Cumhuriyet'in ekonomi yönetiminin kararları ve dayanakları

Neredeyse her kararın piyasa koşullarına terk edildiği neoliberal politika belirleme yönteminin uygulanmaya başlanması, Türkiye ekonomisini içinden çıkılmaz yapısal sorunlarla baş başa bırakmıştır.

Google Haberlere Abone ol

Durmuş Özdemir*

Ekonomik kararlar nasıl alınır? Ekonomik kararların alınabilmesi için alınan kararların sonuçları hakkında bilgi sahibi olunması gerekir. Ekonomik karar birimi olarak, örneğin, katma değer vergisini (KDV) artırmak istiyorsunuz. KDV artışından elde edilecek olan gelirin ne olacağının tahmin edilmesi ve bu elde edilen geliri kimlerin ödeyeceği ve ödeyenleri nasıl bir ekonomik sonucun beklediğinin bilinmesi gerekir. Aksi taktirde toplumu bir deneme tahtasına çevirir, bir yığın insanı mutsuz edeceğiniz gibi beklediğiniz geliri de elde edemeyebilirsiniz. Başarısız politikalara bir tane daha eklemiş olursunuz.

Ekonomik kararların özünde iki temel prensibe bağlı olarak alındığını söylemek pek yanıltıcı olmayacaktır. Birincisi her şeyi tamamen piyasa koşullarına bırakıp piyasanın her şeyi düzelteceğine inanıp düzeltmediği yerde de düzelmesi için birtakım müdahalelerde bulunmak. Bu yöntem tipik bir deneme sınama yöntemidir ve belirsizlikleri beraberinde getirirken özellikle gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde başarısız sonuçlar vermiştir ve vermeye devam edecektir. Bu yöntemi günümüzde gelişmiş-sanayileşmiş ülkeler bile kullanmamaktadır. Bu yöntemde düzelmesi için müdahalelerde bulunmadan bile piyasanın eninde sonunda bu işi düzelteceğine inanmak, popüler deyimiyle bir başka neo-liberal yaklaşımın özünü temsil eder. Günümüzde pek kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

EKONOMİK KARARLARIN SONUÇLARINI ÖNGÖRMEK MÜMKÜN MÜ?

Diyelim ki biz rasyonel bir ekonomik karar birimiyiz ve uygulayacağımız her politikayı toplum üzerinde denemeden etkilerini ve sonuçlarını önceden bilmek istiyoruz. Bunu nasıl yaparız?  Gelişmiş dünyada bunun için yaygın olarak büyük ekonomik modellemeler kullanılır. Örnekleri artırırsak; "Tarımda sübvansiyon, üretimi ne kadar arttırır, tüketimden alınacak verginin artması gelir dağılımını ne ölçüde bozar ve yoksullaşmayı ne ölçüde derinleştirir? Uygulayacağımız ek vergi hangi sektörlerde, ne kadar firmanın iflasına neden olur? Kaç esnaf kepenk kapatmak zorunda kalır? Üretim ne kadar düşer ya da hangi sektörlere kaydırılmış olur? Araştırma geliştirmede desteğin hangi alanda ve nasıl yapılması gereklidir?" gibi soruların cevaplarının önceden bilinmesi gerekir. Eğer bilmezseniz toplumun önemli bir kısmını aldığınız kararlarla yok edersiniz.

Rasyonel ekonomik karar birimi olarak bir diğer yöntem ise belirli bir plan (merkezi ya da tavsiye-teşvik edici) çerçevesinde belirlenen birtakım hedeflere ulaşmaya çalışmaktır. ‘Piyasanın düzeltmediği yerde müdahaleler’ konusu da Keynesyen makro politikalar ile özleştirilmiş bir yöntemdir. Belirli bir plan çerçevesinde, ya da bir endüstriyel politika oluşturulup o politikaların sonuçlarının gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar bu gruba sokulabilir. Bu yöntem doğal olarak daha zor ama bir o kadar da, özellikle gelişmekte olan ülkeler için, elzemdir. Bu yöntemde, ekonomik öngörü, tahmin, ekonomik modelleme konusu gene öne çıkmaktadır. 

EKONOMİK KARAR ALMADA UYGULAMALI EKONOMİK MODELLER 

Ekonomik karar almada uygulamalı ekonomik modellerin kullanımı olmazsa olmazlardandır. Ekonomik model nedir ve ne işe yarar? Aktif olarak işleyen ekonomik prensipleri analiz eden ve daha basitleştirilmiş ama gerçeklerden uzaklaşmadan açıklayabilen, gerçek dünya ekonomik durum ve olgularını konu alan ekonomik ilişkilerin bilgisayar ortamında tanımlandığı sistemlerdir. Herkesin anlayacağı bir benzetme ile diyelim ki ekonomi, çalışan bir Boeing yolcu uçağı olsun. Uçağın farklı hava koşullarında nasıl uçtuğunun performansını bilmek isteyelim. Bu durumda ilk akla gelen uçağı farklı (Fırtına- hortum, yağmur vs.) hava koşullarında uçurup test etmek olabilir. Bunu gerçek uçak ile denerseniz uçağı ve uçuran pilot ve yolcuları da kaybedebilirsiniz. Bu sonuç, tıpkı ekonomik kararların sonuçları bilinmeden doğrudan toplumda uygulanması gibi, insani ve finansal maliyetlerinin çok yüksek olacağı bir deney olması vesilesi ile yapamayacağınız bir uygulama haline gelir. Ülke ekonomileri de öyledir. Tüm ekonomiyi kullanarak ülke insanlarını deney kobayı olarak kullanmanızın maliyeti çok yüksektir. Tüm toplumu ve ekonomiyi mahvedebilirsiniz. Bunun yerine tıpkı uçak modellemesinde olduğu gibi ekonominin bilgisayar ortamında önceden prototip modelleri ile uygulanması düşünülen ekonomik politikalar ya da olası ekonomik şoklar altında nasıl sonuçları olacağını anlayabilirsiniz. Ekonomik modelleme aslında ekonominin bir laboratuvarıdır. Toplumlar test edilecek kobay sürüleri olmadığından, gelişmiş dünya ekonomilerinin tamamı ve bazı gelişmekte olan ülkeler bu tür uygulamalı ekonomik modelleri kullanırlar. Ekonomik karar vericiler, ekonomi politikalarını uygulamadan önce, bu tür modeller kullanarak, politikaların gerçek dünyadaki olası etkileri konusunda önceden fikir sahibi olarak bu politikaları uygulamaya koyarlar.

EKONOMİK MODELLERİN SINIFLANDIRILMASI

Uygulamalı ekonomik modelleri kısmi ve tüm ekonomiyi kapsayan modeller olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kısmi modeller, ağırlıklı olarak, bilimsel meraka dayalı ilişkilerin açıklanmasında kullanılır. Basit tekli regresyon modelleri bu kategorideki en tipik örnekleri oluşturur. Çok yaygın olarak kullanılan birçok ekonomik model türleri vardır. Bunları, muhasebe ve regresyon modelleri, girdi/çıktı modelleri, hesaplanabilir genel denge modelleri, örtüşen nesiller dinamik uzun dönem modelleri, makro ekonometrik yapısal modeller, (Stok-Flow) stok ve akış uyumlu modeller, zamanlar arası makro ekonometrik modeller, mikro simülasyon modelleri ve dinamik stokastik genel denge modelleri gibi birçok türe ayırmak mümkündür. Modellerin büyüklükleri genel olarak çoğu zaman denklem sayılarına göre sınıflandırılır. Bir ile yetmiş beş arası denklem sayısı olan modeller küçük, iki yüz ile altı yüz arasında denkleme sahip modeller orta büyüklük ve bin denklem ve üzeri modeller büyük olarak tanımlanır.

Bir ülkenin toplam ekonomisinin, dünya ekonomisinin ya da bir blok ekonomisinin modellendiği çalışmalar, daha yaygın ve ayrıntılı olarak gelişmiş ülkelerde kullanılmaktadır. Bu etki senaryo analizleri, ileriye yönelik öngörü, tahminler ve planlamayı içerir.

UNCTAD'ın küresel politika modeli, NBER'ın Keynesian modelleri, Belçika bölgesel modeli gibi modelleri genel politika modellerine örnek olarak göstermek mümkün. Ana hatları ile bu guruptaki uygulamalı modellerin başında, sektörel ayrıntıları çok iyi açıklayan Hesaplanabilir genel denge modelleri gelir. Buna ek olarak gene merkez bankalarının ya da makro politikaların öngörülmesi için kullanılan yapısal ya da ekonometrik makro modeller sayılabilir. Son yıllarda ekonomik krizleri tahmin edebilme gücüne de sahip olan post Keynesian Stok-Flow (stok akışkan) uyumlu (SFU) modelleri ön plana çıkmaktadır. Bu tür modeller finansal öncü gösterge sayılabilen parametreleri de içermesi nedeni ile krizleri tahmin edebilme gücüne sahiptir ve bu tür modelleme, Marksist, post Keynesian ya da genel olarak heteredoks iktisatçılar arasında çok yaygın olarak kullanılır. 

Modelleme ile öngörü ve senaryo analizlerinin temel amacı, ileriye yönelik planlama yapabilmektir. Türkiye'de ise ekonomi yönetiminin kararları ve dayanaklarına ilişkin örneklere göz attığımızda, en iyi olasılıkla planlama çabaları karşımıza çıkmaktadır.  

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN İLK YILLARI: ENDÜSTRİLEŞME PLANLARI

Türkiye ekonomi tarihine baktığınızda Cumhuriyet'in kuruluşu yıllarından 1950'lere kadar zaten olmayan piyasa kapitalist sistemi, karma bir devlet üretim biçimi ile planlanmaya çalışılır. Planlamaya daha Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmadan başlanır. DPT öncesi planların ilki için 1930’larda çalışmalara başlanmış ve bunların genel karakteri; açılacak yeni fabrika sayısını, ihtiyaç duyulan ilave emek miktarını, ne kadar hammadde gerekeceğini belirlemek gibi unsurlara dayalı olmuştur. Beş yıllık kalkınma planlarından önce ve Cumhuriyet'in kuruluşunun akabindeki çalışmalarda, birinci sanayileşme planı 20 yeni fabrikayı, ikincisi ise 100 yeni fabrikayı amaçlar. Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı 1932’de hazırlanıp 1934’te yürürlüğe girerken, bu planın amaçlarının ancak yarısının gerçekleştirilebildiği gözlemlenir. Bölgeler arası denge konusu sadece planda kalır, bir gelişme sağlanamaz. İki sanayileşme planı da görece olarak Doğu'ya ve Doğu'nun da özellikle geri yörelerine el atamamıştır. İkinci endüstrileşme planının, birincisinden en önemli ayrılığı ağır sanayiye verilen önceliktir. Demir çelik ve makine kollarındaki ilk atılımlar, ikinci planın ürünleridir. Bununla birlikte, şeker, tekstil v.b. tüketim araçları üretimine de devam edilmiştir. İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı 1936’da hazırlanıp 1938’in sonlarında yürürlüğe girer. Bu planın birincisine göre belirgin özelliği, ilk plandaki Sovyet işbirliğinin ortadan kalkması ve bunun yerini İngiliz teknik yardımı ve bir ölçüde de sermayesinin yer almasıdır. İkinci plan, bu bakımdan, Türkiye'nin dış politikasındaki dönüşümün ilk habercisi ve göstergesi olmuştur. 

DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI VE 5 YILLIK KALKINMA PLANLARI 

Türkiye tarihinde, daha sonra, modern anlamdaki planlamalara baktığımızda, toplamda 11 adet kalkınma planı hazırlandığını görüyoruz. Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın resmî erişim sayfasında yer alan bilgilere göre, bu planlar şu şekilde:

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (1963-1967) “Plan Hedefleri ve Stratejisi” kısmında, nüfusun büyüme hızı da dikkate alınarak, yüzde 7’lik ekonomik büyüme hızı hedeflenmektedir. Bu hedef için; yüzde 14’ü iç, yüzde 4’ü dış kaynaklardan olmak üzere, GSMH’nin yüzde 18’i kadar yatırıma ihtiyaç vardır. Emeğin verimliliğini artıracak olan faktörler de yine bu yatırımlara ve onları finanse edecek olan tasarruf düzeyine bağlıdır. Özel tasarruf teşvik edilmekle birlikte, kamu tasarrufu da dışlanmamakta ve hatta azami seviyeye çıkarılacağı açıkça ifade edilmektedir. Yatırımları farklı coğrafi bölgeler arasında dengeli bir biçimde dağıtmak, planın temellerinden biridir. 

PLAN: TÜRK EKONOMİSİNİN DIŞ KAYNAKLARA BAĞLILIĞININ AZALTILMASI 

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın Plan Hedefleri ve Stratejisi’ne göre hedef, 1968-72 arasındaki beş yıllık süreçte toplam yüzde 40, yıllık ise ortalama yüzde 7 büyüme hızını yakalamaktır. Nüfus artış hızı dikkate alındığında, bu durum kişi başına gelir düzeyinin yüzde 4 civarında artması anlamına gelecektir. Bu hedeflerin tutturulması ise GSMH’nin yıllık ortalama yüzde 22,5’inin yatırımlara ayrılmasına bağlıdır. Planda ikinci hedef olarak altı çizilen nokta, “Türk ekonomisinin dış kaynaklara bağlılığının zamanla azaltılması” hedefidir. Zikredilen yüzde 22,5’lik yatırım/GSMH oranının yüzde 20,5’lik kısmı yurtiçi, yüzde 2’lik kısmı ise yurtdışı kaynaklarla finanse edilecek şekilde tasarlanmıştır. Başka bir deyişle ihtiyaç duyulan tasarrufun yüzde 91’i iç, yüzde 9’u dış kaynaklara aittir. Ulusal refahtan sosyal adalete uygun bir pay almayı öngören gelir dağılımının sağlanması ve ilk planda da yer alan coğrafi bölgelerin dengeli olarak kalkınması hedefleri de bu planın diğer temellerindendir.

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, önceki iki plandan çok da farklı olmayarak, yıllık ortalama yüzde 7,9’luk bir büyüme oranı hedeflenmektedir. Ayrıca, sanayinin GSYH içindeki payının da yüzde 22,6’dan yüzde 26,8’e çıkması beklenmektedir. Buna bağlı olarak, 1968-71 döneminde yüzde 36,2 olarak gerçekleşen sanayi yatırımlarının toplam yatırımlara oranı göstergesinin, yüzde 45,4 seviyesine yükselmesi öngörülmektedir. Bahsi geçen gelişmeler neticesinde ise 1972’de 5094 lira olan kişi başı gelirin yıllık ortalama yüzde 5,4’lük bir artış ile 1977’de 6640 liraya ulaşması gerekir. Söz konusu büyüme hedeflerini yakalamak, sabit sermaye yatırımlarının yılda ortalama yüzde 12,8 oranında artarak 1977 yılı itibarıyla 70 milyar liraya ulaşmasına bağlıdır. Dönem toplamında hedeflenen 281,1 milyar liralık sabit sermaye yatırımının yüzde 45,4’ünü oluşturan 128 milyar liralık kısmı, tamamen sanayi sektörüne aittir. 281,1 milyar liralık yatırımın ise 158,4 milyarlık kısmı kamu kesimine, 122,7 milyar liralık kısmı özel kesime ait olacak şekilde planlıdır. Bu yatırımları finanse etmek için, toplam iç tasarrufun yıllık ortalama yüzde 13,6’lık bir artış göstermesi ve tasarrufun GSMH içindeki payının 1977 yılı itibarıyla yüzde 25,4 düzeyine ulaşması gereklidir. Yüzde 25,4’lük bu oran ise yüzde 14,1 kamu tasarrufu ve yüzde 11,3 özel tasarruf olarak ikiye ayrılmıştır

EKONOMİDE SERBESTLİK DÖNEMİ BAŞLIYOR

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, “serbestlik” dönemine geçiş aşamasında ilk ekonomik plandır. İlk hedef, GSYH’yi nominal fiyatlarla yıllık ortalama yüzde 8,2 oranında artırarak 1983 yılı itibarıyla 1693,3 milyar liralık büyüklüğe ulaşmaktır. GSMH’nin ise aynı dönemde yıllık yüzde 8 oranında büyüyerek 1682,6 milyar liraya erişmesi tahmin edilmektedir. GSMH’de öngörülen bu büyüme neticesinde, kişi başı gelir yılda ortalama yüzde 5,7 artacak ve 1978’de 26796 liradan 1983’te 35275 lira seviyesine gelecektir. Aynı dönemde yüzde 9,9 oranında büyümesi beklenen sanayinin nominal fiyatlarla GSYH içindeki payı yüzde 29,5’ten yüzde 31,8’e yükselecektir. Bu hedeflere ulaşmanın koşulu, toplam yatırımların yıllık yüzde 12,5 civarında artarak 1978’de 228,1 milyar liradan 1983’te 410,5 milyar liraya ulaşmasıdır. Bu toplam içinde yer tutan özel kesim sabit sermaye yatırımları 163 milyar lira, kamu kesimi sabit sermaye yatırımları ise 223,8 milyar lira olarak belirlenmiştir. Bu yatırımlara karşılık olarak öngörülen tasarruf oranı, beş yıllık dönemde yaratılacak yüzde 35,1’lik ek gelirin tasarrufa ayrılmasını gerektirmektedir. Yine aynı dönemde özel tasarrufun 48,1 milyar lira fazla vermesi, kamu tasarrufunun ise 247 milyar lira açık vermesi beklendiği için, aradaki 199 milyar liralık farkın dış tasarruflarla kapatılması beklenmiştir.

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1985-1989 yıllarını kapsar. Bu dönem içindeki ilk hedef, GSYH’nin yılda ortalama yüzde 6,3 büyüyerek 1984’te 12.009,4 milyar liradan 1989’da 16.308,9 milyar liraya ulaşmasıdır. GSMH de aynı şekilde yılda ortalama yüzde 6,3 büyüyecek ve 12.050,8 milyar liradan 16.348,1 milyar liraya ulaşacaktır. İlgili dönemde sanayi sektörünün GSYH içindeki payının yüzde 31,9’dan yüzde 33,7’ye yükselmesi beklenmiştir. Öte yandan, toplam yatırım harcamalarının 1984’te 2.372,2 milyar liradan (yılda ortalama yüzde 8,5 civarında büyüyerek) 1989’da 3.575,3 milyar liraya ulaşması lazımdır. Dönem boyunca yapılması gereken sabit sermaye yatırımlarının toplamı 14.412,9 milyar dolardır. Sabit sermaye yatırımlarının, toplam yatırımlarla uyumlu şekilde, yüzde 8,5 oranında büyümesi beklenirken; özel kesimdeki artış hızının yüzde 10,9; kamu kesimindeki artış hızının yüzde 6,8 olması planlanmıştır. Yatırımlarda belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi, iç tasarrufların yılda ortalama yüzde 9,9 civarında artmasına bağlıdır. Burada özel tasarruf artış hızı yüzde 10,7; kamu tasarrufu artış hızı ise yüzde 8,2 olarak ayrılmıştır.

BÜYÜME, SANAYİLEŞME, SABİT SERMAYE YATIRIMLARI 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994), önceki planlarda olduğu gibi belli başlı makroekonomik hedefleri içerir. Bunlardan ilki milli gelir düzeyidir. GSMH’nin sabit fiyatlarla yılda ortalama yüzde 7 büyüyerek 1989 yılında 103,6 milyar liradan 1994 yılında 145,5 milyar liraya; GSYH’nin ise sabit fiyatlarla yılda ortalama yüzde 6,8 büyüyerek 1989 yılında 104,5 milyar liradan 1994 yılında 145,3 milyar liraya ulaşması hedeflenmiştir. Aynı dönemde kişi başı GSMH yılda ortalama yüzde 4,6 büyüyerek 1.877 bin liradan 2.354 liraya ulaşacaktır. Sanayinin GSYH içindeki payının yüzde 36,7’den yüzde 39’a yükselmesi beklenirken, tarımın GSYH içindeki payının yüzde 15,8’den yüzde 13,9’a düşmesi beklenmektedir. İlgili dönemdeki sabit sermaye yatırımlarının yılda ortalama yüzde 8,8 artış göstererek 24.591 milyar liradan 37.412 milyar liraya çıkması planlanmıştır. Bu nihai hedefin 13.535 milyar lirası kamuya, 23.876 milyar lirası ise özel kesime ayrılmıştır. Bu dönemde yapılması planlanan sabit sermaye yatırımlarının toplamı ise 155.388 milyar lira olarak ölçülmüştür. Bu yatırımları karşılaması beklenen toplam tasarruflar, 1989 yılında 25.091 milyar lira iken 1994’te 38.905 milyar lira olarak öngörülmüştür. 

Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) da tıpkı diğer planlarda olduğu gibi temel göstergelerdeki hedefleri ortaya koymaktadır. Buna göre, ilgili dönemde GSYH’nin yılda ortalama yüzde 5-yüzde 6,6 arasında, GSMH’nin ise yılda ortalama yüzde 5,5-yüzde 7,1 arasında artması planlanmıştır. Buna bağlı olarak, kişi başına GSMH’de artışın yılda ortalama yüzde 3,8-yüzde 5,3 arasında olması ve 1995’te (1994 fiyatlarıyla) 65,5 milyon liradan 2000’de kişi başına 79,1-85 milyon arasına yükselmesi gerekmektedir. Plan döneminde sanayi üretiminin yılda ortalama yüzde 6-yüzde 7,7 arasında büyümesi ve 1995’te yüzde 25,8 olan GSYH içindeki payının 2000 yılında yüzde 27-yüzde 27,2 arasına çıkması beklenmiştir. Sabit sermaye yatırımları, yılda ortalama yüzde 8,7 oranında büyüyecek ve 1995’ten 2000’e 884,9 trilyon liradan 1.342,3 trilyon liraya yükselecek şekilde tahmin edilmiştir. Nihai hedefte kamunun payı 338,2; özel kesimin payı ise 1.004,1 trilyon liradır. Yurtiçi toplam tasarruf düzeyinin yılda ortalama yüzde 5,6 oranında büyümesi öngörülmüştür. Bunun sonucunda, 1995-2000 arasında toplam yurtiçi tasarruf 870,9 trilyon liradan 1.141,7 trilyon liraya ulaşacaktır. 

IMF VE STAND-BY

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, IMF Stand-By Anlaşması’nın da yapılmış olduğu 2001-2005 yıllarını kapsamaktadır. İlgili dönemde GSYH’nin yılda ortalama yüzde 6,5; GSMH’nin ise yılda ortalama yüzde 6,7 büyümesi tahmin edilmiştir. Aynı dönemde sanayide katma değerin yılda ortalama yüzde 7 büyümesi ve GSYH içindeki payının yüzde 23,3’ten yüzde 23,8’e yükselmesi de tahmin edilmiştir. Bu oranların yakalanması için ihtiyaç duyulan toplam sabit sermaye yatırımlarının büyüme hızı ise yılda ortalama yüzde 7,1 olarak belirlenmiştir. Bu yatırımların 2005 yılında GSMH’de tutması beklenen pay yüzde 21,5’tir. Dönem boyunca hedeflenen sabit sermaye yatırımlarının toplamı 72.951,5 trilyon lira olup bunun 49.458,9 trilyon liralık kısmı özel kesim, 23.492,6 trilyon liralık ise kamu kesimi yatırımıdır. Öte yandan, yurtiçi tasarruf oranının dönem boyunca pek bir değişiklik göstermeyerek (1998 yılı fiyatlarıyla) yüzde 17’ye ulaşacağı tahmin edilmiştir. 

Dokuzuncu Kalkınma Planı, önceki planlardan farklı olarak daha uzun bir aralığı, 2007-2013 yıllarını kapsamaktadır. Bu dönemde GSYH’nin yıllık ortalama yüzde 7 reel artış göstermesi hedeflenmiştir. GSYH içinde ise tarımın payı yüzde 9,9’dan yüzde 7,8’e düşecek, sanayinin payı yüzde 25,9’dan yüzde 27,2’ye yükselecektir. Sabit sermaye yatırımlarının yılda ortalama yüzde 9,1 gibi bir oranla büyümesi hedeflenmiş olup GSYH’deki payının yüzde 21,2’den yüzde 24,2’ye yükselmesi tahmin edilmiştir. Söz konusu yüzde 24,2’lik oranın ise yüzde 6’sı kamu kesimine, yüzde 18,2’si özel kesime ait olacak şekilde ayrılmıştır. Öte yandan, kişi başına GSYH’nin yılda ortalama yüzde 9,9 büyüyerek 5.215 dolardan 10.099 dolara yükselmesi de tahminler arasındadır.

PLANLAR, HEDEFLER, SONUÇLAR 

Onuncu Kalkınma Planı, 2014-2018 yıllarını kapsamaktadır. Plana göre, 2014-2018 yılları arasında reel ekonomik büyümenin (1998 fiyatlarıyla) yılda ortalama yüzde 5,5 olması ve 2013’te 122,4 milyar liradan 2018’de 159,7 milyar liraya ulaşması hedeflenmiştir. Kişi başına GSYH’nin ise cari fiyatlarla yılda ortalama yüzde 7,4 yükselerek 2013’te 11.183 dolardan 2018’de 15.996 dolara ulaşması tahmin edilmiştir. Sektör bazında ise sanayinin GSYH’deki oranının 2013’te yüzde 19,2’den 2018’de yüzde 20,4’e öngörülmüştür. Aynı dönemde işsizliğin yüzde 9,2’den yüzde 7,2’ye düşmesi ise diğer tahminler arasındadır. Söz konusu oranların dayanağı olan sabit sermaye yatırımlarının cari fiyatlarla GSYH’ye oranı ise 2013’te yüzde 20,9; 2018’de yüzde 24,1 olarak planlanmıştır. Bunlara karşılık, toplam yurtiçi tasarrufların aynı dönemde GSYH içindeki payının yüzde 14,4’ten yüzde 19’a gelmesi gerekmektedir. Bu sayılardan, Toplam Yurtiçi Tasarruf – Sabit Sermaye Yatırımı farkının azalacağı yönünde bir beklenti olduğu da anlaşılmaktadır.

Son olarak, içinde bulunduğumuz yılda son bulacak şekilde tasarlanan On Birinci Kalkınma Planı (2019-2023) bulunmaktadır. 2009 fiyatlarıyla GSYH, 2018’de 1.737 milyar lira olarak gerçekleşmişken, 2023’te 2.142 milyar liraya ulaşması hedeflenmektedir. Buna paralel olarak, 2018’de cari fiyatlarla 9.632 dolar olarak gerçekleşen kişi başına GSYH’nin 2023’te 12.484 dolar olması tahmin edilmektedir. Ortalama büyüme oranının ise 2014-2018 arasında yüzde 4,9’dan 2019-2023 arasında yüzde 4,3’e düşmesi öngörülmüştür. Ayrıca, sanayinin GSYH içindeki payının yüzde 22,2’den yüzde 24,2’ye yükselmesi beklenmektedir. Önceki planlarda da öne çıkarılan sabit sermaye yatırımlarının ise 2018’de yüzde 29,7 olan GSYH içindeki payının yüzde 31,2’ye yükseleceği hesaplanmaktadır. Buna karşılık, toplam yurtiçi tasarrufun GSYH içindeki payının ise yüzde 26,5’ten yüzde 30,3’e çıkarılması amaçlanmaktadır. 

1950'LER; NEOLİBERAL UYGULAMALARA GEÇİŞ

Ekonomi yönetiminin karar alma biçimi aslında 1950'lerde değişmeye başlar. Türkiye'de neoliberal politikaların uygulanışı 1950'li yıllarda Demokrat Parti dönemi ile başlar ve 1980'de 24 Ocak kararları ile kesinleşmiş olur. 1980'den beri de piyasanın üstünlüğüne olan inanış ve neoliberal politikaların etkisi ile planlama tamamen rafa kaldırılmış, günümüzde ekonomik planlar yerini serbest piyasa koşullarına bırakmıştır. İki binli yılların başlarında DPT'nin etkisi azaltılmaya başlanmış ve 8 Haziran 2011'de de DPT tamamen kapatılmıştır. DPT'nin bina ve çalışanları da Kalkınma Bakanlığı'na devredilmiştir.  

Bu çerçevede yapılması gerektiğine inanılan en önemli şey, özelleştirme, bir an önce devlete ait olan tüm varlıkların özel sektöre satılması ve devletin tamamen piyasadan çekilip düzenleyici rolünün bile gerektiğinde bırakmasının savunulduğu bir sisteme geçilmesi olmuştur. 

Neredeyse her kararın piyasa koşullarına terk edildiği neoliberal politika belirleme yönteminin güçlü bir şekilde uygulanmaya başlanması, günümüzde Türkiye ekonomisini içinden çıkılmaz yapısal sorunlarla baş başa bırakmıştır. Kronik cari açık, üretimde, özellikle enerji üretiminde ve tedariğinde tamamen dışa bağımlı hale gelen ve dış kaynak olmadan tarımsal ürün bile üretemeyen bir ekonomik yapı halini almıştır. Ekonomi yönetimlerinin bu karar alma yönteminin çıkmazı, özellikle, gelişmekte olan ülkeler için tam anlamı ile bir felaket ile sonuçlanmasına, bu yüzyılın başlarından bugüne daha büyük bir sorun halini almasına neden olmuştur.     

*Prof. Dr. / Yaşar Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı 


Kaynaklar

Yalçın Küçük, Planlama, Kalkınma ve Türkiye, 1985, Tekin Yayınevi, Ankara.

Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), 1994, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi (1908-2009), 2014, 19. baskı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.

https://www.sbb.gov.tr/kalkinma-planlari/