Diren Hatay

Üç bin yıllık kadim bir geleneğin değerleri gözetilerek Hatay yeniden kurulmalıdır. Bugün Hatay bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın şahsi meselesidir. Ona sahip çıkalım. Dayanalım, direnelim.

Google Haberlere Abone ol

Ateş Yersu Gök

“Dayanın, direnin. Daha güzel bir gelecek için çabalayın.”

Böyle dedi Aeneas, kaygılı yüzünde umut.

Aeneas Destanı

Troya düşmüştü. O Troya ki bir zamanlar dünyanın en güzide şehri, bütün medeniyetlerin gözbebeğiydi. Ama bu güzel şehrin düşmesi hiç de kolay olmamıştı. Dile kolay on yıl Akhalar ve Troyalılar birbirleriyle savaşmıştı. Savaş sanki hiç son bulmayacaktı. Hem Troya’nın surları öyle kuvvetli döşenmişti ki onu aşmanın tek yolu hileydi. Ve Kurnaz Odysseus geç de olsa sonunda Troyalıların en büyük zaafını bulmuştu: Troyalılar saftı. Ve Odysseus’un zekice planıyla Akhalar, Troyalılara teslim olduklarını bildirip, onlara tahtadan yapılmış devasa bir at bırakmıştı.

Troya Atı, evet o hepimizin bildiği Troya atı....

Tahta atın başında nöbet tutan Akhalı bir asker Troyalılara şu sözlerle seslenmişti: “Bu at, Tanrıça Athena adına yapıldı. Eğer ona zarar verirseniz Tanrıçanın gazabını üzerinize çekersiniz. Ama eğer onu surlarınızdan içeri alırsanız Athena tarafından gelecekte ödüllendirilirsiniz.”

Ve Troyalılar, düşmanın sonunda çekildiğini umarak kapılarından içeriye Troya Atını almıştı. Oysaki bu savaşı tayin edecek olan, içinde Odysseus ve en güçlü Akhalı askerleri barındıran Troya Atıydı...

Aynı akşamüzeri, Troyalılar zaferlerinden emin olarak zafer sarhoşluğuna tutulmuştu. Düşmanını en korumasız olduğu anda yakalayan Akhalar ise ansızın Troya'yı ele geçirip kıymetli şehri kısa sürede yakıp yıkmış, günün sonunda koca bir uygarlık savaşla değil hileyle yok olmuştu. Ve bu on yıllık amansız savaştan geriye yalnızca büyük bir yıkım ve gözü yaşlı binlerce insan kalmıştı.

O gözü yaşlı insanlardan biri de gelecekte Roma İmparatorluğu’nun atası olacak olan Aeneas’tı. Savaş bittikten sonra yersiz yurtsuz kalan binlerce Troyalı Aeneas’ın liderliğinde yeni bereketli topraklar bulma umuduyla Akdeniz’e yelken açmıştı...

Ama yolculuk zordu; dalgalar hoyrattı ve hayat geçmişte olduğu gibi yine Troyalılara acımıyordu.

Bir gün Aeneas; mazisinde yitirdiği Troya, önünde ise korkunç bir bilinmezlik olan yoldaşlarının karşısına geçip onlara şöyle cesaret vermişti: “Dayanın, direnin. Daha güzel bir gelecek için çabalayın.”. Ve dayanan, direnen Troyalılar çetin yolculukların sonunda yeni Troya'larını kurmuşlardı: Yani Roma’yı.

6 Şubat gecesi Medeniyetler Şehri büyük bir yıkıma uğradı. O Hatay ki dünyanın en kozmopolit kentlerinden biri, bütün medeniyetlerin gözbebeğiydi. Tıpkı bir zamanların masallarda yer alan Troya'sı gibi. Ama Hatay’a sahip çıkmak bugün bizlerin elinde. Ben inanıyorum ki şu an sahipsiz bırakılmış, kaderine terk edilmiş gibi görünen bu şehir içinde yaşayan insanların ve bu şehre değer veren dünyalıların katılımıyla kısa sürede küllerinden yeniden doğacak. Troya’nın halefi Roma’ydı. Ama Hatay’ın bir halefi yok. İkinci bir Medeniyetler Şehri dünyada yok ve olamaz da. Tıpkı ikinci bir İstanbul’un, Paris’in olmaması gibi.

Hataylılar Troyalılar gibi dünyanın farklı yerlerinde yeni Hatay’lar kurmaya çalışmayacaklar. Çünkü Hatay’ı hep birlikte; aşkla, sevgiyle, şiirle, mücadeleyle, arzuyla, dayanışmayla yeniden yaşatacağız. Bu şehirde yeniden dünyaya açılan sofralar kurulacak ve bugün enkaz içerisinde olan, dünyanın ilk aydınlatılan caddesi bir gün yeniden pırıl pırıl parlayacak. Manastırlar, camiler, kiliseler, sinagoglar tekrar ibadete açılacak. Dünyanın farklı yerinden gelen insanlar Hatay’ın kozmopolit atmosferi karşısında yine gıpta edecek. Defne ağacının ölümsüz öyküsü Harbiye Şelalesi'nde yine dillendirilecek…

Depremde büyük oranda binaları hasar gören, yıkılan ve sosyal yaşamı tamamıyla ortadan kalkan Hatay bölgesini, tarihi dokusunu ve kültürünü muhafaza edecek şekilde yeniden canlandırmalıyız. Hatay’ın tarihi dokusuna, binbir kültürü içinde barındıran zengin sosyo kültürel şehir hayatına sahip çıkmamak onu ikinci kez yıkmaktan farksız olur. Çünkü bir şehri şehir yapan onun içinde yaşayan insanlar, bir şehre kimlik kazandıran ise onun sahip olduğu otantik dokudur. Eski Antakya evleri kişiliksiz binalara terk edilmemelidir.  Hatay’ın kozmopolit hayatı yaşanan geçici göçler sebebiyle sıradan bir şehir yaşantısına dönüşmemelidir. Üç bin yıllık kadim bir geleneğin değerleri gözetilerek Hatay yeniden kurulmalıdır. Aksi takdirde ruhsuz, geçmişini acı ve özlemle aratan bir kent olarak karşımıza çıkacaktır. Halk, gönüllüler, uzmanlar, gençler, yaşlılar bu şehrin küllerinden yeniden doğması adına birleşmelidir. Geçici değil kalıcı, kırılgan değil sağlam, kısa dönemli değil sürdürülebilir çözümler üretmek Medeniyetler Şehri’ni tekrardan ayağa kaldırmak için esastır. Depremzedeler için yapılan milyonlarca dolarlık bağış, kentlere yapılan büyük sermaye aktarımı niteliksiz ve kişiliksiz bir kentleşmeye sebep olursa Hatay’ın kadim geleneği de yok olur. O zaman Medeniyetler Şehri yaşayan bir değer olarak değil, sembolik bir değer olarak kalır.

Kalbimiz durduğunda değil, evrensel değerlerimiz yittiğinde ölürüz. Bugün Hatay bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın şahsi meselesidir. Ona sahip çıkalım. Dayanalım, direnelim. Daha güzel bir gelecek için çabalayalım. Aeneas gibi, kaygılı yüzlerimizde her daim umut olsun...