Dayanışmanın ötesine de bakabilir miyiz?
Dayanışma toplumsal parçalanmışlığa, yönetici sınıfların yarattığı kutuplaşmaya, şiddete, ayrımcılığa karşı halkların elindeki panzehirlerden birdir. Ne var ki dayanışma biçimlerimizdeki saflık, yapması gerekenleri yapmayan devletin elinde bir supaba da dönüşebiliyor. O halde, Pere Borrel Del Caso gibi sanatçılardan ilham alıp dayanışmanın ötesini de konuşsak olmaz mı?
"Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin
ve mısır ekmeğinin zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler... ..."
***
Şiiriyle dünya ölçeğinde bugün de büyük saygınlık yaratan Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nda, Karadeniz’den Anadolu’nun direniş ve savaş alanlarına illegal olarak silah ve cephane götüren Lazları böyle anlatıyor...
***
Depremle birlikte biz, “Ateşi ve ihaneti (yeniden) gördük.”
***
Biz, gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin, barınma hakkımızı sömürgence, bezirganca görüp depremlerle öldürdükleriyiz.
Biz, öldürülmüş on binlerce insandan geriye kalanlara çadır, yiyecek, kadınların kadınsı gereksinmeleri, giysi ya da battaniye götürmeye çalışanlarız.
***
Biz ama biz tıpkı Nazım Hikmet’in destanında tasvir ettiği gibi, zalimlerin karşısında bu dayanışmayı gizli yapmak zorundayız.
***
Meşruyuz! Amma...
İllegaliz...
***
Çünkü; devletle, hükümetle bağıntılı çetelerinden kurtarabildiğimiz yardımlar ulaşabiliyor depremin paramparça ettiği yerlere...
Taşıdığımız her nesne Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya götürülen silahlar gibi meşru ve illegal...
***
Ressam Koak, San Francisco’da FOG Art+Design’in bünyesinde 19 Ocak 2023’te açılan Ekosistemin Yıkımına Karşı Kolektif Sergi için yarattığı eserinde, dayanışmayı, “Dünya yanarken açan bir çiçek olarak” yorumluyor.
Dahası iki olguya birden bakıyor: Doğayı kuşatıp parçalamadan yaşamayı öğrenebilirsek eğer, onun, yanarken bile çiçeklendiğini de anlayabiliriz; ve biz bunu, bir felaket anında doğayla, hayvanla, insanla dayanışmaya yükseltebilirsek çiçekleniriz...
***
Dorota Ogrodzka ile İgor Stokfiszewski yazdıkları Culture and Solidarity / Dayanışma Ve Kültür’de söze şöyle başlıyorlar:
“Parçalanma hayaleti Avrupa'yı sarıyor.” Sürdürüyorlar: “Parçalanma, yabancılaşma toplumsal bağların çözülmesi, kutuplaşma, çatışma, gerilimler, ırkçılık, şiddet ve eşitsizlikler yükselen kapitalist neoliberal kurumların modelleri ve hegemonyasında, listeden asla düşmeyen olgulardır. Bunlar, Avrupa’nın mültecilere yaklaşımını belirleyecek kadar bizi sardı sarmaladı. Bu, insanın insanla dayanışma kültüründe, tarih boyunca görülmüş en büyük saldırıdır.” (Kısaltıp özetlemeye çalıştım)
***
Bu saptamalar, Türkiye’yi en azından 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinden beri ve bugün yöneten zihniyeti de özetlemiyor mu?
***
Türkiye’nin halkları bu muazzam ve illegal dayanışmayı, hükümet edenlerin halkları kutuplaştırmak için her türlü yolu denedikleri zamanlarda gerçekleştiriyor. Yardımlarımıza deprem bölgelerinde el konması; giden yardımların saklanması, yetersiz ve adaletsiz dağıtılması da egemenlerin bu kutuplaştırıcı tavırlarını felaket zamanlarında sürdürdüklerinin de göstergesidir, demek hiç de abartı değildir.
***
Biz, ölülerini inandıkları gibi defnetme hakkı dahil, her türlü yokluğun ve yoksunluğun hüküm sürdüğü felaket coğrafyasına bir lokma yiyecek ulaştırmak için canını dişine takanlar, aslında bu parçalanma kültürünü yerle bir etmekle kalmıyoruz;
Yönetenler de dahil, merhametin, dayanışmanın bir gün herkese gerekeceği gerçeğini bayraklarımıza yazıp yükletiyoruz:
Dayanışma Yaşatır!
***
Ne var ki yaşadığımız zamanlar, yaşanacakları düşünmeye de zorunlu kılıyor bizleri... Dayanışmanın ötesini konuşmak da bu nedenle kaçınılmaz görüyor.
***
Yazıyı buradan işletmeden önce, bu bahse de yardımı olacağını düşündüğüm bir noktaya değinmeme izin verin: Hükümet kurumları, halkın halka götürmek istediği yardımlara el koyarken iki şeyi birden yapıyor. Birincisi yukarıda özetlemeye uğraştığım parçalanma ve kutuplaşmayı sürdürmek; ikincisi ve daha önemlisi felakete uğramışların, açların, yoksulların egemen sınıflara karşı olası bir ayaklanması karşısında bunları supaba dönüştürüyorlar.
***
Öte yandan bizim yardımlaşma tarzlarımızdaki safiyanelik de supaba dönüşmeye epey uygun görünüyor. Devleti yapması gerekenlere zorlamak için birleşmek, hak arama mücadelesini yükseltmek gibi olguları arka plana iten bir yanı var gibi...
***
Mesela böyle zamanlar için kurulmuş ve bütün gelirini halktan alan Kızılay’ın, felaket zamanlarında kapattığı kapıları kırılmıyorsa sizce de mesele yok mu?
***
Şimdi...
Pere Borrel Del Caso’nun 1874’te yarattığı Escaping Criticism / Eleştiriden Kaçmak adlı eserini yardıma çağırıyorum. Bakmayın siz eserin adının “Eleştiriden Kaçmak” olmasına. Ressam Del Caso, dönemin sanatına hâkim olanlara; “Bizim dediğimiz gibi resim yapmazsan seni ressam sayıp aramıza almayız” diyen kraliyetin sanat memurlarına kafa tutuyor. “Abiler” diyor; “Hele bir çerçevenin dışına çıkalım. Bakalım sizin kalıplarınızın ötesinde neler var.”
***
Şimdi biz Del Caso’nun afacanını izlesek nasıl olur? Hani Evliya Çelebi’nin “İpten, kazıktan kurtulmuş merg-i afâcân kara ağu ve kara yılan gibi düşmanı sokar” dediği şu çocuğu örnek alarak çerçevenin dışına çıksak olmaz mı?
***
Pekiyi... Çerçevenin dışına çıkıp da neyleyeceğiz? Ben gurebadan (garipler) gelme aklımla derim ki: İlk elden kendi semtimizde, mahallemizde, Felaketleri Önlemek Ve Dayanışmak İçin Halk Toplulukları oluşturalım.
Hayır, herhangi bir politik oluşumun diğer herkesi çağırmasından söz etmiyorum.
Hayır, Gezi Parkı eylemleri gibi bir deneyin tekrarı da değil önerdiğim, tartışmak istediğim.
***
Belki bir ucundan Japon halkının kendiliğinden yaptığına bakmalıyız. Maden işçisi, amele, hizmetçi, terzi, eczacı, mühendis, doktor, öğretmen... Yani her sosyal katmadan insanın bütün politik mücadelelerden önce, yaşadığı yerin yaşanabilirliği için çalıştığı, sade halk oluşumları...
***
Basitçe şöyle işler yapmak üzere: Semtimizdeki her yapının orada yaşayanlar için güvenirliğini bütün ilgili kurumlarla birlikte denetlemek;
Semtimizdeki tarihi her yapının korunmasını ortaklaşa sağlamak;
Doğamızı tehdit ve tahrip eden her türlü yapılaşmanın karşısında doğru tavır geliştirmek için akıl ve eylem birliği yapmak;
Bir felaket anında hem halk dayanışmasını sağlamak hem de devlete “madem sen halkın hizmetkarısın” şimdi işini yap diyebilmek...
Ancak sade, çıkarsız, bütün politik çekişmelerin ötesinde...
***
Zira elimizde yaşayabileceğimiz bir doğa, yaşanabilir yerleşimler olmazsa dilediğimiz kadar milliyetçi, dindar, demokrat, sosyalist olalım sanmam ki bir işe yarasın...
***
Biz, Del Caso’nun çerçeveden çıkan o güzelim çocuğunun soru dolu gözlerini, merakını izlesek;
Biz mevcudun kalıplarını kırarak, kendimize ve birbirimize insan muamelesi yapmayı öz akıl ve eylemimizle başlatsak olmaz mı?
***
Okuyalım, derim Kuvayi Milliye Destanı’nı “Ateşi ve ihaneti” gören bir halk ne yapar görelim.