Haham Lerner: Muhammed Ali kadar cesur olmalıyız

Boksun efsane ismi Muhammed Ali'nin cenaze töreninde yaptığı konuşma ile gündeme gelen Haham Lerner, soruları yanıtladı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - ABD'li efsane boksör Muhammed Ali'nin cenaze töreninde konuşma yapan Haham Lerner, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştiren sözlerinin ardından Türkiye'de gündeme oturmuştu.

ABD'de tanınan bir din adamı Haham Lerner'ın, Türkiye'nin gündemine girmesi, 10 Haziran'da Muhammed Ali'nin cenaze töreninde yaptığı konuşma ile oldu. Birçok lideri eleştiren Haham Lerner, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Türkiye'nin liderlerine söyleyin Kürtleri öldürmeye son versinler" sözleriyle seslendi.

ABD'nin Berkeley kentinde bulunan Beyt Tikkun Sinagogu'nda haham olan Lerner, yıllardır siyah hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konularda verdiği mücadele ile tanınıyor. Filistin devletinin kurulmasını destekleyen Haham Lerner, Tikkun isimli bir dergi çıkarıyor.

Evrensel gazetesinden Ekim Kılıç, Haham Lerner'la bir söyleşi yaptı. Kendisine sadece “Haham ya da Haham Lerner” diye hitap edilmesini isteyen Lerner, "Çünkü insanlara bir Yahudi lideri dinlediklerini hatırlatmak istiyorum. Türkiye’de ne düşündüğünü açıkça söyleyen Yahudi liderler çok yok. Birkaç yıl önce oradayken, bir cemaatteki hahamla sohbet etmiştim. Oldukça temkinliydi. Kendisinin mevcut hükümetle olan ilişkilerinde tam güvende hissetmediğini söyledi. Konuşmakta özgür değildi. Bu sebeple, Türkiye halkının başka bir hahamın sesini duymasını isterim. Dünya üzerindeki bazı Yahudiler, sizin toplumunuzda bulunan belli Yahudi tiplerinden farklı olabilir" dedi.

Muhammed Ali’nin cenaze töreninde böyle bir konuşmayı neden yaptınız? Konuşmanız gelir dağılımı adaletsizliğinden savaş karşıtı harekete, Tikkun dergisinden Kürt sorununa kadar çeşitli konuları kapsıyordu...

Evet, konuşmamda Muhammed Ali’yi onurlandırmak ve onun öneminin sadece dünya ağır sıklet boks şampiyonluğundan ibaret olmadığını göstermek istedim. Çünkü boks şampiyonları ve diğer spor dallarındaki kahramanlar gelir ve gider. Ancak Muhammed Ali, etik ve politik anlayışından dolayı Vietnam savaşına ‘hayır’ dedi ve yıllar boyunca unvanı olan ağır sıklet boks şampiyonluğunu bırakmayı göze aldı. Dünyada bu yüzden seviliyordu. O aynı zamanda Amerikan toplumundaki ırkçılığa da hayır diyordu. Ve o açıkça dedi ki, “Dünyada bana asla zarar vermemiş ‘renkli’ insanlara karşı savaşmanın hiçbir anlamı yok. Özellikle de bizim toplumumuzdakiler bana ‘nigger’ (zenci) diye hitap ederken veya Afro-Amerikalılara korkunç ve ırkçı bir şekilde davranılırken”. Bu yüzden onun anısını onore etmek istiyorum. Ve bunun yolu, Muhammed Ali olmaktan geçiyor. Onu onore etmek isteyen bütün insanlar adına, “Hey, biz var olan toplumsal düzenle mücadele ederken onun kadar cesur olarak onu onore etmeliyiz” dedim. Muhammed Ali olmak demek, güce karşı gerçekleri söylemektir, peygamberlere özgü bir sesle bütün bir pisliğin derinine inerek... İncil’deki Musevi peygamberler güçlü olana karşı hep dik durmuşlardır ve demişlerdir ki onlar Yahudiliği ve diğer dini idealleri sömürünün üzerini örtmek için veya gücün yanlış kullanımı için kullanmamalıdırlar. Yani bu cesur ses peygamberlerle başlamıştır, kendini Hristiyanlık’ta ve İslam’da da göstermiştir.

Bu ses yeniden ciddiye alınmalıdır. Benim yaptığım; beni salonda, televizyonda ve sonrasında You Tube’dan izleyen milyonlarca insana güce karşı gerçekleri söylemek için örnek olmaktı. Çünkü salonda kimlerin olacağını biliyordum. Birleşik Devletler eski başkanı Bill Clinton. Ve sonra, o salonda olmamasına rağmen Türkiye cumhurbaşkanı. Onun adı... Telaffuz etmeye çalışmayacağım. Çünkü genellikle yanlış telaffuz ediyorum. Erdogan… Bunun gibi bir şey.

Düşündüm ki tamam. Onlara karşı konuşacağım gibi milyonlarca insana karşı da konuşacaktım. Kısa bir sürem vardı. Beş dakikadan daha fazla konuşurdum ama kısa sürdü, çünkü alkışlar tarafından sürekli bölündü. Benim için oldukça şaşırtıcı oldu.

Birçok dünya lideri Muhammed Ali’nin simgesini kullanıyor. Çelişkili bir durum değil mi bu?

Bu şaşırtıcı değil. Dünyadaki yönetici elitler genellikle toplumdaki halk kahramanlarının meşruiyetini kullanmaya çalışırlar. Ve onlarla aynı gelenekten olduklarını iddia ederler. Ayrıca onlar peygamberlerimizi de istismar ederler. Museviliği istismar ediyorlar, Hristiyanlığı istismar ediyorlar, İslam’ı istismar ediyorlar, Hinduizmi istismar ediyorlar. Budizmi istismar ediyorlar... Marksizmi de istismar ediyorlar. Her ne olursa olsun, yönetici eltiler kendi çıkarları uğruna büyük insanların miraslarını; dini veya ruhani gelenekleri kullanırlar.

haham lerner - evrensel 2

Tikkun dergisinin içeriği Filistin sorununa özel yer veriyor. Filistin sorunundaki son durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde sıcak bir gündem başlığı olmamasına rağmen, İsrail’in işgali devam ediyor. Ve konuşmanızda Batı Şeria’daki işgale son verilmesinden bahsetmiştiniz...

Evet, ilk önce bir İsrail destekçisi olduğumu söylemek istiyorum. İsrail’in bir ülke olarak güçlü ve komşuları ile barış içinde varlığını sürdürmesini diliyorum. İsrail için güvenliği sağlamanın yolu Musevi geleneğine ve insanlığın yüksek değerlerine göre yaşamaktan geçiyor. Tevrat’ımız der ki, “topraklarınıza geldiğinizde yabancıları, ötekileri ve kendinizden olmayanları ezmeyin. Hatırlayın ki Mısır’dayken siz de yabancıydınız”. Yani etik nedenlerden ötürü, kutsal topraklardaki Yahudilerin, Filistinlilere yaklaşımına eleştirel olarak yaklaşıyorum. Saygıyla ve şefkatle yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. İsrail, Filistinlilere karşı olan davranışlarının tamamını değiştirmek zorunda. Bu yol ekonomik ve politik olarak kendi ayakları üzerinde durabilen ve İsrail’le barış içinde yaşayan bir Filistin devletinin yaratılmasına yardımcı olacak. Ve ben inanıyorum ki, bu başarılabilir. Bunun başarılabilmesinin yollarını tasarladığım bir kitap yazdım: “İsrail ve Filistin’i kucaklamak: Ortadoğu’yu iyileştirmek ve dönüştürmek için bir strateji”.

Ancak benim temel duygum, hem etik hem de güvenlik nedeniyle İsrail, Filistin halkıyla ilişkisini tamamen değiştirmek zorundadır. Birinci adım; Batı Şeria’daki işgale son verilmesi. İsrail, Batı Şeria’dan çıkmak zorundadır. Batı Şeria’nın yeni bir Filistin devletinin parçası olmasına izin vermelidir. Umarım ki bu Gazze’yi de kapsar. Ancak bu süre zarfında, Batı Şeria işgal altındayken de İsrail, Filistin halkına karşı olan davranış biçimini değiştirmek zorundadır. İnsan haklarını çiğnememelidir. Ancak esasında işgalin kendisi insan haklarının çiğnenmesidir. Ve ayrıca İsrail’in oradan çıkmasını istemem, oradaki bütün yerleşimcilerin bulundukları yerleri terk etmesi gerektiği anlamına gelmez. Eğer bu Yahudiler için yasaklanırsa, Müslümanlar için de yasaklanabilir. Örneğin, Cumhuriyetçilerin başkan adayı Donald Trump hiçbir Müslüman, ABD’ye gelmesin istiyor. Ben böyle olduğuna inanmıyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde Müslümanların yaşaması yasaklanamaz; Hristiyanların, Yahudilerin veya diğerlerinin de... Yani Batı Şeria’da ben yerleşimcilerin kalmasını uygun görüyorum. Ancak sadece yeni Filistin devletinin yurttaşları olarak; İsrail yurttaşlığını bırakarak, Filistin devletinin yasalarına göre, Filistin mahkemelerinde yargılanmayı kabul ederek... Aynı bugün İsrail’de yaşayan Filistinlilerin İsrail yasalarıyla, İsrail mahkemelerinde yargılandığı gibi. Yani aynı şey bu yerleşimciler için de olmalı. Yeni Filistin devletinde yaşamayı seçmeliler. Ancak zannediyorum ki hepsi olmasa da birçok yerleşimci büyük ihtimalle 1967 öncesi İsrail sınırlarına dönmeyi seçeceklerdir. Ve bu iyidir. Bence onlar oraya geri dönmelidir. Ancak geri dönmezse, Filistin devletinde bir azınlık olarak yaşayacaklarsa, bu da iyidir. Herhalde bu söylediklerim düşüncemin ne olduğuna dair biraz ipucu veriyordur.

Daha pratik bir soru sormak isterim. Siz, Filistin sorunu için yakın gelecekte olası bir çözüm görüyor musunuz?

Gelecekte, evet. Yakın gelecekte, hayır. Çünkü küresel politikanın dinamiklerinden ve ABD’nin belirleyici rolünden dolayı... Birleşik Devletler, İsrail’e işgali ve var olan Filistin politikalarını sürdürmesi için açık çek verdi. Ve Birleşik Devletler’in önümüzdeki dönemde büyük ihtimalle başkanı olacak Hillary Clinton, Netanyahu ile son derece samimi. Ve bu açıkça gösteriyor ki, o, İsrail’in bu açık çeke sahip olmaya devam etmesi gerektiğini düşünüyor. Batı Şeria’nın işgalinin devam etmesine ve Gazze’deki ablukanın kaldırılmamasına sonu gelmeyen bir ABD desteği var. Belki başkan olduğunda fikri değişir. Sana söylemeliyim, 20 yıl önce medya tarafından Clinton dönemi Beyaz Saray gurusu olarak tanımlanıyordum. Çünkü Hillary Clinton benim bazı düşüncelerimi benimsemişti. Ve Beyaz Saray’a beni strateji üretmek için davet ediyordu. O zamanlar bana Tikkun’u ve bizim İsrail’e dair pozisyonumuzu sevdiklerini söylüyorlardı. O ve Bill (Clinton) bunu tamamen kabul ediyorlardı. Büyük ihtimalle bu o zaman için doğruydu. Politik olarak kendi yolunu geliştirme kararı verdiğinde, ihtiyacı olan desteğin ancak İsrail-Filistin konusunda fikrini değiştirerek gelebileceğini gördü. Ve Hillary fikrinin değiştirmeyi sorun edecek birisi değildir. Politik olarak bunun akıllıca olduğunu düşününce, fikrini değiştirdi. Başkan olduktan sonra fikrini değiştirmesinin hayalini kurmak güzel olurdu. O fikrini gene değiştirebilir ve kendisinin Filistin halkının haklarını desteklemesi gerektiğini ve İsrail işgaline son vermesi gerektiğini düşünebilir.

Ancak ben şu an itibariyle bunu çok düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Ve bundan bağımsız olarak, İsrail’in içinde de bunu içeriden değiştirebilecek bir güç görünmüyor. Bunun nedenleri var. Hamas İsrail’i, özellikle 2014’ten beri sürekli bombalıyor. Bu çok büyük bir hataydı. Hamas’ın bakış açısından bu böyle olmayabilir. Çünkü Hamas Filistin Yönetimi’nin altını boşaltmak istiyordu ve İsrail’le barışçıl yaşamanın yolu olmadığını göstermeye çalışıyordu. Ve elbette, bu bombaların hiçbir etkisi yoktu. Çünkü İsrail, ABD ordusu araçlarının korumasına sahipti. Bu araçlar İsrail’i bombalardan korudu. Ancak, her geçen gün, onlar bombalamalara devam ediyordu. Her gün, İsrailliler, iki aydan daha uzun bir süre boyunca kendilerini korumak için sığınaklara akın etti. Şimdilerde bombalar daha nadir. Bu iyi. Ancak elbette İsrail hükümeti hepsini engelleyebileceğini garanti edemez. Bu iki aylık deneyim bariz bir şekilde İsrail’deki radikal sağcılara katkı sağladı ve İsrail’deki barış güçlerine zarar verdi. Hamas, Filistin halkını Filistin’in kurtuluşu için silahlı mücadeleden başka bir yolun olmadığına ikna etmek istiyordu. Ancak elbette bu tamamen deliceydi. Çünkü silahlı mücadele tamamen etkisiz. Fakat Hamas, özellikle öfkeli kesimler arasında popülerlik kazandı. Ve öfkeli Filistinliler, Filistin Yönetimi’nin Netanyahu hükümeti ile çatışma konusunda hiçbir çözüme varamayacağını düşünüyorlar. Ve elbette, bu doğrudur. Şimdi o (Netanyahu) başbakan. Sonuç olarak Filistin halkı korkunç bir konumda.

Daha önce söylediğim gibi etik sebeplerden ötürü ben korkunç hissediyorum. Çünkü Yahudilerin böyle gözükmesi ve diğerlerine karşı baskıcı davranması Museviliğin çiğnenmesidir. İsrail’in politikaları anti-Semitizm üretiyor. Beni yanlış anlamayın, anti-Semitizm, Müslüman nefretinden veya Hristiyan nefretinden daha önemli değildir. Fakat bu, İsrail’in sağcı hükümetinin yaptıklarından dolayı bütün Yahudileri suçlamayı haklı çıkarmaz. Dünyadaki birçok Yahudi bu politikalara karşı. Yahudi devletinin bütün Yahudileri temsil ettiği iddiasını onaylamıyoruz. Onlar beni temsil etmiyor. Onlar, ayrıca, iktidarlarının uygulamasında söz hakkı bulunmayan dünya üzerindeki birçok Yahudi’yi de temsil etmiyor. Eğer söz hakları olsaydı, şu an çok farklı bir İsrail hükümeti olurdu.

‘KÜRT HALKININ KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI DESTEKLİYORUM’

Cenaze törenindeki konuşmanızda da dile getirdiğiniz gibi Türkiye’de Kürtler hakkında ne olduğuna dair bilgi sahibisiniz. Konuşmanızda “Türkiye’nin liderlerine söyleyin, Kürtleri öldürmeyi bıraksınlar” demiştiniz. Bunun hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

Öncellikle söylemek isterim ki, Kürt sorunu ve oradaki mücadele konusunda yetkin değilim. Fakat Kürtlerin durumlarının, Filistinlilerle benzer olduğunu biliyorum. Onlar kendi kaderini tayin etmek isteyen bir halktır. Türkiye’nin bir parçası olmak istemiyorlar.

Birçoğu Kürt toplumunun parçasıdır. Geçmişte Türkiye’de, Suriye’de, İran’da ve Irak’taki tecrübeler ne olursa olsun, Kürtlerin vardığı sonuç onların kendi devletine sahip olması gerektiğidir. Onların kendilerini ulusal olarak var etmeye ve kendilerini korumaya ihtiyaçları var. Ben onları destekliyorum. Eğer bu demekse ki Türkiye bir parçasını bir devlet kurulması için bırakmak zorunda - Irak’taki gibi, Suriye’nin yapmak zorunda olduğu gibi- ben buna varım. Böyle olmalıdır.

Yahudiler ve İsraillilerin de kutsal topraklar diye ifade edilen toprakların bir parçasını bırakmaları gerekiyor. Bu kutsal topraklar, iki bin yıl önce yaşadığımız ve bir toplum kurduğumuz topraklardır. Biz geri döndük. Ve şimdi, askeri olarak Filistin diye adlandırılan bu toprakları kontrol ediyoruz. Yine de bir Filistin devleti kurulması için topraklarımızın bir kısmını onlara bırakmalıyız.

Korkunç olan şu ki, tıpkı sıradan İsrail yurttaşlarına karşı Filistinlilerin gerçekleştiği şiddet ve terör eylemleri gibi, Kürtler de şiddet ve terör eylemlerine başvuruyorlar. Fakat bu eylemler özünde Kürtlerin veya Filistinlilerin çoğunluk tarafından baskı altında hissetmeyeceği, kendi toplumlarına sahip olamayacağı anlamına gelmez. Onlar bağımsızlıklarına kavuşmalıdırlar.

Konuşmanızda değindiğiniz başka bir nokta ise ABD başkanlık seçimleriydi. Seçimler hakkındaki düşünceleriniz neler? Amerikalılar Trump ile Clinton arasından kötünün iyisini seçmek zorunda hissediyor gibi görünüyorlar...

Clinton kötünün iyisidir. Fakat o dünya çapındaki ABD militarizmini sona erdirecek biri değildir. Ve bence bu korkunç bir utançtır. Amerikan toplumunun yüzde 80’inin servetine sahip olan yüzde 1’in çıkarlarını savunması daha olası gözüküyor. O bu kesimlere bağlıdır. Diğer bir yandan yoksul insanların çektiği acılar konusunda tamamen bilinçsiz değil. Ve bence, o toplumumuz için yardımcı olabilecek belli sosyal refah programlarını uygulamaya koyabilir. Fakat işçi sınıfının veya yoksulların ihtiyaçlarını, ezilen kesimlerin ihtiyaçlarını gerçekten anlayacak biri değil. Ancak bu eşcinseller ve kadınlar için geçerli değil. Bence onların sorunlarını anlayacak ve onlarla beraber olacak, en azından onlar adına çaba sarfedecektir. Kadınların kürtaj hakkı için ve bu hakkı kadınların elinden almak isteyenlere karşı mücadele edecektir. Yine geylerin ve lezbiyenlerin evlenme hakkı için mücadele edecektir. Bunlar gayet iyi ve bunlar onu kötünün iyisi yapıyor.

Fakat küresel kapitalizmin yarattığı çarpıklıklarla mücadelede, esasen kapitalistlerin tarafındadır. İşte bu bir sorun. Bu ayrıca benim için de bir sorun. Çünkü kapitalist düzenin materyalist ve bencil değerler ürettiğine inanıyorum. Bunlar birçok insanın insanlığını göz ardı ediyor.

ANAYASA ‘POLİTİKADA PARAYA HAYIR’ DEMELİ

Seçimlerde adayların şirketlerin ödenekleri ile desteklenmemesi gerektiğini de savunuyorsunuz...

Yapmamız gereken şey, paranın politikadaki rolünü ortadan kaldırmaktır. Tikkun’un oluşturduğu örgütlenmenin bir programı var. Bu örgütlenme dinlerarası bir örgütlenmedir. Bir parçası olmak için Musevi olmak veya Tanrı’ya inanmak zorunda değilsiniz. Dinci bir örgütlenme değildir. Kendimizi Ruhani İlericiler olarak tanımlıyoruz. Ama ruhani derken, dünyadaki insanların birbirine karşı sevgi dolu, şefkatli, nazik ve cömert davranmasını savunuyoruz. Spiritualprogressive.org’dan bakabilirsiniz. Bizim örgütümüzün programı, anayasada çevresel ve sosyal sorumluluk maddesinin olmasını savunuyor.

Anayasada olması gereken bir madde: “Politikada paraya hayır”.

Eyaletlerdeki ve ulusal hükümetteki ana partilere halk tarafından yapılan bağışlar dışında hiçbir para kaynağına izin verilmemeli. Paranın politikadaki rolü azaldıkça, yüzde 1’in gücü de azalacaktır.

İşin diğer bir yüzü ise paranın, politikadaki gücünün sadece ve doğrudan politika için yatırılan parayla ilgisi olmaması. Şirketler şehirleri, eyaletleri, hatta federal hükümeti bile bu yollarla tehdit ediyorlar. Eğer emekçilerin lehine yasaları onaylarsanız, daha yüksek asgari ücret verirseniz, daha fazla sosyal haklar tanırsanız, çevreyi kirletmemizi engelleyen güçlü yasalar geçirirseniz, işletmelerimizi şehirlerinizden, eyaletlerinizden veya ülkenizden başka yerlere taşıyacağız. Uluslararası olarak biz istediğimiz yere gidebiliriz.

Bu anlamıyla bizim ‘çevresel ve sosyal sorumluluk yasamız’ın ikinci kısmı diyor ki; yılda 50 milyon dolar üzeri geliri olan herhangi bir şirket; ABD hükümetiyle 5 yılda bir şirket sözleşmesini yenilemek zorundadır. Bu ABD’de iş yapan şirketleri içermektedir. Ancak Çin’de, Bangladeş’te, Vietnam’da, Türkiye’de veya İsrail’de yer alan şirketleri de kapsamaktadır.

Bu şirket sözleşmesi, sadece tatmin edici bir çevresel ve sosyal sorumluluk geçmişi sunularak yenilenebilir. Sosyal sorumluluk adına birçok şart yürürlüğe konulabilir. Bunlar işçilere nasıl davrandıklarından, reklam ve yatırım politikalarına kadar vb. çeşitli denetimleri içinde barındırabilir.

Özetle, bu yasa anayasamızda önemli bir rol oynayabilirdi. Politikada paranın dolaylı yoldan olan etkisini sonlandırabilirdi. Şehirleri, eyaletleri ve federal hükümeti, kaynakları ve istihdamı ülke dışına kaydırmakla tehdit eden şirketlerin etkisine son verilebilirdi.

‘SAĞCILAR, ORLANDO KATLİAMINI POLİTİKALARINI MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN KULLANILIYOR’

Geçtiğimiz günlerde Orlando’da bir katliam gerçekleşti. Birkaç hafta önce Muhammad Ali’nin fotoğraflarını ve sözlerini sosyal medyada paylaşan insanların arasında şimdi Müslümanlara karşı bir öfke büyüyor. Bu noktada bir şeyler söylemek ister misiniz?

ABD’deki sağcı politikacılar bunu Müslüman düşmanlığını meşrulaştırmak adına bir neden olarak kullanıyorlar. Bence bu işe yaramayacak. Çünkü birçok Amerikalı böyle düşünmüyor. Donald Trump geylerin ve lezbiyenlerin Orlando’da bir klüpte katledilmesinin sebebinin çılgın bir Müslüman olduğunu söylemeye başladıktan bugüne kadar geçen süre zarfında yapılan seçim anketleri de bunu gösteriyor. Trump, onun IŞİD’in bir temsilcisi olduğunu da söyledi. Ve IŞİD ona göre bütün Müslümanların temsilcisiydi. Ancak bu onun işine yaramadı.

İslamofobik söylemlerinden dolayı popülaritesi geçen haftadan beri düşüyor.

Yani ABD’deki birçok insanın Müslümanlara karşı nefreti körükleyen bu yavan manipülasyonu fark edeçek kadar tecrübeli olduğunu düşünüyorum.

Son olarak, Muhammed Ali ile bir anınızı anlatabilir misiniz? 1960’larda yurttaş hakları hareketinde tanıştığınızdan bahsetmiştiniz.

Evet, onunla beraber Yurttaş Hakları Hareketinde yer aldım. Özellikle savaş karşıtı harekette... O çok güçlü ve cesur birisiydi. Korkusuzdu ve ilkeliydi. Başta biraz çekiniyordum, ona yaklaşmak istemedim. Çünkü o ağır sıklet boks şampiyonuydu. Ve ben birisinin nasıl boksör olup, ringe çıkıp diğer insanları yumruklayarak para için canlarını acıtabileceğini anlamıyordum. O böyleydi. En sonunda gidip onunla tartışmaya başladım. Ve ona sordum: “Bak, sen savaş karşıtısın ve savaş karşıtlığı konusunda çok cesursun. Fakat sen bir boksörsün. Ve biliyorsun, sen insanların canını acıtarak para kazanıyorsun.”

Ve o dedi ki: “Tamam, haklısın. Ben insanların canını acıtıyorum. Ama onlar da gönüllü olarak benle bu işi yapıyorlar, ve bu işten aynı benim gibi onlar da para kazanıyor. Ve biliyorlardı ki bu iş tehlikeli ve canları yanabilir. Bu herhangi birisini öldürmekten oldukça farklı. Ben asla kimseyi öldürmem.”

Bu bana makul bir cevap gibi geldi. Sonra biraz daha ilişki kurmaya başladım. Hakkında daha çok öğrendim. Musevilik ve İslam üzerine olan bir tartışmamızda, ondan İslam hakkında birçok şey öğrendim. O da benden Musevilik hakkında öğrendi. İşte bu bizim ilişkimizin doğasıydı. Biraz konuşup, biraz takılmaktı. Beraber toplantılara katılıyorduk. Daha çok Vietnam savaşı karşıtı stratejiler planlıyorduk. Fakat sonra hareket sonlandı. Çünkü savaş bitmişti.

20 yıl boyunca hiçbir iletişimimiz olmamıştı.Ta ki Cornell West ile beraber yazdığım bir kitap hakkında bana teşekkür mektubu göndere kadar...Cornell West bu ülkede öncü bir Afro-Amerikalıydı. Onunla beraber yazdığım kitabın adı: “Yahudiler ve Siyahlar: Hadi İyileşme Başlasın!”. Kitabın içeriği benim ve Cornell West’in yaptığı tartışmalardan oluşuyordu. Ali bu mektubu bana kitabı övmek ve teşekkür etmek için yazmıştı. Bence bu harikaydı. Fakat ondan yine bir daha haber alamadım. Gönderdiği mektupta adresi yazmıyordu. Sonra aniden, cenazeden iki gün önce bir telefon aldım.

Cenazeye katılmak için aranmıştım. Ailesi bana Ali’nin benim büyük bir hayranım olduğunu, Tikkun dergisini okuduğunu ve benim mücadele ettiğim amaçları sevdiğini söyledi.

7 yıl önce onun cenaze töreninde konuşmacı olarak yer almamı vasiyet etmiş.

Çok şaşırdım. Çok onore ve mahcup olmuştum. Çünkü ben böyle bir onuru hakettiğimi düşünmüyordum. Fakat ne olursa olsun, sözlerimi söyleme fırsatı harikaydı.

Sadece bir şey daha söylememe izin ver. Çünkü konuşmamızda buna daha sıra gelmedi. Ancak Tikkun ve Ruhani İlericiler Ağı’nın temel amaçları hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Bizim ana amacımız yeni bir taban çizgisi yaratmak.

Yeni taban çizgisi, bütün şirket ve hükümet politikalarını, eğitim sistemimizi, adalet sistemimizi ve kişisel davranışlarımızı bile verimli rasyonellik ve üretkenlik ile sorgulayarak, sevgiyi ve şefkati, nezaketi ve cömertliği, çevresel duyarlılığı, sosyal ve ekonomik adaleti azami ölçüye çekme hedefindedir.

Dünyaya bakıp orada metalaştırılacak veya satılacak herhangi bir şey var mı demek yerine, dünyanın ve evrenin içine bakıp kusuruyla ve şaşkınlık vermesiyle diyebiliriz ki “Burada bulunmak inanılmaz bir biçimde büyük bir lütuf!” Ben bilincimle, sınırlı bilincimle, şu an buradayım. Biz.. Yine de bilincimizle, evreni sadece açıklamak yerine onu kutlamalıyız. Bütün ihtiyacım olan bunları söylemekti.

Sizinle tanışmak ve konuşmak büyük bir zevkti, Haham. Son olarak okuyucularımız için bir şeyler söylemek ister misiniz?

Sizleri ve çalışmalarınızı kutsuyorum. Sevgi, cömertlik ve nezaket için mücadele edin. Ve sadece ekonomik haklar hakkında politika yapmayın. Ekonomik haklar bunun bir parçasıdır. Fakat bizim insanların duygusal ve ruhani ihtiyaçları hakkında da konuşmaya ihtiyacımız var. Sadece basitçe para veya diğer şeyleri biriktirmek yerine hayatlarımızın bağlandığı daha büyük amaçlara sahip olmalıyız. Ve senin parçası olduğun herhangi sosyal veya politik bir hareket benim odaklandığım diğer boyutu, yeni taban çizgisini içermelidir. Şefkat ve nezaket, cömertlik; işinde ve yaşamında sadece kendi çıkarların için yaşamak yerine daha yüksek amaçlara bağlandığın, bütün insanlığın hizmet etmenin yüce amacına bağlanan evrendeki yüksek erdem için.

Her şey için çok teşekkür ederiz.

Peki.. Tanrı korusun...