Neden hepimiz vegan olmamalıyız?

Vegan bir beslenme tarzı, örneğin yetersiz takviye sebebiyle başarısız olduğunda, ciddi fiziksel ve bilişsel hasarlara ve gelişim bozukluğuna neden olabilir. Tıbbi literatürde uzun bir listeyle sıralanan klinik vaka raporları tarafından da belgelendiği üzere, bu yaklaşım, özellikle gebelik dönemindekiler ve çok genç yaştakiler için tehlikeli görünüyor.

Google Haberlere Abone ol

Martin Cohen & Frederic Leroy

Eti beslenme rejiminden çıkarmayı tercih eden insanların sayısının giderek arttığı onlarca yılın ardından, 2019, dünyanın beslenme tarzını değiştireceği yıl olarak belirlendi. Ya da en azından, EAT adlı bir organizasyonun çatısı altında yürütülen büyük bir kampanyanın iddialı amacı bu yönde. Ana mesaj, insanları “aşırı protein tüketiminin” bir parçası olarak görülen et ve süt ürünleri tüketiminden vazgeçirmek ve özellikle de sığır eti tüketimini azaltmak.

Bu çaba, tüketici davranışlarının hâlihazırda değişmekte olduğu bir zamanda gerçekleşiyor. GlobalData verilerine göre, 2014’ten sonraki üç yıl içinde, ABD’de kendini vegan olarak tanımlayan insanlarda çok düşük bir tabandan olsa da altı kata varan oranda büyük bir artış yaşandı. En azından Vegan Derneği’nce yaptırılan araştırmalara göre, veganların sayısının on yıl öncesine göre yüzde 350 oranında çoğaldığı İngiltere’dekine benzer bir hikâye gerçekleşti.

Ve Asya genelinde de çoğu hükümet bitki temelli beslenmeyi teşvik ediyor. Örneğin Çin’deki yeni hükümetin beslenme rejimi, ülkedeki 1,3 milyar insanı et tüketimini yüzde 50 azaltmaya çağırıyor. Etin ara sıra dahil edilmesiyle birlikte, genelde bitki temelli bir beslenme biçimi olan Fleksitaryanizm (esnek / karma yaklaşım) de yaygınlaşıyor.

‘DÜNYAYI FETHETMEK’

Büyük gıda şirketleri yaşanan değişimi fark etti ve FReSH programı aracılığıyla, EAT organizasyonuyla sıkı bir şekilde bağlantılı olan en öndeki vegan vagonuna atladı. Örneğin Unilever çok girişken bir katılımcı. Çok uluslu şirket, son dönemde “Vejeteryan Kasabı” adında, et yerine geçen mamûller üreten bir şirketi satın aldığını duyurdu. Ayrıca, bu alımı, “daha sağlıklı ve daha düşük çevresel etkiye sahip bitki temelli gıdalarla” genişleme stratejisinin bir parçası olarak tanımladı. Şu anda Unilever, Avrupa’da “V-label” markası altında yaklaşık 700 ürün satıyor.

“Vejeteryan Kasabı” 2007 yılında, dini ve ideolojik nedenlerden dolayı vejetaryen olan çiftçi Jaap Kortweg, şef Paul Brom ve Hollanda Yedinci Gün Tarikatı üyesi pazarlamacı Niko Koffeman tarafından kuruldu. Koffeman, Hollanda’da hayvan haklarını savunan siyasi bir parti olan Partij voor de Dieren’in de kurucularından. EAT hareketi gibi, Vejeteryan Kasabı da “dünyayı fethetmek” istiyor. Misyonu “bitki temelli eti yaygınlaştırmak” ve Unileverle bir ittifakın yolunu açmak.

Beslenme tarzı değişimi, tüketici alışkanlıklarında dikkate değer bir dönüş gerektirir. Elbette, hem tüketicilerin sağlığı hem de çevresel etkiler açısından beslenme tarzımızı iyileştirmek hususunda yapılabilecek ve yapılması gereken birçok şey var. Ve evet, stratejinin kilit önem taşıyan bir parçası, tüketicileri sığır etinden uzaklaştırmak olmalı. Ne var ki, kampanyanın kimi destekçilerinin radikal görüşleri biraz şaşırtıcı. Mesela, eski BM yetkilisi Christiana Figueres, (bir lokantada) biftek sipariş eden insanların kovulması gerektiğini düşünüyor. Figueres son konferansı sırasında “Son on ilâ on beş yıl içinde restoranlarda sigara içenlere nasıl davranılmaya başlandıysa, etoburlara da aynı şekilde davranılamaz mı?”, önerisinde bulundu. “Eğer et yemek istiyorlarsa, bunu restoranın dışında yapabilirler.”

Bu ifadeler, sosyal bilimcilerin “niyeti aşan ve bazı şeyleri kutsayıcı” düşüncelerin bir koalisyonu diye adlandırdıkları, tipik olarak çok farklı fikir ve değerlere sahip grupların ortak bir slogan altında toplanmaya çalıştıkları bir durumu işaret ediyor. Ve bizi endişelendiren de bu. “Dünyayı fethetme” kampanyası oldukça basit ve tek taraflı olabilir ve bunun bir takım tehlikeli etkileri olduğunu düşünüyoruz.

ÇARPIK BİR BAKIŞ MI?

Mesela, EAT kendisini gıda sistemi dönüşümünü amaçlayan, bilime dayalı küresel bir platform biçiminde tanımlıyor. Oxford ve Harvard üniversitelerinin yanı sıra The Lancet adlı tıp dergisiyle de ortaklığa sahipler. Ancak, kampanya ve prensiplerin ardında yatan bilimin bir kısmının taraflı ve yanıltıcı olduğu konusunda bazı endişelerimiz mevcut.

Hepimizin kötü olduğunu bildiğimiz besi hayvancılığında kullanılan fabrika tarzı hayvancılık ve yağmur ormanlarının yok edilmesi gibi şeylerden fazlası söz konusu. Yanı sıra, özellikle kırsal Afrika’da yaşayan çocuklar açısından hayvansal ürünlerin besin değeri ve Sahraaltı Afrika gibi çeşitli alanlardan geleneksel Avrupa yaylalarına dek hayvancılığın sürdürülebilir faydaları gibi meseleler hakkında çoğunlukla sessizlik hâkim. Dahası, vejetaryen diyetler “toplam kolesterol” gibi kalp hastalıklarında geleneksel belirteçleri genellikle iyileştirdiğini gösterse bile, bu durum, bozulmaya eğilimli trigliserid/HDL (veya “iyi” kolesterol) oranı gibi daha öngörülebilir (ve dolayısıyla değerli) belirteçler açısından geçerli değildir.

Bundan da önemlisi, çoğu beslenme “kanıtı”, nedensellik gösteremeyen ama sadece istatistiksel bağıntılara atıfta bulunan epidemiyolojiden* kaynaklanıyor. Sadece katılımcı topluluklar zayıf değil, araştırmanın kendisi de genellikle yaşam tarzı ve diğer diyet faktörleri nedeniyle kafa karıştırıcı. PURE çalışması gibi epidemiyolojik verilerin bir kısmının et ve süt tüketiminin –çok fazla olması beklenen- kronik hastalıklardan ziyade daha az sayıda hastalıkla bağlantılı olabileceğini gösterdiğinden bahsetmiyorum bile…

O KADAR BASİT DEĞİL

Her halükârda, bitki temelli beslenme biçimleri kuramsal olarak insanların ihtiyaç duyduğu gıda maddelerini sağlayabilse bile, pratikte insanların onlara doğru yönelmesi, kritik mikro besin maddeleri (B12 vitamini ve bazı uzun zincirli yağ asitleri gibi maddeler) ile takviye edildiği sürece, kötü bir dengeye sahip beslenme tarzına ve sonuç olarak kötü bir sağlık durumuna sahip insanların ortaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Vegan bir beslenme tarzı, örneğin yetersiz takviye sebebiyle başarısız olduğunda, ciddi fiziksel ve bilişsel hasarlara ve gelişim bozukluğuna neden olabilir.

Tıbbi literatürde uzun bir listeyle sıralanan klinik vaka raporları tarafından da belgelendiği üzere, bu yaklaşım, özellikle gebelik döneminde ve çok genç yaştakiler için tehlikeli görünüyor. Hayvansal ürünler olağanüstü besleyici gıda kaynakları ve bunları beslenme rejiminden çıkarmak, bünyenin sağlamlığını tehlikeye atar. Beslenme ve insan metabolizmasının karmaşıklığı hakkında yeterli bilgi olmaksızın, beslenme rejiminden, besin etkileşimlerinden ve protein kalitesinden vücuda alınan besin maddelerinin oranı gibi önemli konuları gözden kaçırmak kolaydır.

Çevre sorunlarını değerlendirirken de aynı tartışmanın yürütülmesi gerekiyor. “Bitki temelli” diyetlere doğru çok hızlı ya da aşırı bir yönelim, doğal otlatma ve hayvanların, mahsullerin (değerli) atıklarıyla müsrif şekilde beslenmesini azaltan tarım tekniklerinin faydalarını çoğaltmak, iklimin olumsuz etkilerini azaltmak ve biyo-çeşitliliği arttırmak gibi gerçekçi ve ulaşılabilir hedefleri kaybetme tehlikesi yaratır.

Gezegen çapında aşırı biçimde bitki temelli beslenme tarzına doğru bir kayma, ekin üretimi için uygun olmayan araziler üzerindeki hayvancılık uygulamalarını, geçim kaynaklarına katkısını ve hayvanların sunduğu farklı birçok fayda da dahil olmak üzere, hayvancılığın sağladığı birçok avantajı ortadan kaldırır. Bu bakış açısı, hatalı arazi kullanım biçiminin süratle değiştirilebileceğini ve hafifletici etkileri olabilecek bazı tarım tekniklerinin sağladığı potansiyelin görmezden gelinebileceğini varsayar.

Hem beslenmeyle hem de çevreyle ilgili senaryolar değerlendirilirken, sürdürülebilir, çevreci ve (doğayla) uyumlu bir hayvansal üretim, “dünya gıda sorununun” çözümünün bir parçası olmalı. Dünya, olağanüstü derecede karmaşık bir ekosistem ve ‘her derde deva’ çözümler, tabiatta hasara neden olma tehlikesini de beraberinde getiriyor.

*Epidemiyoloji, hastalıkların insan gruplarında görülme sıklığını ve bu sıklığı etkileyen faktörleri inceleyen bir bilim alanıdır.

**Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)