Diyarbakır Barosu’nun varlığı 'hukuk devleti’nin teminatıdır

’Hukuk ve ilkeleri, etkin/elverişli savunan Diyarbakır Barosu’nun varlığı hukuk devleti ve bu ülkede yaşayan herkes için büyük bir şanstır.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet KAYA*

Kürdistan Federal Bölgesi’nin Zaxo ilçesi kırsalında TSK’nin bombardımanı sonucu aralarında çocuklarında olduğu siviller yaralandı ve 9 kişi yaşamını yitirdi. Diyarbakır Barosu; insan haklarına ve hukuka duyarlılığın gerektirdiği ölçü ve reflekslerle bu olayın vahametine anında dikkat çekti; soruşturma açılmasını istedi. Roboski olayı gibi bu olayın da Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmaması için Diyarbakır Barosu’nun açıklaması ve yaklaşımı oldukça önemliydi. Açıklamanın kıymeti ve ağırlığı ortaya çıkan sonuçlardan da açıkça anlaşıldı. Anayasal, toplumsal ve tarihsel sorumluluğunun gereğini yaptığı için takdir edilmesi gereken Diyarbakır Barosu ne yazık ki bir hukuk devletinde olmaması gereken şekilde haksız ve hukuka aykırı olarak tehditlere ve soruşturmaya maruz kaldı.

Peki bu fütursuzluğun nedeni ne?

Eski Ahit'te Tanrı Kâbil'e sorar: "Kardeşin Hâbil nerede?"

Kâbil: "Ben kardeşimin bekçisi miyim?" der.

Levinas'a göre Kâbi’lin cevabı ahlaksızlığın başlangıcıdır. Çünkü bu yaklaşımla sorumluluk fikri iptal edilirken, ontolojik ayrılık onaylanmıştır. Diyarbakır Barosu sorumluluğun gereğini yaptığı için bu fütursuzluklarla karşı karşıya kalmaktadır.  Levinas’ın belirttiği şekilde ontolojik ayrılığı ve ahlaksızlığı huy edinenler ise Diyarbakır Barosu’nun ‘’milli güvenliği tehdit ettiği’’ iddiasında bulundular. İddia, iddia sahipleri ve Diyarbakır Barosu’nun sorumlu duruşu bir arada değerlendirildiğinde saldırılar ve saldırıların amacı daha da anlaşılır olmaktadır. Son dönemde kadınlar, LGBTİ , mülteciler, aleviler, Kürtler vb. toplumun farklı renklerine karşı gelişen nefret söylemi ve nefret suçları nasıl ki siyasal iktidardan bağımsız değilse Diyarbakır Barosu’na karşı geliştirilen tutumu da ayrı düşünmek mümkün değildir.

Siyasal iktidarlar ve iktidarlardan güç alanlar bu haksız ve hukuksuz tutumu sürdüredursun Diyarbakır Barosu’nun açıklaması bırakınız ulusal güvenlik tehdidi oluşturmayı tersine demokratik hukuk devletinin gereğidir. Böylesi açıklamalar Türkiye’de hukukun kurumsallaşması, hukuk egemenliğine ve güvenli bir geleceğin oluşumuna hizmet ettiği halde Diyarbakır Barosu’ndan Kabil’in tavrını göstermesini bekleyenler/dayatanlar nafile çaba içindeler.  Mahatma Gandhi’nin sözleriyle ifade etmek gerekirse Diyarbakır Barosu; gücünü fiziki bir kapasiteden değil boyun eğmeyen iradesinden almaktadır. Kurulduğu 1927 yılından bu yana demokrasi ve hukuk mücadelesinde verdiği bedellerle maruf olan Diyarbakır Barosu, son olarak ebedi başkanı Tahir Elçi’yi derin güçlerin menfur bir saldırısında kaybetmişti. Şimdi de mevcut başkan ve yönetim kurulu üyeleri aynı derin güçlerin menfur tehditleriyle karşı karşıyadır. Bu saldırılara karşı ‘‘Ebedi başkanımızın durduğu yerdeyiz’’ cevabı tarihsel, hukuksal ve kültürel birikimin eseridir.

DEVLET OLMA KEYFİLİK HAKKI VERMEZ

Diyarbakır Barosu’nun haklılığı ve hukuka bağlılığın anlaşılması bakımından demokratik rejimlerde iktidarlara, iktidarların denetim dışına çıkması halinde denetimin nasıl ve ne şekilde sağlanacağına, bu denetimlerde baroların rolüne, bu rolün yerine getirilip getirilmemesinin ne anlama geldiğine bakmak lazım. Öncelikle bilinmesi gereken devlet toplumdan üstün, ondan soyut bir değer değil, toplumsal anlaşmanın ürünü olan bir hizmet aygıtıdır. Bu çerçevede nasıl ki toplumu oluşturan kişiler hukukla bağlı olacaksa toplumdaki en büyük örgütsel yapı olan devlet de hukukla bağlı olmalıdır.  Devlet adına gücü elinde bulunduranların Roboski ve Zaxo olaylarında olduğu gibi devlet gücünü keyfi olarak kullanımın önüne geçmek için hukuk devleti ilkesi geliştirilmiştir.

Hukuk devletinin temel ilkesi olan yargı denetimi güvencesine rağmen devlet gücünü elinde bulunduranların bazı işlemlerinin denetim dışı kaldığı görülmektedir. Bu tür hallerde de yargı dışı kurumlar geliştirildi. Basın ve sivil toplum denetimi gibi.  Dolayısıyla hukuk devleti, sadece mahkeme önlerinde hakkın savunulması değil, yargı dışı yollardan da hak arama mekanizmalarının geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Çağcıl bu tablonun gerçekleştirilmesinde hem yargının kurucu unsuru hem de sivil toplum örgütü niteliğiyle barolar en önemli yeri işgal etmektedir. Barolardan daha fazla bu rolü hak eden kurum ve kuruluş yoktur. Zira yukarıda ifade edildiği gibi barolar hem yargı içi kurumlardır hem de sivil toplum örgütü olması nedeniyle yargı dışıdır. İki fonksiyonlu yapısı nedeniyle hem içerden hem dışardan denetim yapma yetkisine haizdir. Bu nedenle iktidarların ve idarenin yasa dışına çıkması halinde öncelikle söz söyleme hakkına sahiptir. ‘’Devlet olma keyfilik değildir’’ diyerek uyarılarda bulunurken gücünü bu niteliklerinden almaktadır.

DİYARBAKIR BAROSU KLASİK BARO ANLAYIŞINI AŞMIŞTIR

Yasa koyucu bu nedenle insan haklarını korumak ve hukukun üstünlüğünü sağlama görevini barolara vermiştir. Yani baroların varlık nedeni çağın değerleri de dikkate alındığında tıpkı Şırnak Barosu’nun yaptığı gibi orman kıyımına karşı çıkarak ekolojik sistemi korumaktan tutalım da yaşama dair her hakkın korunması ve kollanmasını içermektedir. Diyarbakır Barosu’nun tarihine ve hukuk mücadelesine baktığımızda hakkıyla bu görevi yapan biricik baro olduğu görülmektedir. Meselenin daha da iyi anlaşılması bakımından bazı örnekleri vermekte fayda vardır. Örneğin Ankara Barosu işkence raporlarını yayınlamama kararlarıyla geleneksel baroculuk yaparken Diyarbakır Barosu aynı dönemde sıfır işkence olduğu söylenen Türkiye’de yayınladığı raporlarla işkencenin varlığını ortaya koymuştur. Devletin merkezi bürokratik yapısının kötü bir kopyası olan mevcut baroculuk anlayışının düşünüş, uygulama ve işleyişini tümden reddeden; evrensel hukuk ilkelerine bağlı, savunma mesleğinin evrensel itibar ve misyonuna uygun davranan Diyarbakır Barosu, Kürt toplumuna yaşatılanlara karşı gösterdiği tepkilerle de diğer barolardan ayrılmaktadır.

Bilindiği üzere hem Roboski hem de Zaxo olayları gibi toplumu derinden sarsan olayların yine sınır ötesi harekatlarla bölgesel barışın tehdit edilmesinin nedeni ülke içinde bir türlü çözül(e)meyen Ķürd sorunudur. Yüzyılı aşkın bir geçmişi, şiddet kullanımını da içeren yıkıcı boyutu ve uzun süredir devam eden çözüm girişimlerine direnç göstermesi nedenleriyle zorlu sorun olarak nitelendirilen Kürd sorunundan kaynaklı yüzbinlerce hukuk dışı olay yaşanmıştır. Bu olaylara karşı Diyarbakır Barosu ve bölge barolarıyla diğer baroların tutumuna baktığımızda hangi baroların siyaset yaptığı hangi baroların anayasal görevini yerine getirdiği hemencecik anlaşılmaktadır. Örneğin Diyarbakır Barosu, Trabzon ve Mersin’de Kürdistan Federal Bölgesi vatandaşlarının, Türkiye’nin birçok yerinde Kürd işçi ve öğrencilerinin saldırıya uğramalarına anında tepki vererek hukuka ve yasalara uyulmasını istemiş nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele etmiştir. Bölge baroları dışında diğer barolar bu hak ve hukuk ihlallerine sessiz kalmıştır.  Yine Kürd sorununun çözümüne ilişkin önerilerini muhataplarına birinci elden vermekten tutalım da kadına karşı cins kırımıyla ve yargıdaki cinsiyetçi dille mücadeleye kadar; LGBTİ haklarından, farklı inanç gruplarının haklarına, doğaya, hayvan haklarına kadar yaşamın her alanında yaşanabilir bir toplum, ülke ve dünya özleminin aktif hak savunucusu olmuştur. Dolayısıyla Diyarbakır Barosu yasanın yüklendiği sorumluluğu yerine getirdiği için hukuksal mücadele yürüten kurum olarak anılırken ‘‘devlet ne yaparsa yapsın doğrudur, aksi söz devlete zarar verir’’ diyenler ise ideolojik ve siyasal tutumları nedeniyle hukuksal bir kurum olmaktan çıkarak siyaset kurumuna yaklaşmışlardır.

Özcesi Diyarbakır Barosu’nun çağdaş baroculuk anlayışına karşı diğer baroların klasik baroculuk anlayışını aşamamaları ve farklı tutumlara girmeleri manidardır. Baroların içinde bulunduğu durum ne olursa olsun Diyarbakır Barosu’nun açık bir şekilde klasik baroculuk anlayışını aştığı görülmektedir.

DİYARBAKIR BAROSU ETKİN BARO'CULUĞUN SEMBOLÜ

Diyarbakır Barosu bu yaklaşımıyla Türk Hukuku'nun her yönü ile gelişmesine, hukukun evrensel ilke ve esaslarının uygulanmasına (gerek kuralın koyulmasında ve gerekse uygulanmasında en isabetli olana), dürüstlüğe ve eşitliğe ulaşmaya kadar her alanda ciddi katkılar sunmuştur. Aslında Diyarbakır Barosu’nun bu yaklaşımı ve hedefleri her avukatın, her baronun ve Barolar Birliği’nin durması gerektiği yerdir. “Kuvvetler ayrılığı” prensibine uygun olarak etkin çalışmalar yapan Diyarbakır Barosu insan hak ve hürriyetlerinin korunması konusunda öneri, itiraz, talep, teklifleriyle baroculuğun nasıl yapılması gerektiğini göstermesi bakımından örnek bir barodur ve bu durumu hukuk devleti adına sevindiricidir. Türk Hukuku'nun kural ve uygulamada aksayan yönlerinin bir an evvel düzeltilebilmesi için üzerine düşen çalışmaları yapan ve sorumlulukları da yerine getiren Diyarbakır Barosu’nun bu yaptıkları siyasi faaliyet olarak yorumlanamayacağı gibi yorumlayanlardan da şüphe duyulmalıdır.

Öte yandan ülkenin hukuk düzeni ile ilgili aksayan yönleri dile getirmek ne bir ideolojinin ne de bir siyasi faaliyetin yansıması olarak algılanmalı. Zira Diyarbakır Barosu bu çalışmalarda siyasi görüş, inanç ve önyargıyla hareket etmemekte, çalışma, açıklama, itiraz, tespit ve taleplerinde, herkese eşit mesafede durarak, kim olursa olsun tüm insanların hak ve hürriyetlerini savunarak ve haksızlığa karşı durarak görevini yapmaktadır. Bu karşı duruş, kimi zaman iktidarların aleyhine olduğu için iktidar sahiplerini rahatsız etmektedir.

Tarafsız ve demokratik bir şekilde düşüncelerini ortaya koyan, kendisini hiçbir güce teslim etmeyen, siyasi bir gücün etkisiyle hareket etmeyen Diyarbakır Barosu’nun, “hukuk devleti” ilkesine aykırı hareket ettiği herhalde söylenmeyecektir. Tam tersine siyasal iktidarın etkisiyle veya kimi hassasiyetlerle belirttiğimiz tüm haksız ve hukuka aykırı uygulamalara sessiz kalan baroların ve barolar birliğinin tutumu hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gibi politik kabul edilmelidir.  Çünkü sivil insanların öldüğü olaylarda olayı gerçekleştirenleri destekleyen ve Diyarbakır Barosu’nu hedef gösteren kimi baroların siyasi saiklerle hareket etmediği her halde söylenmeyecektir.

Siyasi, iktisadi, kültürel, ideolojik krizin devletin her mekanizmasında kokuşmuşluğa yol açtığı bu dönemde Diyarbakır Barosu’nun yaklaşımına bir kez daha değer vererek kulak verme herkesin faydasınadır. Michel Foucault, ‘‘İktidarın Gözü’’ adlı çalışmasında ‘‘İktidar yoldan çıkarır, yönetenler kördür. Yalnızca iktidar karşısında mesafeli olanlar, zorbalığa hiçbir bakımdan bağlı olmayan kişiler hakikati keşfedebilir” demektedir. Diyarbakır Barosu tam da Foucault’un söylediği noktada olduğu için hukuk devletine sahip çıkmaktadır. Bu nedenle sonsöz olarak; ‘’hukuk ve ilkeleri, etkin/elverişli savunan Diyarbakır Barosu’nun varlığı hukuk devleti ve bu ülkede yaşayan herkes için büyük bir şanstır’’ sözü yerinde olacaktır.

*Avukat- Diyarbakır Barosu