Mısır’daki idamlar

Oldukça yoğun geçen psikolojik savaş altında, insanların beklentilerini kırma noktasında kendince yeni bir kazanım içerisinde olduğunu düşünerek rejimin son idam haberlerini sızdırdığını düşünüyoruz. Gerçekte ise açıklama, özellikle çözüm üretmekte zorlanan içerideki direnişin elinden tutması beklenen dışarıdaki muhalifler açısından büyük bir acıya neden oldu.

Google Haberlere Abone ol

Muhammed Sabit

Uluslararası Af Örgütü’nün Çarşamba günü 9 Mısırlı gencin, Mısır savcısı Hişam Berekat’ı öldürme gerekçesiyle idam edildiklerinin bilgisinin kendilerine ulaştığını açıklamasının ardından, milyonlarca samimi Mısırlı muhalifin içinde bulunduğu acı ve üzüntü bir kez daha tazelendi. Ülke içi ve dışındaki birçok muhalif, sosyal medyada hızla yaydıkları mesajlarda olayı kınayan, üzüntülerini belirten paylaşımlar yaptı ve başka idamların engellenmesi talebinde bulundu.

Mısır’daki mevcut durum, sık sık tekrar eden fiziksel tasfiyeler nedeniyle yıpranmış Mısır yargısının gerçekleştirdiği bu idamlarla birlikte, son derece kritik bir dönemece girmiş bulunuyor. Uluslararası Af Örgütü’ne göre en kötüsü, Mısır’da şayet yargı erki, adaletin en temel özelliklerini yitirmemişse, keyfi suçlamalar ya da şeffaflığı sorgulanır yargılamalarla birlikte Mısırlı gençlerin hayatlarının sürekli yinelenen saldırılarla ortadan kaldırılmaya çalışılması olacak.

İDAMLARIN SONU GELMİYOR

Sadece içinde bulunduğumuz Şubat ayı içerisinde, darbeci rejim, Mısır’ın kuzeyinde bir hakimin oğlunu öldürme suçlamasıyla diğer altı genci de idam etti. Geçtiğimiz çarşamba günü öldürülen gençler ise rejim tarafından 29 Haziran 2015’te Müsteşar Hişam Berekat’ı öldürmekle suçlandı. İstinaf Mahkemesi geçtiğimiz 25 Kasım tarihinde verdiği hükümle alt mahkemenin aldığı kararı onadı ve yapılan başvurunun reddedilmesinin ardından, son kanuni düzenlemenin öngördüğü şekilde iç hukuk yolları bütünüyle tüketilmiş oldu.

Ahmet Taha, Ebu’l Kasım Ahmet, Ahmed Cemal Hicazi, Mahmud el Ahmedi, Ebubekir es Seyyid, Abdurrahman Süleyman, Ahmet Muhammed, Ahmet Mahrus Seyyid ve İslam Ahmet isimli gençlerin Kahire’deki istinaf cezaevinde infaz edilmeleri, Mısır’da darbeci rejimin ülkeyi itirazsız bir şekilde yönettiğini zannederek yeniden provakatif bir çizgiye doğru evrilmesine ilişkin bir adım olarak yorumlanabilir. Buna karşın muhalefet hem dışarıda hem de içeride, aciz kalmıştır. Özellikle dışarıdan önemli bir tepki geleceğine ilişkin ciddi bir beklenti vardı; ancak bu gerçekleşmedi. İdam kararı, darbeci rejimin lideri olan Abdülfettah es Sisi’nin önce bütün Mısırlıları yönetimin demir yumruk politikasıyla yönettiği ve 25 Ocak Devrimi’nin yeniden gerçekleşmesi rüyasından medet ummaktan artık bir fayda gelmeyeceğine dair ikna etme noktasında gösterdiği çabayı temsil ediyor. Birincisi, Uluslararası Af Örgütü’nün idamların gerçekleşmesinden birkaç saat önce yaptığı açıklama, sabah erken saatlerde gerçekleşen idamlarla şok olduklarını ilan edecek kimselerin önünü kesti. Şehitlere rahmet dilemekten başka bir şey yapamazlardı.

Oldukça yoğun geçen psikolojik savaş altında, insanların beklentilerini kırma noktasında kendince yeni bir kazanım içerisinde olduğunu düşünerek rejimin son idam haberlerini sızdırdığını düşünüyoruz. Gerçekte ise açıklama, özellikle çözüm üretmekte zorlanan içerideki direnişin elinden tutması beklenen dışarıdaki muhalifler açısından büyük bir acıya neden oldu.

POLİTİK ARENA TAMAMEN DÜŞMANLAŞTIRILDI

Genel olarak bütün dünyada muhalefet, rejimin “siyasi mozaiği”nin bir parçası olarak görülür ya da muhalefetin rejimin yerine geçmek için mücadele verdiği bilinir. Ancak Mısır’da söz konusu olan durum, muhalefetin rejimden tamamen koparak ona “siyasi karşı koyuş” içerisinde olmasıdır. 3 Temmuz 2013’te olan şey ise dışarıya, özellikle de Türkiye’ye kaçan liderlere bağlanan büyük umutlarla çelişki içerisindedir.

Rejimi tanımlamak için uygun bir ifadenin bulunamamasından, Mısır rejiminin en azından Batılı ülkeler nezdinde mahkûm edecek birçok fırsatın kaçırılması ve özellikle de uluslararası toplumun Abdülfettah es Sisi’yle işbirliği içerisinde olduğuna ilişkin faraziyeye teslim oluşa kadar, birçok yanlış yapıldı. Bu faraziye, sadece manevi yönden bile olsa Mısır devriminin liderleri olduğu düşünülen kimselerin gerçekleştirdiği baskıların boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Zira rejimler farklı yapılardan oluşmaktadır; en azından rejim taraftarı kesimlerin bir kısmı muhalefet saflarına çekilebilirdi.

Başta dışarıdaki Müslüman Kardeşler Hareketi olmak üzere, Mısır muhalefetinin içinde bulunduğu yılgınlık halinin artmasıyla birlikte rejimi yıkmaya çalışan muhalif kesimler içinde yaşanan kopuşlar, Sisi’ye verilebilecek en güzel hediye oldu. Ayrılıkların meydana getirdiği kriz, sadece güç ve fikirlerin dağılmasıyla kalmadı, en azından bazılarının “Gemi batıyor” düşüncesiyle tufan vaktinin yaklaştığını ve dolayısıyla kendilerini koruyacak bir tahta parçası arayışına girmeleri gerektiği hissine kapılmalarıyla, kriz daha da açık bir hal aldı. Buradan hareketle bazıları, Mısır devrimi adına kendilerine erken vakitte, rejim tarafından kovuşturmaya tabi olan binlerce gencin güvende olduklarından emin olmaksızın, özellikle idam cezası almış olanlar, Türk vatandaşlığına geçiş yaptılar.

Günler ve ayların geçmesiyle, Mısır’a liderlik etmesi gereken kimselerden bazılarının ilgilendiği tek şey, dışarda bir istikrarın oluşmasıydı. Dahası, statükoya teslim olmak, bazılarının Müslüman Kardeşler içerisindeki öncelikli hedeflerinden biri oldu. Bu nedenle kendilerinden farklı düşünenleri damgaladılar ve hatta yeni bir strateji ve yeni bir akıl üretilmesini isteyenleri cemaatten uzaklaştırdılar. Bu fiyasko ortamında Mısır’ın İstanbul Konsolosluğu önünde salı günü, idam kararına itiraz sadedinde yapılacak gösteri için gençlerin girişimde bulunması gerekti; Müslüman Kardeşler Hareketi ise çarşamba günü ikindiden sonra tepki verebildi. Ancak bu boykot hareketi, Mısır’da yaşananlarla uygunluk arz etmeyen boyutlardaydı.

MUHALEFET DAĞINIK DURUMDA

Yeni idam kararının uygulanmasından birkaç saat önce önde gelen bir hukukçu ve insan hakları savunucuları, sosyal medyadaki sayfasında Sisi ile diyaloğa girerek idamları durdurabilecek kişilere ilişkin paylaşımda bulundu. Öte yandan Müslüman Kardeşler hareketinin genel yönelimlerine karşı çıkan önemli bir isim, sosyal medyada “Onları Öldürdük” başlıklı, hareketi ve devrim unsurlarını idamlar karşısında pasif kalmakla suçlayan bir makale yayınladı.

Gerçekte ise Mısır rejimi meşruluğunu, kaos yaratma yönünde planlar olduğu ve kendisinin de kan akıtmaya yönelik bu girişimleri durdurduğu iddiasına dayandırıyor. Aynı zamanda rejim, kendisini reddeden ve ona direnenlerin moral ve motivasyonlarını alt üst ediyor, onları ülkenin her yanında kan akıtmakla suçluyor ve kendini temize çıkarıyor. Bizi bu kanlı ve darbeci rejimin adımlarının götürdüğü karanlık gerçeklik açısından bakıldığında, en son gerçekleştirilen anayasa değişikliklerinin amacı her ne kadar bir yönüyle bu idamları infaz etmek olsa da, temel hedefi daha çok, Mısır’a ait her şeyi ebediyen ele geçirmek ve üzerinde hakimiyet kurmaktır. Gelecekte rejim, Mısır’ın Suriye tarzı bir cumhuriyete benzeyecek şekilde yönetimin Cumhurbaşkanının oğluna miras bırakılmasını onaylayabilir. İyi niyetle söylenmiş olsa bile, herhangi bir kişinin Sisi’ye emir vermesi ve onun da buna boyun eğerek idamları durdurması gibi bir durum, vakıaya aykırıdır. Aynı şekilde idamların sorumlusu olarak ya da bu kararlarda Sisi’nin ortağı olarak rejim muhaliflerini göstermek de devrimin hedeflerine ve beklentilere aykırıdır. Zira böyle kimseler son derece duygusal bir atmosfer içerisinde Sisi ve rejiminin istediği şekilde umutsuzluğa kapılmış olurlar.

Mısır’daki trajedinin çözümü bir fikre, bir zihne ya da sürece dayanmıyor. Ancak vakıa, darbeye karşı çıkan kesimler arasından samimi insanların bütün yapılardan, hizipleşmelerden ve öne çıkmış isimlerin gölgesinde kalmayı reddedenlerin bir araya gelmesinden geçiyor. Herkesin başta, isimlendirme noktasında kendisini muhalif değil direnişçi olarak görüp Mısır devriminin sürmesi ve Sisi rejiminin sona ermesi noktasındaki konumunu, tutumunu gözden geçirmesi ve zamanla sönmeyecek bir direniş ruhunu ateşlemesi, uzun soluklu mücadeleyi göze alması gerekiyor. İşte bu cehd ve gayretle birlikte sürekli deveran eden mücadele ve düşünce fırtınası, Mısır’ın üst üste gelen fiyaskolarla elden kayıp gitmesine seyirci kalınmasını önleyecek yegâne yoldur.

* Yazının aslı The New Arab sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)