YAZARLAR

Devlet insan mı?

Soru önemli, sahibi şimdilerde adı pek anılmasa da, Türkiye’de düşünce ve edebiyat hayatına önemli katkılarda bulunmuş bir isim. Cemal Süreya’nın vakti zamanında edebiyatçıların cumhurbaşkanı adayı olarak önerdiği Vedat Günyol 20 Ağustos 1972’de soruyor, 'Devlet insan mı' sorusunu.

Yayın yönetmeni yeni devlet hayırlı olsun müjdesini verdikten sonra söyleyecek bir şey kalmıyor. O yeninin ilk ve temel özelliklerine işaret ediyordu. Öyleyse biz de gidenin, gitmekte olanın ne olduğuna bakalım. Onun neden gittiğini, gelen ve gelmekte olana yolun, yolların nasıl açıldığını da anlarız belki böylece.

En iyisi 50 yıl kadar önce sorulan bir soruyu yineleyerek başlamak: Devlet insan mı?

Soru önemli, sahibi şimdilerde adı pek anılmasa da, Türkiye’de düşünce ve edebiyat hayatına önemli katkılarda bulunmuş bir isim. Cemal Süreya’nın vakti zamanında edebiyatçıların cumhurbaşkanı adayı olarak önerdiği Vedat Günyol 20 Ağustos 1972’de soruyor, “devlet insan mı” sorusunu.

Her şeyden önce bir yurttaşın sorusu bu.

Uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuş, devlet memurluğundan 60 yaşında “I. Derece”den emekli olmuş, memurluğun ötesinde; eğitimciliğinin yanı sıra yazarlığı, çevirmenliği, yayıncılığıyla da gönüllü kamu hizmetini gençlik yıllarından son nefesine dek sürdüren bir yurttaşın sorusu. Tüm bunlarla birlikte hukukçu bir yurttaşın sorusu.

SORAN KİM?

1938’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Paris’te başladığı devletler hukuku doktorasını II. Dünya Savaşı nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kalan Günyol, on yıl sonra dönüp, Devletler Hukukunda Birey konulu teziyle tamamlamış. Zorunlu olarak yurda döndüğünde, mezun olduğu fakültede kamu hukuku asistanlığı ve Fransızca okutmanlığı yapmış. 1950’den başlayarak sekiz yıl avukat olarak çalışmış, uluslararası bir bankanın hukuk müşavirliğini üstlenmiş… Kısacası, akademisyen ve profesyonel hukukçu olarak da soruyor Günyol: Devlet İnsan mı?

Ancak Günyol kendisini hiçbir zaman “hukukçu” olarak görmedi, sunmadı.

Etik bir seçim miydi bu, bilinmez. Öğretmenliği de “meslek” olarak gördüğünü sanmıyorum. Neredeyse tüm yaşamını verdiği deneme – eleştiri yazarlığı, çevirmenlik, kendi maaş ve diğer kazançlarıyla finanse ederek 25 yıl sürdürdüğü yayıncılık da onun için “meslek” değil, gönüllü uğraşıydı. Birey, yurttaş, insan olarak kendini var ettiği gönüllü ve zorunlu uğraş.

Ortaokul – lise öğretmenliğinin ötesini istememesi, bu tutumun göstergesi olsa gerek. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde gönüllü eğitmenliği de öyle. Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü ve Tercüme Bürosu (1942 – 1948), İslam Ansiklopedisi Yazı Kurulu (1949 – 1959) üyelikleri, Günyol için çalışma yaşamında bilişsel, düşünsel birikimini kamusallaştırmanın önceliğini ortaya koyar. 1952’de Ufuklar adıyla başlayan, 1953’den 1976’ya Yeni Ufuklar adıyla 275 sayı süren dergiciliği de aynı tutumu sergiler. 1959’dan 1977’ye dek etkinliğini sürdüren Çan Yayınları’nı da bunlara eklemek gerek.

Yeni Ufuklar, 1950’lerden 1970’lerin başına dek Türk edebiyatında birkaç kuşağın hem kılavuzu hem doğum yeridir. Özellikle ilk on yıl, birbirine karşıt sayılacak iki eğilimi bir arada besler, barındırır: İlk ürünlerini veren Köy Ensititülüler’in yerelliği, toplumsallığı önde tutan söylemiyle, dönemin Batı düşünce ve edebiyatından esinlenen varoluşçuluk, yabancılaşma çizgisindeki ürünler, çeviriler yan yanadır dergide. Orhan Duru, Ferit Edgü ilk çıkışlarını Yeni Ufuklar’da yapar. 1960’larda yeni kuşaklarla; Selim İleri, Nedim Gürsel’le sürecektir yenilikçi tavır.

Yılmaz Pütün, namı diğer Yılmaz Güney, derginin gönüllü Adana – Çukurova temsilcisi, dağıtıcısı, cebinden koyduğu paralarla onlarca abone sağlayıcısıdır. İlk öyküleri de Yeni Ufuklar’da yayımlanır. Keza Ferhan Şensoy’un ilk öyküsünü de yine orada yayınlanır: Yeni Ufuklar sayı 202, Mart 1969.

Genç kuşaklar ilk ürünlerini yayınlamanın yanında “telif ücreti”ni ilk kez Yeni Ufuklar’la, yani Günyol’la tanır, kazanırlar.

Daha çok şey söylenebilir Günyol’un dersliklerden dergi sayfalarına, küçücük yayınevi bürolarına, oradan dostları, öğrencileriyle paylaştığı evlerine uzanan eğitmenliği, paylaşımcılığı, iletişimciliği için. Yazdıklarından, çevirip Türkçeye kazandırdığı birçok yazardan, yapıttan hiç söz etmedik ama şimdilik duralım ve soruya, bir başka soruyla birlikte dönelim.

Ne zaman ve neden soruluyor devlet insan mı, sorusu?

DEVLETLE KARŞILAŞMALAR

Vedat Günyol, kadrolu - maaşlı memurluktan önce gönüllü kamu hizmetlisi olarak görev üstlendiği devletle iki kez de “sanık” sıfatıyla karşılaştı. İlki 1964’de, ikincisi 1971’de. Her ikisinde de 1940’larda MEB yayın ve çeviri bürosundan beri kendi deyişiyle “kafa-gönül dostu” Sabahattin Eyuboğlu’yla birlikte yargılandılar.

eyuboglu-gunyol
Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol

 

Fransız devriminin radikal önderlerinden Babeuf’den derleyip çevirdikleri Devrim Yazıları’nı 1963’de Çan Yayınları’nda yayınlamışlardı. 27 Mayıs 1960 darbesi, “devrim” olarak alkışlanmıştı Türkiye’de ama Eyuboğlu’nun da aralarında olduğu 147 kişi üniversiteden atılmıştı… Darbeci ekip kendi içinde ayrışmalar yaşarken Albay Talat Aydemir de yolundan saptığını düşündüğü “devrim”i gerçekleştirmek üzere karşı darbe hamlesinde bulunmuştu 1962 ve 1963’te. Son hamle sonrası tutuklanmış, yargılanmış ve idama mahkum edilmişti.

Aydemir infazı beklerken Devrim Yazıları’nı okuyordu. Kitap, Babeuf’ün giyotine gitmeden önce eşine ve çocuklarına yazdığı mektupla son buluyordu. Mayıs 1797 tarihli mektubun sonundaki “Erdemli bir uykunun koynuna dalıyorum” tümcesinin altına Aydemir, “Büyük Allah beni bu sayfadan mahrum bırakacak, inancım tamdır,” notunu düşmüştü 2 Temmuz 1964 gecesi. Üç gün sonra darağacında son nefesini vermişti. Ailesine teslim edilen eşyaları arasında Babaef’ün kitabı da vardı.

Bu bilgi her nasılsa basına sızdırılmıştı. Darbeci albayın son günlerinde bile elinden bırakmadığı “Devrim Yazıları” için toplatma kararı çıktı. Çevirmenler yargılandı. Babeuf Davası iki yıl sürdü ve ayrı kitap oldu.

***

Günyol – Eyuboğlu ikilisi 12 Mart 1971’deki askeri darbe sonrası bu kez gizli örgüt kurmaktan tutuklanıp yargılandı. Tilda Kemal, Azra Erhat ve Eyuboğlu’nun eşi Magdi Rufer’in telefon konuşması dinlemeye takılmış, oradaki “trio kurma”, kayıtların deşifresinde TKP kurmaya dönüşmüştü. Dört ay tutukluluk sonrası Günyol, Eyuboğlu ve Erhat 3 Kasım 1971’deki ilk duruşmada beraat etmişti.

Kendini kamuya adayan Eyuboğlu için yıkım olmuştu yargılanma ve tutuklanma. 10 Ocak 1973’de hayata gözlerini yumdu.

Günyol, yenilenmiş olarak çıkmıştı hapisten. Geride bıraktığı tüm yaşam deneyimi, düşünce birikimiyle kaleme alır Devlet İnsan mı başlıklı yazıyı. Kuramsal tanımla başlar tartışmaya.

Hukuk okuyanlar bilir, devletin insanlardan ayrı bir varlık diye tanımlandığını. Duguit diye bir hukuk kuramcısı böyle diyor. Devlet, kendini meydana getiren insanlardan apayrı tüzel kişiliğe sahip bir varlıkmış, yani o insanlardan bağımsız, onların üstünde, insan istemini aşan, kendi istemini insanlarınkinden üstün tutan bir varlık.

Son paragrafa geldiğinde fiili, tarihsel gerçeklikle başlıktaki soruyu yanıtlar Günyol:

devlet denen koca varlık, istesek de istemesek de, bir insan niteliğindedir, yani onu yönetenlerin renginde, isteminde, özleminde bir varlıktır sadece. Devlet bir insan mıdır diye sormuştum başlangıçta. Evet, diyorum, devlet bir insandır, ya da devlet gücünü elinde tutanların tâ kendisidir çoğu zaman. Louis X IV boşuna mı demiş «devlet benim» diye.

***

Sorusu olan?