İran’ın ABD’yi bir savaşa veya uzlaşı masasına çekme yönündeki çabaları karşısında hâlâ buna yanaşmıyor. İran çok iyi biliyor ki, Amerikan Başkanı Donald Trump, sonuçları önceden kestirilemeyen bir savaşı göze almaz. Ki Trump şu an İran’a karşı en etkili ve maliyetsiz olan bir silahı kullanıyor. Bu silah da İranlıları boğan ekonomik ambargolar.

Diğer yandan İran, Trump’ın kendi ajandasının uygulamaya çalıştığını ve ne İsraillilerin ne de Körfez Arap ülkelerinin istediği gibi bir politika izlemek istemediğini de çok iyi bilmektedir. Trump bir tweet'inde ‘Amerika’nın Çin, Japonya ve Suud gibi zengin ülkelerin gemilerini korumak için Hürmüz Boğazı’nda bir polis görevi görmesi insaflı değil’ şeklinde bahsettiği gibi ülkesini İran’la savaş isteyenlerle aynı yerde konumlandırmıyor. Peki İran, İngiliz gemilerine yaptığını Amerikan gemilerine yaparsa ne olacak? Tabii ki, Trump bunu izlemekle kalmayacak. İşte bu durumda İran Trump’ı ya savaşa ya da kendi istediği şartlarda uzlaşı masasına çekmiş olacak. Her iki seçenek de muhtemeldir ve bu seçenekler İran’ın ‘ne savaş ne barış’ durumuna son vermek için istediği bir şeydir.” (Abbas Daher / Lübnan El Nashra gazetesi)