Çünkü neden

"Çünkü neden” gibi bir sırasını şaşırmış, arabayı atın önüne koşmuş uslamlama biçiminin ardında bizim akıl, mantık ve zihinle olan başarısız ilişkimiz yatar. Kuşkusuz bunda eğitimin önemli rolü var.

Google Haberlere Abone ol

Kemal İnal*

Başlıktaki ifade, son yıllarda bir tür çarpık mantık örneği olarak aklı başında daha çok insan tarafından giderek yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Bu noktaya nasıl gelindi, biraz tarihsel analiz yapmak lazım. 1980 sonrası girilen süreçte dil, ekonomik piyasa, popüler kültür ve bireyci yaşantılar tarafından daha çok etkilendi. İki kaynak tarafından: Devlet ve piyasa. Yaşayanlar hatırlayacaktır, darbeci generaller 1985’te bazı “sol kelimeler”in (örneğin devrim, eleştirel, kuram, deneyim, dirimsel, bellek, çağcıl, yontu, toplumbilimsel-toplamda 205 kelime) TRT’de kullanılmasını yasaklamışlardı. Yine aynı dönemde, belki 1982’de olmalı, okullarda “hoca” kelimesi yerine “öğretmen” denilmesi zorunluluğu getirilmişti. Aynı tarihlerde darbeci generaller bir okuma-yazma seferberliği başlatmış, TRT’de aile-ahlak-töre bağlamlı yerli dizilerde ve programlarda “düzgün Türkçe” kullanımı teşvik edilmişti.

Darbecilerin dil üzerinden yapmaya çalıştıkları ulusal/Atatürkçü kaynaklı “dil mühendisliği” pek de tutmadı zira 1984’ten itibaren Amerikan hayranı Özal, İngilizce kelimeleri konuşmalarına serpiştirdiği bir “çakma dil” üretmeye başlamıştı. Kapitalizmin neoliberalizmle birlikte bir tür piyasa ahlakı üzerinden popüler kültüre müdahalesini, konuşma dilini şekillendiren piyasa pekiştireçleri (marka, stil, tüketim, ego, yaşantı, macera vb.) ile özellikle gündelik hayatın çeşitli veçhelerinde görmeye başladık. Bu halde, bilhassa apolitikleştirilen gençliğin tüketim kültürü içinde kendilerini eksantrik şekillerde ifade edebilmesi için de dinamikler oluşturuldu. Bugün sosyal medyadaki bol emojili, kısa kesimli ve içeriksiz kelime ve konuşma şekillerinin kaynağı, 1980’lerdeki pratik/pragmatik dilsel kültürün bir tür basit uslamlama olarak gençliğe bilinçli biçimde yerleştirilmesi çabasında yatar. 1990’larda ise geveze özel radyoların kurulmasıyla dil zaten çığırından çıkıp bol konuşup az düşünmenin bağlamını üretmeye başladı. Tezim şu: Dilde çok konuşma, mütemadiyen ifade etme, yeni kulplar takma, ayar verme, bağlamı kaydırma, içeriksizliği yüceltme giderek dili, mantığın alanından çıkarıp, düz konuşmanın ve çarpık uslamlamanın güzergahına soktu.

***

Kuşkusuz ülkeye Amerikan menşeli “best-seller” kültürünün yerleşmesiyle özellikle popüler roman okuma yaygınlaştı, “kendiliği” (self) öne çıkaran kitaplar (kişisel gelişim, kendini keşfetme vb.) çok sattı, eğitime verilen önem arttı, orta sınıflar kendilerini alt sınıflardan ayırt etmek için kendi habituslarına içkin bir kültürel sermaye üretti ama gelgelelim dil, devlet-piyasa-popüler kültür üçgeninde giderek kısır, çarpık ve ters bir uslamlamanın aracı haline sokuldu. Bunda gazete köşe yazılarının giderek kısalması (kısa ve az cümleler, uzun paragrafların terk edilmesi, basit anlatımın yeğlenmesi vb.), bir internet ve giderek sosyal medya dilinin gelişmesi, kalın kitapların özet hale getirilip satılması (sadeleştirme vb.), gelişen teknolojiyle birlikte artan iletişimin geleneksel kalıplardan daha çok uzaklaşmasına neden oldu. Bu kalıplar belki eski dönemlerde düzgün kompozisyon yazmayı, dilekçe formüle etmeyi, kendini anlatabilmeyi, ansiklopedi karıştırıp uzun ödevler kotarmayı, ana-baba ve diğer insanlarla düzgün bir dille iletişim kurmayı, dile özen gösteren TRT felsefesini, eski muharrir veya fıkra yazarlarını içeriyordu ama bunların yerini giderek fırlama medya yazarlarının alması gibi birçok noktada artık bir ağırlık taşımadığını söyleyebiliriz. Nasıl tarihsel eserler yıkılıp eski olan her şey boş bir nostalji konusuna dönüştüyse, gelenek horlanıp tu kaka ilan edildiyse, kıymetli nice şey “değersiz” addedildiyse, dile de öyle oldu. Dolayısıyla dil değişirken aslında uslamlama biçimimiz de zayıflamaya, içeriksizleşmeye ve bağlamsızlaşmaya başladı. O zaman garip, ne idüğü belirsiz, saçma ifade şekilleri giderek norm haline gelip bizim yeni dil estetiğimizi oluşturdu.

***

Mantık hatası, yanlış uslamlama ve çarpık zihniyet, kuşkusuz sadece dilin eseri değil ama dil, bu üç faktörü besledi, güçlendirdi, yaygınlaştırdı. Kuşkusuz “çünkü neden” gibi bir sırasını şaşırmış, arabayı atın önüne koşmuş uslamlama biçiminin ardında bizim akıl, mantık ve zihinle olan başarısız ilişkimiz yatar. Aydınlanma yaşayamadığı için aklı, eleştiri ve disiplin alanının dışında ve ötesinde bir tür kurnazlık, kendine yontma, bireycilik/egoizm kaynağı ve desteği olarak gören insanımız için dil, düşünmenin değil, ne olursa olsun rakibini (düşman, muarız, ajan, mahfil, yabancı güç, hain vb.) ekarte etmenin aracına dönüştürüldü. Kuşkusuz bunda eğitimin önemli rolü var: Okullarımızda matematik öğretilir ama mantıklı düşünme öğretilmez; fizik ve kimya verilir ama uslamlama, argümantasyon ve eleştirel düşünme belletilmez. Dolayısıyla rakam, formül ve işlemlere atfedilen önemin binde biri sosyal düşünme, kişisel sorumluluk ve evrensel davranışın gelişmesi anlamında zihnin terbiyesi için harcanmaz. Üniversitelerimizde “kavram terbiyesi”ni aşılayan bir ders, disiplin ve model yoktur. Bizim gibi kavramların yanlış kullanıldığı bir ikinci ülke daha var mıdır, emin değilim. Sözde bizde çeviri çok gelişti, dünya klasikleri ve şaheserleri çok okundu, bilgiye dayalı yarışma programları çok tutuldu, gazetelerde bulmacalar çok popüler oldu, bilgi ve okula çok değer verildi ama gelin görün ki öğrencilerimizin neredeyse yarısı okuduğunu anlayamıyor; yetişkinlerimizin tamamına yakını gramatik bir Türkçeyle konuşamıyor, çoğu insan olgu ve olaylar arasında bağlantı kuramıyor.

***

Dolayısıyla “çünkü neden” gibi bir çarpık uslamlama, aslında bizim metodoloji/metodik düşünme, rasyonalizm/akılcılık ve tutarlılık gibi çok ciddi bir problemimizin olduğunu gösteriyor. En basit mantık kurallarını bile bilmiyoruz ya da bilsek de gereğini yerine getirmiyoruz. Siyaset, trafik, sıraya girme, bir işi düzgün yapma, niteliğe önem verme, liyakati savunma gibi her alandaki sorunlarımızın kaynaklarından veya nedenlerinden biri de dili, iletişimin yanı sıra bir uslamlama/mantık aracı olarak kullanmayı becerememektir. TV kanallarındaki tartışma programlarındaki polemiğe, demagojiye ve saldırganlığa dönüşen tartışmaların giderek laf sokmaya dönüşmesinin nedeni budur. Muhatabını anlamamakta direnmek ve kendi doğrularında inat etmek, tartışmayı disipliner bir şekilde eleştirel düşünme mecrasına sokmayı engelliyor. O zaman tutarsız, saçma ve garip ifadeler arka arkaya sökün ediyor. Çünkü biz konuşmadan önce düşünmüyoruz. Düşünmek, bir yöntem, disiplin ve bilinç işidir. Bu üçü de bizde çok zayıf. Yöntem sistematikle ilgilidir. Disiplin, bir işin önceden güzergâhının belirlenerek araç ve amaçların düzenli bir biçimde oraya kanalize edilmesidir. Bilinç ise, elde edilen bilgiyle aydınlanmak demektir. Bunlar olmayınca neden-sonuç ilişkisini kuramıyoruz ve o zaman da “çünkü neden” deyip konuşmaya devam ediyoruz.

*Helmut Schmidt Üniversitesi (Hamburg) öğretim üyesi