Dünya Hali: Absürt ve samimi mahalle vol bilmem kaç

"Dünya Hali", beklentilerin kaybolmadığını ortaya koyuyor. TRT, yayın politikasıyla seküler seyirciyi uzaklaştırırken, yılanı deliğinden çıkaracak bir tür olan komediyle reytingi toplamaya çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

TRT'nin buram buram "samimiyet" kokan ve ölçüsüz bir naiflik vaat eden yeni dizisi "Dünya Hali", geçtiğimiz haftalarda ekrana geldi. İlk dört bölümü yayınlanan diziyi "Tutunamayanlar"da olduğu gibi yine Osman Nail Doğan ve Murad Zaloğlu birlikte yönetiyorlar. Dedesinin vasiyetini yerine getirmek isteyen iyiliksever, dürüstlük timsali Sinan'ın yaşamını konu alan dizi, dostluk, aile ve aşk gibi temalar üzerinden ilişkileri yorumluyor. Çağımızın hırtlığı ve çürümüşlüğünü, yani bir bakıma çağa ayak uydurma halini bir ayak direme ile karşılayan "iyi insanlar tükenmedi" söylemini "dünya böylelerinin yüzü suyu hürmetine dönüyor" aşamasına sıçratarak politik bir kuyu açmaya niyetleniyor da diyebiliriz.

Dizinin, dilimizde artık tüy bitiren ve günün sonunda yazıp yazacağımızı ağdalı söyleyişlere mahkum edip büyük büyük sözler ettiren "kültürel iktidar" meselesinden bağımsız ele alınamayacağı açık. Buraya döneceğim ama önce okura konfor sağlamak için konuyu kısaca aktarıp karakter ve ilişkileri tanıtmaktan yanayım.

DÜNYA HALİ Mİ KARAMBOL HALİ Mİ?

Eray ve Murat Kaman Kardeşler'in başı çektiği bir ekibin kaleminden çıkan senaryosuyla "Dünya Hali" komedimizin genel eğilimini yansıtıyor. Öykünün geriye çekilip, gülünç an ve olayların öne çıktığı öte yandan durumlar, karakter ve ilişkilerin uzun süre birbirine bağlanmaya çalışıldığı, bazen bu bağlama işinin tamamen seyirciye bırakıldığı bir karambol hali... Yazının konusu karambolümüzdeyse Sinan (Caner Şahin) iki yıl evvel kaybettiği dedesinin vasiyetini yerine getirmeye çalışan temiz kalpli bir gençtir. Dünyaya göre fazla iyidir, dalavere çeviremediğinden hiçbir işte kalıcı olmaz. Zıpır kız kardeşi Zeynep (Selin Hasar) ve Zihni Sinir projeleri peşinde koşan babası (Şehsuvar Aktaş) ile aynı evi paylaşmaktadır. Çocukluk arkadaşı Azim (Ozan Çelik), meselelere her daim "yıkıcı" bir bakış açısıyla yaklaşan Yüksel (Mert Denizmen) ve dedesinin eski toprak tayfası Sinan'ın yaşamını doldurup günlerini şenlendirmektedir.

Sinan birçok başka şey gibi karşısına çıkana dek aşkın eksiğini duymaz. O, karşı cinse yalnızca dedesinin vasiyetini yerine getirmek için ilgi göstermektedir. Vasiyete göre, erken kalkan, eskiye değer veren ve bal porsuğuna benzeyen bir kız bulup evlenecektir. Böyle birini bulması, hele bu devirde hiç kolay değildir. Flashback'lerle Sinan'ın talip olduğu kadınları izler, kusurlarını görürüz. Erken kalkan yol almak bir yana karakola imza vermeye gidiyordur, bal porsuğuna benzeyenin sadece yüzü andırıyordur hayvanı, anlaşılan huyu suyu tutmuyordur. Eskiye değer vermesi beklenenin eski sevgilisiyse çapkın Azim çıkmıştır! Bu karamsar havayı dağıtan bir olay, dahası bir mucize yaşanır ve Sinan bir gün anket yaparken Taksim Meydanı'nda bir güzele vuruluverir. Adını ve mesleğini sonradan öğreneceği bu kadının peşine düşer, anket bahanesiyle dedesinin kıstaslarını karşılayıp karşılamadığını öğrenmeye çalışır. Kadın, saçma sorular karşısında yılınca uzaklaşıp kaybolur ancak kader ağlarını örer ve yolları beklenmedik bir yerde, adliye koridorlarında kesişir. Sinan silah zoruyla mafya Vural'a (Hakan Emre Ünal) yalancı şahitlik yapacaktır. Onu Vural'a bulaştıran da elbette tatlı bela Azim'dir. "Gizemli kadın" ise Kıvılcım (Pelin Abay) adında aileden zengin, idealist, hani biraz da şaşkınca bir avukattır ve karşı tarafı savunmaktadır. Vural ile tartıştığı sıra kendini bal porsuğuna benzeterek son kriteri de karşılayan Kıvılcım, Sinan'ın hayallerini süslemeye başlar. Fakat küçük bir sorun daha vardır. Vural da kendisini kafaya taktığı adalet savaşından etkilenip adeta şehvet devşirdiği bu hukuk insanına aşıktır!

Dizinin öyküsünü Sinan'ın iş yerine ve Vural'ın adamlarına değinerek noktalamak istiyorum. Sinan, hiçbir işte dikiş tutturamadığından bir anket şirketinde çalışmaktadır. Patronu Güven (Tolga Tekin) güven vermeyen, dengesiz bir tiptir. Önüne geleni kovar, aşkını parayla satar, hayatta kazanan ve sözü geçen (makbul) olmak için her yolu dener. Güven belli ki ilerleyen bölümlerde Sinan'ın başına nice çorap örecek. Mafya Vural ise paranın, sosyal ilişkilerin hatta artık sanatın dahi sanal bir düzleme kaydığı günümüzde sektöründen rahatsız olmuş, tövbe ederek sanal kabadayılık yapmaya karar vermiştir. (Tutunamayanlar'da mafya bu kez popüler edebiyat dergilerini mesken tutmuştu) Adamları Kutlucan ve Halis de eski ile yeninin temsilidirler. Kutlucan (Mekin Sezer), zevzek bir gençtir, "değer yargısı" diye bir şeyi muhtemelen hiç duymamıştır. Halis, iyi kötü kabadayılığın raconuna tabidir, hatta o kadar sahiplenmiştir ki bir sahnede cebinden "mafya sözlüğü" çıkarıp temizlemek ifadesinin anlamını bile düzeltir. Bu arada bir parantez açarsak Halis rolünde izlediğimiz ve yıldızı "Kolpaçino"da parlayan Hüseyin Elmalıpınar'ı "Kaygısızlar" dizisindeki Kürşat'a (Tevfik İnceoğlu) benzetiyorum. Elmalıpınar, İnceoğlu'na göre biraz daha hödük ve bitirim kalıyor ama ikisi de sağ kol olmanın hakkını veriyorlar. 

AK SAKALLI DEDE, ASALI AMCA, KANATLI DAYI YA DA MAHALLEDE KABAK TADI VEREN ABSÜRT!

Diziyi esprileri, olay örgüsü bakımından değerlendirdiğimizde arada kalıyoruz. İyi mi kötü mü karar vermek güç... Daha iyiye de gidebilir, "Tutunamayanlar" gibi birkaç bölüm sonra öyküsünü de tüketebilir; bunu zaman gösterecek ama şu haliyle -elbet TRT'de yayınlanışını bir tarafa bırakıp önyargısız yaklaşırsak- vakit öldürmeye yarayan, seyirciyi yormayan keyifli bir yapım diyebiliriz. Elbet henüz oturmadığını, karakterlerin yönünü aradığını not düşelim. Dizi ilerledikçe alınan tepkiler doğrultusunda eksikler giderilecektir ama tüm bu müdahaleler dahi olaylar hal yoluna koyulmazsa hiçbir işe yaramayacaktır. Kısacası yukarıda bahsettiğim o karambol halinin nasıl sonuçlanacağı önem taşıyor. Top kimin önünde kalacak mesela? Son dokunuşlar avantaj sağlayacak mı? 

DOĞU-BATI KAYNAŞMASI: KANGAL'A COOKİE DEMİŞSİN, O YİNE KÖY DERNEĞİNE GİTMİŞ!

"Dünya Hali"nin ilk bölümlerinde senaristlerin birkaç parlak esprinin yanı sıra Sivaslılık, şakacı patron, beyaz yakalının biten şarjı ve hicranı vb. klişelerden ekmek yemeye çalıştığını görüyoruz. Doğrusu "Sivaslılık" meselesini kendileri de Divriğili olan Kaman Kardeşler'in kurcaladığını varsayabiliriz fakat kahvede okey oynayan, otobüse binip memleketi Sivas'a giden Kangal köpeği komik mi yoksa itici mi kestirmek hayli zor. Şahsen dizinin genelinde olduğu gibi bu ve benzer esprilere tam arada kaldım. "Halay yerinde öldü" gibi kelime oyunları da diziye pek oturmuyor. Oturuyor görünüyor ancak oturmuyor. Oturuyor görünmesini sebebi "absürt dizi" mevzusunun herkesçe oluruna uydurulması. Her gelen bir taş atıyor, bir taş çekiyor ve absürt anlatı giderek Cookie'nin oturduğu okey masasına benziyor! Absürdün mahalle ile bağdaştırılması yapma, kolay tüketilir bir absürt taşıdı gündeme. Artık herkes mahalle bakkalına, kahveye, konu komşuya koşuyor ve yine herkes ak sakallı dedeye, asalı amcaya, kanatlı dayıya başvuruyor. Dolayısıyla son derece steril, "tuhaf ama bizden" kategorize edilmiş anlatılar izliyoruz. Oysa absürdün steril olmak gibi bir kaygısı yok. Yanı sıra tuhaflığın kaynağı bizzat "biz" olduğumuzdan "tuhaf ve biz" vurgusuna da ihtiyaç duyulmuyor.

İkinci problem ise absürdün durumla kurduğu sorunlu ilişki... "Absürt mahallede veya sıra dışı ailede durumun saçmalığı"na sığınıyor senaristler. Nedir ki absürdü eylemsiz kılıp yastık altına yatırım yaparcasına şirin bir tuhaflığa gömmek, ister istemez kavram kargaşası yaratıyor. Absürdün bir biçimde işletilmesi gerekirken iki-üç abuk karakter ve birkaç egzajere ilişkiyle iş görülmek isteniyor. "Dünya Hali" de maalesef böylesi bir kolaycılığı benimsemiş ve saçma durum, sevimli dejenere ilişkiler, aykırı karakterler hattında ilerlemeye çalışmakta...

KÜLTÜREL İKTİDAR, İDDİA KAYBI VE MAHALLEDE ISRAR

Kuşkusuz okura ezber gelebilir, TRT'de yayınlanan her diziye siyasi iktidarın propaganda faaliyeti olarak yaklaşmak... TRT'yi kültürel iktidar mücadelesinin biricik aracı saymak da pek akıl kârı olmayabilir. Aslında ezber sahiplerinin pek kabahati (kabahatimiz) yok, her şey "Leyla ile Mecnun"un TRT'den kovulmasıyla başladı ve TRT-2 hamlesiyle devam etti. Yayın hayatına yaklaşık on yıllık bir aranın ardından 2019'da dönen TRT-2 "hükümet kültür sanattan bihaber değil" iddiasının altını dolduruyordu. Hem bu ülkede sanat yapılacaksa onu da hükümet yapardı! Denerdi en azından! Fakat diğer yandan kadrosu Gezi'ye karıştığı için final dahi yapmadan bitirilen "Leyla ile Mecnun" (2011-2013) öyle bir yara açtı ki kanalın güldürüleri bir daha toparlayamadı. Hani "türbülansa girdi" desek yeridir. Geçmek bilmeyen sallantıda şiveli Ege güldürülerine ve barışmalı küsüşmeli aile samimiyetine sığınıldı, tabii mahalleye inildi. Defalarca...

"Dünya Hali" de kültürel iddianın küçülerek sürdüğünü, beklentilerin azalsa bile kaybolmadığını ortaya koyuyor. TRT, yayın politikasıyla seküler seyirciyi uzaklaştırırken, yılanı deliğinden çıkaracak bir tür olan komediyle kaçan reytingi toplamaya çalışıyor. Burada şüphesiz bir kepçe-çay kaşığı ölçüsü söz konusu... TRT ağzıyla kuş tutsa önyargıları yıkamayacak. Ancak olur da seyircide bir yılgınlık gelişirse (seyirciyi tüketici kimliğiyle ele alırsak çoğu boykotun da aslında "istem dışı" ve örgütsüz kaynaklandığını, uzun ömürlü olmadığını anımsıyoruz) ortalamaya hitap eden, belli bir jargonda ısrar etmeyen güldürüleri şans yakalayabilir. Bu noktada ortalamaya sunulacak düzlemin mahalle samimiyeti olarak belirlendiği anlaşılıyor. Mahalle-samimiyet ekseninde gelişen absürt olaylara demir atılmış. Peki, bu ısrar sonuç verir mi?

Mahallenin seyircimizde her dönem karşılık bulacağını söyleyebiliriz. Ne kadar kutuplaşsak da yeri geldiğinde (bugün artık) hiç tanımadığımız, belki tanısak hiç sevmeyeceğimiz komşumuzu dahi sahiplenebiliyoruz. "Biz olmaya" hasreti dinmeyen bir toplumuz. Bu bakımdan mahalle anlatıları da cazibesini koruyacaktır. Buna karşın TRT'nin mahalleyi araçsallaştırması antipatiye yol açıyor ve "doğru yaşam biçimi budur" yargısı maalesef öykülerin önüne geçiyor. "Leyla ile Mecnun"un farkı mahalle ilişkilerini öne çıkarmakla birlikte "doğru yaşam biçimi" dayatmaması, derdini bağıra çağıra anlatmamasıydı. Aynı özene yeni öykülerde şahit olamıyor, haliyle taklit duygusuna kapılıyoruz. İçeceğin çay ile limonatadan, yaşam alanının aileden ve sosyal ortamın mahalleden ibaret olduğu bir dünya projesinin virali haline geliyor TRT güldürüleri... "Mahallede ısrar" giderek "mahallede muhafaza" anlamına bürünüyor. "Dünya Hali", bu ezberi bozar mı? Kolay değil ama zaten bir servis önerisinde bulunmak gerekirse onu bu ezberi bozmayacağını unutmadan ve beklentiyi yükseltmeden tüketmeliyiz. Tadını daha iyi alabilmek adına..