İsrail işgalinin cephe gerisi: Lübnan’da iç çatışma ihtimali
Hizbullah’ın karşısında konumlanan güçlerin, durumu iç savaşa götürüp götürmeyeceği Fransa ve ABD gibi Lübnan üzerinde bahis oynayan ülkelerin tavrına ve mevcut savaşın gidişatına/uzunluğuna bağlı. Ancak kesin olan bir şey var ki Lübnan’ı her anlamda karanlık günler bekliyor.
Siyonistlerin Lübnan’a yönelik saldırısı sadece insanların köylerini, evlerini havaya uçurarak gerçekleşmiyor aynı zamanda milyonlarla sayılan insanların tüm yaşamlarını acı dolu bir belirsizliğe sürüklüyor. Lübnan’daki asli askeri güç Hizbullah, siyonist işgale karşı direnişini sürdürürken milyonlarca insan İsrail bombardımanlarından korunmak üzere yaşadıkları şehirleri ve köyleri geride bırakıp güvenli bir çatı arayışıyla sonu belirsiz bir yola düşüyor.
Lübnan küçük bir ülke. Yüzölçümü Antalya’nın yaklaşık yarısı kadar. Nüfusu ise 5 milyon 800 bin civarında. İşte bugün, Siyonist Tel Aviv hükümetinin Güney Lübnan’ı işgal etmesiyle birlikte her beş Lübnanlıdan biri evini terk edip görece daha güvenli yerlere göç etmiş durumda.
Fakat Lübnan’da yerlerinden edilen nüfusun sayısal fazlalığını vurgulamak, yaşanan ve yaşanması muhtemel sıkıntıları anlamak için yeterli değil. Küçük yüzölçümüne karşın zengin etnik/mezhepsel çeşitliliğe sahip bu ülke, son yıllarda korkunç derecede kırılganlaşan ekonomisiyle adından sıkça söz ettiriyordu. Dolayısıyla savaşın uzun sürmesi durumunda çoğunluğu Şiilerden oluşan yerinden edilen Lübnanlıların daha da zor koşullarla karşılaşacağını öngörmek zor değil.
Lübnan’da devlet mezhepsel ayrımlara göre şekilleniyor ve kamu hizmetlerinin feci suretle kaotik bir şekilde ele alınıyor. Lübnan Devleti şimdiye kadar sembolik hamleler haricinde konuya bir çözüm üretebilmiş değil. Bu sebeple devletin yerinden edilen yurttaşlarına ileride farklı alternatifler sunacağını düşünmek pek mümkün değil.
Peki ama savaşın uzun sürmesi durumunda Lübnan’ı neler bekliyor? Geçmişinde yıpratıcı bir iç savaş dönemi bulunan Lübnan’da yerinden edilenlerin görece daha az hasarlı bölgelerdeki varlığı, zaman içerisinde tehlikeli bazı gelişmelerin yaşanmasıyla sonuçlanabilir mi? İsrail’in saldırıları ile mezhepsel çatışma arasında nasıl bir bağ var?
Gelin zamanın normalden çok daha hızlı aktığı günler geçiren Lübnan’da yaşananları daha yakından inceleyerek aklımızda canlanan sorulara yanıtlar arayalım.
DEVLETİN SEMBOLİK SIĞINAĞI
Önce yaşanan saldırının boyutunu anlamlandırmaya çalışarak söze başlayalım. Gazze’den biliyoruz ki Siyonist Tel Aviv hükümeti için savaş sadece cephede değil, aynı zamanda cephe gerisindeki sivillere karşı da veriliyor. Yıllar boyu açlığa, susuzluğa, hastalığa mahkum ettikleri Gazze halkı, son bir yıl içerisinde neler yaşamadı ki? Bombalanan hastaneleri mi saymalıyız? Yer altındaki sığınaklara saldırmak için tasarlanan bombaların vurduğu yüzlerce çadırı mı? Gıda yardımlarına abluka, su kaynaklarını yok etme ve kasti olarak sivilleri hedef alma mı demeliyiz? Matbu olarak basılsa ciltleri dolduracak savaş suçlarına rağmen İsrail bildiğini okuyor ve Gazzeliler ‘beter’ diye bildikleri ne varsa, her geçen gün onun bir seviye daha beterini yaşamaya devam ediyorlar.
Lübnan, İsrail’in soykırım savaşına hiç de yabancı bir ülke değil. Buna karşın 7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı Operasyonu ile birlikle Hizbullah-İsrail arasındaki çatışmalar belli bir seviyeyi aşmıyordu. Ancak bugün geldiğimiz noktada, özellikle de 1 Ekim’de İsrail’in karadan işgale başlamasıyla birlikte Lübnan’da İsrail saldırılarında yaşamını yitirenlerin sayısı 2 bin 300’ü aştı. Ölümlerin yüzde 75’i geçtiğimiz haftalarda gerçekleşti.
İsrail’in Lübnan işgali ile birlikte evlerini terk edenlerin sayısı 1 milyon 200 bin olarak belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı’nın (UNHCR) aktardığı ve Lübnan resmi kaynaklarınca da paylaşılan bu rakamlar işgalin hemen ardından yayınlandı. Fakat bahsedilen tarihten bu yana Lübnan’daki siyonist saldırıların yoğunlaşarak daha geniş bir coğrafyaya sıçradığı açık bir şekilde görülüyor. Dolayısıyla bugünkü rakamın 1 milyon 200 binden çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.(1)
Evlerinden olan insanlar, doğal olarak Siyonist bombardımanların net bir şekilde yoğunlaştığı Güney Lübnan, Beka ve Güney Beyrut bölgelerinden geliyorlar ve ülkenin görece güvenli bölgelerinde sığınacak yerler arıyorlar. Şunu da vurgulamak gerekir ki söz konusu bölgeler aynı zamanda Lübnan’ın yoksul nüfusunun önemli bir bölümünü içeriyor. Bu durumda ‘kendi başının çaresine bakabilecek’ insan sayısını epey bir düşürüyor.
Devletin ‘yardımı’ ise son derece kısıtlı. Öyle ki resmi rakamlara göre 1 milyon 200 bin kişiden sadece 190 bini devletin örgütlediği sığınaklarda yer bulabilmiş durumda. Yani evlerini terk edenler görece daha güvenli yerleşimlere gittikleri zaman ya yakınlarına sığınıyorlar ya da boş binaları eve dönüştürmeye çalışıyorlar. Kiralara gelince, savaş koşullarında ‘güvenli’ bölgelerdeki fiyatlar tavan yaptığı için sadece belirtmeye değmeyecek kadar küçük bir kesim için ‘alternatif’ olarak sayılabiliyor.(2)
Pazartesi günü başkent Beyrut’ta polis ile yerlerinden edilen Lübnanlılar arasında yaşanan çatışma hem devletin icazetine hem de ülkeyi bekleyen sıkıntılara dair bir örnek sunuyor. L’Orient Le Jour’un haberine göre, Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ve kentin merkezi sayabileceğimiz Hamra’da on yıldır kullanılmayan bir otel, yerlerinden edilen Lübnanlı aileler tarafından sığınağa çevrildi. Kalanlar otele elektrik çekip, tuvaletleri tamir edip yaşanılacak bir yer haline dönüştürme çabasına girişse de kısa süre içerisinde mülkiyet sorunları ortaya çıkar… Polis, detay vermediği bir ‘şikayet’ üzerine binayı boşaltmak için saldırıya geçer ve ardından çatışmalar yaşanır. Başka çare olmadığı için otelde kaldıklarını belirten Lübnanlılara polis sert bir şekilde müdahale etti, pek çok kişi polis saldırısı sonucu hastaneye kaldırıldı.(3) Mülk sahibi başta yerlerinden edilenleri buyur ettiği ancak daha sonra binanın tahliye edilmesini istediği belirtiliyor.
Clashes between displaced people/supporters and security forces in Beirut as authorities push to evict them from a building on court orders (owners initially welcomed them but now want them out). pic.twitter.com/IAlJRq56CY
— Timour Azhari (@timourazhari) October 21, 2024
SU KUYULARINDAN HASTANELERE: YOK EDİLEN ALTYAPI
İsrail’in düzenlediği saldırılarda yerlerinden edilenler sadece hayat diye bildikleri ne varsa onun alt üst oluşuna tanık olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda dolaylı olarak da hedef alınıyorlar.
BM verilerine göre saldırılar nedeniyle yaklaşık 100 temel sağlık merkezi çalışmalarını durdurmak zorunda kaldı, 12 hastane ise çalışmalarını kısmen ya da tamamıyla durdurdu.(4) Tüm bunlar yetmezmiş gibi siyonistler Gazze’de işledikleri savaş suçlarını tekrar etmek istercesine bu hafta ‘hastanelerin altındaki Hizbullah tünelleri’ haberlerini daha da yaygınlaştırarak girişecekleri katliamlara göstermelik bir neden sunuyorlar. Nitekim bizim bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde İsrail, Beyrut'ta Refik Hariri Devlet Hastanesi'nin çevresini hedef aldı, saldırıda ölenlerin sayısı 13'e yükseldi.(5)
Sivil altyapıya dair ne varsa İsrail’in saldırılarınca hedef alınıyor. Lübnan’da su sorunu, yeni bir gelişme değil. Su hizmetlerindeki yetersizlikler nedeniyle ülke sokaklarından sipariş üzerine teslimat yapan su tankerleri eksik olmuyordu. Ancak İsrail saldırıları bu durumu çok daha güçleştirecek gibi duruyor. Son haftalarda düzenlenen Siyonist saldırılarda 26 su istasyonu zarar gördü. Bu, toplam 350 bin kişinin su ihtiyacına yönelik bir saldırı demek.
KASTİ HEDEFLER
Önce Gazze Şeridi’nde ve ardından Lübnan’da Siyonistlerin kullandığı sık sık ‘tahliye emirleri’ kullandıklarını gördük. İsrail ordusu, bilgisayar oyunlarına benzer birkaç grafikle Lübnan’daki bir binayı hedef olarak gösteriyor ve çevredekilerin imkansız sayılabilecek kadar kısa bir zaman içerisinde bölgeyi terk etmeleri emrediliyor. Ardından katliamlara zayıf bir mazeret üretmekle kalmıyorlar, aynı zamanda bir yerleşimin baştan aşağı yerle bir edilebilmesini kolaylaştırıyorlar.
Lübnanlılara sunulan bu tahliye emirleri tüm fiziki imkansızlıklara rağmen çoğu zaman keyfe keder açıklanıyor. Nasıl ki Kuzey Gazze’de yaşayanların Güney’deki ‘güvenli bölgeye’ tahliyesini emreden İsrail, daha sonra güneye gidiş yolunu ve bizzat güneyi bombalamıştı, burada da aynı tavrı söz konusu. Yerinden edilen Lübnanlıların gittikleri sözde ‘güvenli’ yerler, keyfi, hatta kasti olarak bombalanabiliyor. Örneğin ‘içinde Hizbullah’ın bulunduğu’ iddiası Sayda yakınlarında Ayn el Delb’e yönelik saldırıda yerleşim yerleri hedef alındı ve yerlerinden edilmişlerin bulunduğu binada 71 kişi hayatını kaybetti
Bu noktada işin mezhepsel boyutunun altını çizmemiz gerekiyor. Yerlerinden edilenlerin Lübnanlıların çok büyük bir çoğunluğu Şii. Ülkede Şiilerin çoğunlukta yaşadığı hemen hemen ne kadar bölge varsa zaten ya ‘tahliye emriyle’ ya da doğrudan bombardımanlarla İsrail’in hedefi durumunda. Tam tersinden okuyacak olursak eğer, Dürzilerin ya da Hristiyanların çoğunlukta yaşadığı yerlerin göreceli olarak daha güvenli olduğunu söyleyebiliriz. Bunu sadece yaptığımız çıkarımlarda görmüyoruz, aynı zamanda yerlerinden edilen nüfusun bu bölgeleri tercih etmesiyle de görüyoruz.
Ancak ‘görece’ kelimesinin altını sert bir şekilde çizmemiz gerekiyor. Zira bu yerleşimler ya da mahalleler İsrail’in bombardımanlarından muaf değil. Birkaç örnek vermek gerekirse eğer, Kuzey Lübnan’da Hristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu Aitou yerleşimi geçtiğimiz haftalarda bombalandı ve 21 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Dürzi çoğunluklu Şuf bölgesindeki Baadaran da 28 Eylül’de İsrail tarafından bombardımana tutuldu ve 8 kişi yaşamını yitirdi.
ÇATIŞMAYA DOĞRU
Doğruluk payı olsun olmasın, ‘Hizbullah’ın yerlerinden edilen Lübnanlıların içinde bulunduğu’ iddiasıyla herhangi bir sivil binanın İsrail tarafından son derece açık şekilde hedef alınabiliyor oluşu, Lübnan’daki dayanışma ruhuna mezhepsel bir ötekileştirme ve ayrımcılık tohumları ekiyor.
İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği gece Lübnanlı araştırmacı Jana Nakhal ile konuşmuştuk. Nakhal, henüz o günlerde, ‘yerlerinden edilenlerin uzun bir süre evlerine geri dönmemeleri durumunda iç savaşın bir ihtimale dönüşebileceği’ uyarısında bulunmuştu: “Şu anda, ev sahipliği yapan topluluklar yerinden edilmiş kişilere destek veriyor. Ancak farklı mezhepsel, dini ve siyasi bileşimlere sahip bölgelere ve mahallelere transfer edilen 1 milyon kişi, konut ve iş piyasaları için bir yük olarak da görülebilir. Bu durumda ve mezhepsel\bölgesel\sivil gerginlikler için kolayca bir mazeret olarak kullanılabilir.”(6)
Gerçekten de kırılgan toplumsal dokusu, aradan geçen yaklaşık üç haftalık zaman diliminde şimdiden alarm sesleri yükseliyor. Öyle ki İsrail’in ‘Hizbullah üyesi’ iddiasıyla herhangi bir sivil noktayı bombalayabiliyor oluşu, ister istemez yerinden edilenlerin çok daha kolay ve çok daha hızlı bir şekilde hedef gösterilmelerine neden oluyor. Özellikle Dürzi ve Hıristiyan topluluklarının çoğunlukta olduğu yerleşim yerlerinde yaşayanlar, ilk günlerde dayanışma ruhu ile karşıladıkları muhtaçlara karşı yer yer şüphe ile yaklaşabiliyorlar. “Belki içlerinde Hizbullah üyeleri vardır ve İsrail bizim de evimizi/mahallemizi/köyümüzü bombalar?” kuşkusu, İsrail’in düzenli hava saldırıları ile körüklenmeye devam ediyor. Mezheplerin ön planda olduğu kanlı bir iç savaştan geçmiş bir ülke için böylesi şüpheler kolaylıkla önyargılarla birleşebilir, birleşiyor da. Hele hele ekonomik ve idari olarak tamamen çökmüş bir devletin altında yaşıyorken her şey çok hızlı bir şekilde tehlikeli noktalara varabilir.
Bir örnekle devam edelim: Eşrefiye, Doğu Beyrut’ta çoğunlukla Hristiyanların yaşadığı varsıl bir semttir. Savaş öncesinde şehrin geri kalanına göre daha ‘steril’ bir hayatın gözlendiği Eşrefiye’de siyasi olarak Samir Caca liderliğindeki Lübnan Güçleri gibi sağcı Maruni partileri hakim.
The Guardian’da yer alan habere göreEşrefiye’de artık gruplar halindeki erkekler, sopalı ve üniformalı gece nöbetlerine başladı.(7) Bu organizasyonların örgütleyicileri gece nöbetlerinin gerekçesi olarak geçtiğimiz yıl ‘güvenlik eksikliği’ni dile getiriyor ancak yerlerinden edilenlere karşı bir uygulama olmadığını söylüyordu. Buna karşın beyanattan öteye geçip parçaları birleştirmek çok da zor değil. Zira Eşrefiye’yi Beyrut’tan ayıran önemli bir fark var. Beyrut’un çoğu semti bugünlerde yerlerinden edilen Lübnanlıların sokaklardaki yaşamına tanıklık ediyor. Her kaldırım başı yerleşimcilerin derme çatma örtüler altında uyuduğu yerlere dönüşürken Eşrefiye’de kimsenin sokakta konaklamıyor oluşu çok şey anlatıyor.
Gece nöbetinin örgütçülerinden bir kişinin kullandığı “Eğer Eşrefiye’de bir bina hedef alınırsa bizim için bir olay olur. Şimdiye kadar sadece zenginler buraya taşındı. Ancak yine de, zengin bir terörist olabilirsiniz” ifadeleri, şaşırtıcı olmasa da tüyler ürpertici.
KEYFİ KARANLIK
Siyonist saldırganlığa dair bahsettiğimiz her başlık, bugün Batı merkezli burjuva medyanın bile gizleyemediği gündemler. İsrail’in doğrudan ve dolaylı olarak Lübnanlıları belirsizliğe, ölüme, sefalete sürüklediğini ve bu yolla ülkeyi iç çatışmaya çekerek kendi lehine yeni bir statüko yaratmak istediğini bir tek biz görmüyoruz. Siyonistlerin açık açık dile getirmekten çekinmedikleri bu planlarında yerlerinden edilenlere yönelik saldırganlığın kışkırtılması ve Lübnan’ın iç karmaşaya itilmesi suretiyle Hizbullah’ı zayıflatmak da bulunuyor. Ve İsrail açısından, yerlerinden edilen Lübnanlıların bulunduğu bir binanın bombalanması, ardından ‘içerisinde Hizbullah’ın olduğu’ iddiasının sunulması o kadar kolay ki! Bir tarafın basitçe, hatta önemsizce işleyebildiği suçlar ile sadece binlerce insan hayatından, milyonlarca ise insan evinden olmuyor; tüm bir ülke karanlığa itiliyor. Lübnan’ın çok yakından tanıdığı bir geçmişin kanlı karanlığı…
Şu an için Hizbullah’a askeri yönden meydan okuyabilecek güçlerin varlığı son derece tartışmalı. Siyonist bir işgal sırasında Hizbullah’ın ‘Lübnan’ın savunucusu’ olarak meşruiyeti de hiç olmadığı kadar yüksek. Hizbullah’ın karşısında konumlanan güçlerin, durumu iç savaşa götürüp götürmeyeceği Fransa ve ABD gibi Lübnan üzerinde bahis oynayan ülkelerin tavrına ve mevcut savaşın gidişatına/uzunluğuna bağlı. Ancak kesin olan bir şey var ki Lübnan’ı her anlamda karanlık günler bekliyor.
1) https://www.unhcr.org/news/stories/displaced-families-lebanon-yearn-peace-and-return-home
2) https://www.aljazeera.com/opinions/2024/10/19/left-unchecked-lebanons-displacement-crisis-could-tear-the-country-apart
3) https://www.lorientlejour.com/article/1432229/a-hamra-des-deplaces-du-liban-sud-evacues-par-la-force-dun-hotel-abandonne.html
4) https://apnews.com/article/school-children-lebanon-israel-war-education-1fc33f1878ac4f94b3000e8380797d8f
5) https://www.gazeteduvar.com.tr/israilden-beyrutta-hastane-cevresine-hava-saldirisi-can-kaybi-13e-yukseldi-haber-1729464
6) https://www.gazeteduvar.com.tr/lubnanda-sagdan-sola-herkes-israile-karsi-direnisi-destekliyor-haber-1724491
7) https://www.theguardian.com/global-development/2024/oct/21/fears-israeli-strikes-stoke-sectarian-tensions-lebanon
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Aristokrat aileden Bolşevik önderliğe: Elena Stasova 30 Kasım 2024
NATO’nun Lenin ile savaşı 27 Kasım 2024
Metrobüs sırasında anlatılan bizim punk hikayemiz: Cebren 23 Kasım 2024
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI