Demir yumruğu gevşetmek: Açlık Eylemleri - Şili
Şili’nin 1982’den başlayarak yaşadığı Ulusal Protesto günleri sendikalar tarafından başlatılan ancak çok sayıda halk örgütünün katıldığı günler olur. Ayrıca yasaklanmış siyasal partiler ve muhalefet hareketlerince ortaklaşa demokratik talepler dile getirilir. İşçiler, işsizler, gençler… Hepsi birlikte Açlık Eylemlerini yaratır. İşte bu günler diktatörlüğü ‘sallamaya’ başlar ve siyasal partiler de ilk kez ayaklarını kapı aralığına koyarlar.
Düzenin siyaset sahnesi, her zaman iyimserliği dayatır. Her cepheden kurulan cümleler birinci çoğul kişi ile başlar, ‘-ecek/acak’ ile biter. İyimserlik elbette faydalıdır, hele ki devrimciler için: Bir düşünceyi diri tutar, çözülmeyi engeller, heyecan ve güven verir. Fakat tek başına yetersizdir, dozu kaçırılınca da yıkıcıdır.
Kulağa garip geliyor ancak kötümserlik de öyledir. Bakmayın içinde ‘kötü’ geçtiğine, karanlıkta yolunu bulmak isteyene en az iyimserlik kadar lazımdır. İyimserlik ve kötümserlik, ancak akılda birlikte tartıldığında çakılan kıvılcım saman alevi olmaktan kurtulur.
Mesela iyimserlik… Zannederiz ki iyimserliği fazla kaçırmak, güneşli günlere has bir ‘şımarıklıktır’. Oysa şaşırtıcı bir şekilde iyimserlikte aşırıya kaçılan anlar, karanlığın da en yoğun olduğu anlardır.
Farz edelim ki ‘bundan kötüsü olmaz’ dedikçe hava bizle dalga geçercesine üzerimize daha fazla kara bulut yığmış. Hem de hiç beklenmedik felaketleri getirmiş bu bulutlar. Bulutsuzluk Özlemi’nin de dediği gibi, günlerin getirdiği bizim yitirdiklerimiz. Sanki hiç umut yok, çok yorgunuz. Böylesi anlarda herkesin gölgesi kendinden daha büyük görünmez mi gözümüze? Yılana sarılmak karanlıkta daha kolay değil midir?
Hatırlar mısınız, 2017’deki Anayasa Değişikliği Referandumunda sık sık Şili’nin geçmiş deneyimleri gündeme geldi. Ülkenin başına kanlı bir darbeyle geçen ve uzun bir süre iktidar koltuğunu elinde bulunduran Augusto Pinochet’in aldığı referandum mağlubiyeti, bir anda seçimlerde ‘hayır’ kampanyasını yürüten kimilerince adeta bir ‘referans noktasına’ dönüştü. Fakat Şili’deki karanlığı yırtanın sadece ‘referandum’ olduğu yönünde yanlış bir çıkarım oluştu. (Biraz da Şili’deki seçimi konu alan ve o günlerde pek çok kişi tarafından izlenen No filminin etkisiyle).
Aslında bakarsanız bağlamda şaşıracak bir şey yok, dönemin şartları düşünüldüğünde gerçekten de insanın aklına söz konusu referandum geliyor. Fakat referandum süreci, sanılanın aksine Pinochet’in ayağının kaydığı ilk kritik eşik değildir. Karanlığın yırtılma anını yaratanlar Şili’nin emekçileridir. Ülkede baskı rejimine karşı ilk sesler 1980’lerin başlarında, yoksulluğa ve açlığa mahkum edilen kondulardan gelir. Referandum zaferi, emekçilerce açılan yolda siyaset için bir sapaktır.
Meseleyi görmek istenilen gibi değil, etraflıca ele almak için Şili’deki ‘Açlık Eylemlerine’ kulak verelim.
ENFLASYON, MERKEZ BANKASI İFLASI, DÖVİZ KRİZİ
Filmi başa saralım önce: Şili’nin seçimle iktidara gelen sosyalist lideri Salvador Allende, 1973 yılında General Augusto Pinochet’in ABD destekli darbesiyle birlikte devrilir. Allende ile birlikte pek çok sosyalist kanlı Pinochet diktatörlüğünce katledilir.
Ülkede cuntadan nasibini alanlar yalnız tekil kişiler değildir, tüm toplum, özellikle de emekçiler yaşananlardan etkilenir: Başta 1973’ten itibaren uygulanan monetarist ekonomi-politika, ilk iki yıl içinde işçi hareketinin tümüyle ezilmesi sayesinde artı-değer oranlarında gözle görülür bir artışa sırtını dayar. Yine de mali sermaye iktidar bloğu içinde önemli bir baskı unsuru olduğu halde tümüyle kendi çıkarlarına uygun bir politikayı yürürlüğe koyamaz. Nisan 75 ve Temmuz 76’da uygulanan ‘şok politikası’ bu durumu değiştirir; bir yıl içinde askeri diktatörlüğün uluslararası tekellere ve IMF’ye bağımlılığı artar, geleneksel sanayi burjuvazisinin etkinliği azalır. 1975’te yaşanan krizden sonra ekonominin yeniden canlanmasını sağlayan önlemler yürürlüğe girer, 1978’den başlayarak rayına oturtulan Friedman modeli neoliberal ekonomi-politika, bu yıllarda bir ölçüde başarıya ulaşmış ve askeri rejimin haklı bir gerekçesi olarak gösterilmeye çalışılmışsa da, 1981’deki kriz Şili ekonomisini iflasın eşiğine getirir[1]. Şili Merkez Bankası’nın açıkladığı dış borç, milyarlarca doları bulur. Bu rakam o günün dünyasında kişi başına düşen en yüksek dış borçtur. Döviz krizi alıp başını gidince ülke ekonomisi iyice dibe vurur. 430’un üzerinde şirket iflas eder, 70 binden fazla çalışan işten çıkartılır. Kapatılanlar arasında dev kamu şirketleri de vardır. Takibindeki yıllarda işler daha da kötüye gider.
Şili’de Pinochet’in 10 yılı boyunca zaman zaman üst ve kısmen orta sınıflar belli bir refah seviyesine tutunabilseler de emekçi sınıfların geliri neredeyse 1/3 oranında düşüş yaşar. İşsizlik ülke genelinde yüzde 20 civarındayken yoksul mahallelerde bu oran yüzde 50-60’lara kadar yükselir. Pinochet’in ilk yıllarında neoliberal politikalar görece kimi sınıflara avantaj sağlamıştır sağlamasına ancak 1983’e gelindiğinde işler egemenlerin ekonomi politikaları açısından çıkmaz sokağa girer. Enflasyonun yaklaşık yüzde 30’la zirve yapmasıyla birlikte orta sınıf da ekonomik krizden kötü bir şekilde etkilenir. Kamu sağlık hizmetleri yerle bir edilir. Yani krizin faturası her zaman olduğu gibi emekçilere kesilir…
Artçı sarsıntılar 1978’de gerçekleşen ilk 1 Mayıs ile hissedilir. Diktatörlük günlerinde kiliselerdeki topluluklar, sendikal çalışmalar için de yer yer yasal bir zemin görevi görmektedir. Şili’nin başkenti Santiago’da, Katoliklerin işçi azizi ‘San José Obrero’ için bir ayin düzenlenir. Kiliseye ayin için giden işçiler henüz sokak eylemleri yasallığa kavuşmamış olmasına karşın çıkışta sokağa dökülür. Ancak önceden hazırlıklı polis ve istihbarat güçleri 780 kişiyi gözaltına alır. Sonucunu bilerek sokağa cüret eden 780 kişiyi...
Yaşanan gözaltı ve saldırılara rağmen ertesi yıl yine 1 Mayıs’ta işçiler gösteri çağrısında bulunur. Sonuç yine yüzlerce gözaltı ve yaralı. Ancak tüm bu mücadelenin ardından 1980’de sendikalar yasal bir statü kazanır. Bununla birlikte 1980’de Kardinal Raul Silva Henriquez ‘askeri diktatörlüğün kendisini birtakım aşırılıkçılara karşı uyardığı için San José Obrero ayinini askıya aldığını’ açıklar. Yine de çeşitli işçi sendikaları anma eylemlerini gerçekleştirir.
KAN KAYBEDEN MUHALEFET
Burada muhalefetin durumuna dair bir parantez açmak gerekiyor: Ülkede dikta karşıtı muhalefet, ’73 sonrası etkili bir politik güç olarak kendini ortaya koyamaz. Bunun bir nedeni tüm sol partilerin önder çekirdeğinin ülke dışında bulunmasıdır. Şili’deki örgütlenmeyi eski kadrolardan bağımsız yürütecek yeni bir önderlik oluşturulamadığından, kitle örgütlenmeleri eskiye oranla büyük ölçüde bağımsız yürütülür, ayrıca sol partiler çeşitli bölünmelerle kendini gösteren ideolojik bir bunalım dönemi geçirdikleri için, devlet aygıtının değiştirilişine paralel olarak başlatılan ideolojik saldırıya güçlü bir karşılık verememişlerdir… O kadar ki, güncel koşullar, ‘görevlerini yapıp gidecekleri’ beklentisiyle askeri darbeye davet çıkaran Hıristiyan Demokrat’ları, toplumsal muhalefetin radikal ucu haline getirir. Çünkü Hıristiyan Demokrat Parti, sol örgütlenmelere oranla baskıdan çok daha az etkilenmiş, bir süre faaliyetlerine ara verildiyse de yasaklanmamıştır. Darbeden en çok etkilenen örgüt olan Sosyalist Parti ile varlığını sürdürmeyi hâlâ başaran Komünist Parti, bir yandan kendi içindeki bölünmüşlükleri aşmaya çalışırlarken, öte yandan da Hıristiyan Demokratlarla bir demokratik ittifaka yönelmektedirler. Darbeden hemen sonra cunta yönetimine karşı silahlı saldırıya geçen ve ’73 sonrası silahlı mücadeleyi benimseyen MIR bile, bu ittifakın gerekliliğini kabullenerek dikta devrildikten sonra ‘geniş tabanlı demokratik bir geçiş hükümeti’ kurulmasını önerir[2].
DEMİR YUMRUĞU GEVŞETMEK
İşte böyle bir ortamda, öncülük emek hareketinin olur: 1980’lerin ilk döneminde ülke binlerce işçinin farklı sendikalarla düzenlediği grevlerle sarsılır. Şili’deki en güçlü sendikaların başında gelen bakır sendikalarının önderliğinde[3] Pinochet rejimine karşı yoksulların ekonomik sorunlarını gündeme alan bir dizi protesto düzenlenir.
1983’te artık büyük bir kitlesel ayaklanma söz konusudur. Bu sırada Pinochet’in demir yumruğu da alandadır ancak yoksulluk ve ekonomik kriz kitlelerin öfkesini harlamıştır bir kez. Cuntacı Lider, kendi darbesinin 10. Yıl dönümünü 1983’te ‘görkemli bir kutlama’ ile duyurmak ister. Medyası, devletin kurumları, ordusu… hepsi arkasındadır ancak halkın kutlayacak bir coşkusu yoktur. Üretilmekte zorlanan bir rıza hikayesi.
10.yıl konuşmasında Pinochet, “Kurtuluşu aradığımız günden bu yana on yıl geçti. Kaos, yıkım ve terör güçleri ise yeniden ortaya çıktı. Bir kez daha bu güçler bizim vatanımızın erkeklerini, kadınlarını ve çocuklarını tehdit etmekteler. Ve bir kez daha Silahlı Kuvvetlerimizin nabzını ölçüyorlar” ifadeleri ile kendinden rahatsız olanlara net bir yanıt verir. Sözleri açık bir şekilde halka ‘silahlı kuvvetleri kullanmaktan çekinmeyeceğine’ dair ciddi bir gözdağı niteliğindedir. Hedefi ise ‘yıkıcı’ gördüğü kesimlerdir ki burada Pinochet için sınır oldukça geniştir. ‘Yıkıcıların’ ortak bir yanı varsa eğer, o da önemli bir kısmının gücünü Şili’nin yoksul mahallelerinden aldığıdır.
Sendikaların pek çok lideri tutuklanır hatta önde gelen işçi liderleri öldürülür. Geride kalanların ise artık tek bir geri adım şartı vardır: “Pinochet’in koltuğunu terk etmesi!” Yurtdışından Şili’yi takip eden pek çok yayın o günleri anlatırken ‘korku bulutlarının dağılmakta olduğunu’ aktarır. İşkenceler, baskılar, zulüm ve devlet şiddeti dibe vuran ekonomiyle birlikte insanların gözünü artık korkutmaz. Düşmemekte direnen bir liderin gidişine dair ilk alametler böylece duyulur.
‘SİYASİ AÇILIM GENİŞ HALK KESİMLERİNCE YARATILIR’
Devam eden eylemlerle birlikte ağır bedeller ödenir. Siyasi arenada işkence, polis saldırısı günlük hayatın parçası haline gelir. Pek çok işçi lideri öldürülür, kaybedilir ya tutsak ya da sürgün edilir. Daha sonra Pinochet her ne kadar bazı tavizler verse de 1990 yılına kadar koltuğunu bırakmaz. Hatta sonrasında dahi Genelkurmay Başkanlığı görevine uzunca bir süre devam eder.
Peki mücadele de etmişler ama gitmemiş adam? O zaman ne anladık biz bu işten?
Şili’nin 1982’den başlayarak yaşadığı Ulusal Protesto günleri sendikalar tarafından başlatılan ancak çok sayıda halk örgütünün katıldığı günler olur. Ayrıca yasaklanmış siyasal partiler ve muhalefet hareketlerince ortaklaşa demokratik talepler dile getirilir. İşçiler, işsizler, gençler… Hepsi birlikte Açlık Eylemlerini yaratır. İşte bu günler diktatörlüğü ‘sallamaya’ başlar ve siyasal partiler de ilk kez ayaklarını kapı aralığına koyarlar. Siyasi bir açılım için alan geniş halk kesimlerince yaratılır.[4]
Hem örgütlü emek mücadelesinin hem de düzenin reformcu unsurlarının hedefinde de diktatörlük olabilir. Ancak bu, ayrı nedenlerle seçilmiş bir hedeftir. Dolayısıyla mücadele metotları da ayrıdır. Praksis’in bir şarkısında söylediği gibi, güzel günler ona yürümezsen sana gelmez, bunu biliyoruz. Ancak her sınıfın ‘güzel günleri’ kendinedir. Asıl olan emekçilerin güzel günlerini yaratacak formüldedir. Nazım Hikmet’ten bir alıntıyla bağlamak gerekirse: “Açlık ordusu yürüyor / yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için / hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor / yürüyor ayakları kan içinde.”[5]
Şili örneği bize çift taraflı bir anlatı sunuyor. Bu nedenle tekrar tekrar ve etraflıca okunmaya değer. Gerçek hemen hemen hiçbir zaman arzuladığımız koşulları bize sunmaz. Kendi arzuladığımız koşulları zamana dayatmak, bizi ya iyimserlikle ya da kötümserlikle sarhoş eder.
Bir dostun metaforuyla ifade etmek gerekirse eğer: karanlık bir tünelde yürüyoruz ve karşıdan bir ışık geliyor. Bu ışık tünelin sonu da olabilir, bizi parçalara ayıracak bir trenin farı da. Böylesi bir durumda çubuğu iyimserlikten yana kırarsak, gelen trenden kaçma reflekslerimiz körelecek. Ancak karamsarlığı unutmadan yola devam edersek, her an raylardan kaçmaya daha hazırlıklı olacağız. İşte zaman ve mekanı da böyle değerlendirmek gerekiyor.
NOTLAR:
[1] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 5, 1468-1469 (İletişim Yayınları)
[2] A.g.e. s: 1469
[3] Şili, bugün hâlâ dünyadaki bakır üretimin ciddi bir kısmını elinde bulunduruyor.
[4] Latin Amerika’da Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası (Alan Yayıncılık)
[5] Nazım Hikmet, ‘Açlık Ordusu Yürüyor’ şiirinden.
***
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
1- Canadian Broadcasting Corporation, Chile: El miedo se acabo
3- https://cctt.cl/2021/05/04/chile-en-dictadura-y-las-conmemoraciones-del-1ro-de-mayo/
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Aristokrat aileden Bolşevik önderliğe: Elena Stasova 30 Kasım 2024
NATO’nun Lenin ile savaşı 27 Kasım 2024
Metrobüs sırasında anlatılan bizim punk hikayemiz: Cebren 23 Kasım 2024
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI