YAZARLAR

CHP'nin yasa teklifi: Gerekçe tam ihtiyacımız olan laikliğin tanımı

Medeni Yasanın tehdit edildiğini düşünerek kaygılananlara söylemek isterim ki bu tehdit yeni değil.Kadın hareketini biraz takip eden, Erdoğan’ın anayasa çıkışını, aile bağlamında medeni yasa işareti verişini bir tehdit algısı olarak hep dile getirdiğini bilir. Sık sık denemelere giriştikleri ve kadın hareketi tarafından dindarı seküleriyle ortaklaşa durduruldukları girişimlerden birisi.

Erdoğan için tasarlanan turnusol işlevinin belki de öngörülemeyen şekilde geniş kesimlere etki etmesi üzerine ve tabii ki AKP'nin taktiksel yaklaşımına dair düşündüklerimi özel yazı olarak Gazete Duvar yayınladı. Dolayısıyla ben de bu sefer sakinleşmiş olarak serince CHP yasa teklifinin içerik değerlendirmesine yönelme şansı bulmuş oldum. Konu herkesin malumu olsa da bir hatırlatma girizgahının yararları olabilir.

TOPLUMSAL BARIŞ

Toplumsal barışı sadece terörle mücadele ve birbirinden az çok farklı çeşitli anlamlarda kullanılan özel savaş politikaları ile sınırlı saymıyorum. Her kesimin birbiriyle saygı ve hakkaniyet ölçüsünde ilişkilenebilmesi olarak değerlendirdiğim toplumsal barış, ülkemizde uzun yıllardır yaşanamıyor. Toplumsal barışı sağlamak için özel çaba harcamaya mecburuz. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, özellikle son yıllarda bu yönde üzerine düşeni yerine getirme çabası içinde olduğu izlenimi veren bir politikacı. Her kesimle ilişkilenerek, geçmişte kendisiyle veya partisiyle alakalı olsun olmasın, helalleşme kavramıyla toplumsal barışı canlandırmaya yöneldi. İster kişisel tavrı olsun ister parti politikası, ister samimi olsun ister siyasal hesaplar sonucu olsun çok değerli buluyorum. Değerli çünkü erdemli bir yaklaşım sergiliyor. Siyasetten topluma akseden davranışlar, yaklaşımlar niyetten bağımsız bir etki gücüne sahip çünkü. Esasen niyet okumalar da hem kişisel yaşamda hem toplumsal alanda bizi çoğunlukla doğru tespitlere götürmüyor, biliyoruz. Üstelik erdemde niyet aramak da abesle iştigal sayılır. Dolayısıyla 3 Ekim akşamından itibaren ülke gündemine damgasını vuran başörtülü kadınların haklarını güvence almayı öneren yasa teklifi konusunu içeriğinden bağımsız olarak toplumsal barışa hizmet eden bir girişim olarak gördüm.

CHP'NİN YASA TEKLİFİ; LAİKLİK KAVRAMININ ÖZÜ

İlk bakışta yaşanan tartışmaları düşününce pek de öyle barışa hizmet etmediği zannı uyanabilir. Ancak tartışmak iyidir. Bazen kırılıp dökülsek de hiç konuşamaz olmaktan iyidir tartışmalar. Eteklerden dökülen taşlar gün gelip yerine oturduğunda kim bilir belki yepyeni bir ülkeye uyanabiliriz. Ama hiç tartışmadan, hiç konuşmadan bu haliyle sürdüğünde iyileşme ihtimali yok. Bu nedenle toplumsal barışa hizmet ettiğini düşündüğüm bu girişimin, yasa metninin gözden kaçırılması yazık olur. Diğer ikisi yürürlük hükümleri olduğu için sadece tek maddelik bir yasa teklifinin "üç beş” satırda hangi soruna çare üreteceği gibi hiç de mantıklı gelmeyen itirazları şimdilik bir kenara bırakıp bize ne söylediğine bakalım. Madde aynen şöyle:

“Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.”

Madde tam olması gerektiği gibi örtülü ve açık kadınların giyimlerini temel hak ve özgürlükler kapsamında sayarak, kıyafet yönetmeliği ve genelgelerle kadınlar üzerinde kurulan baskıyı ortadan kaldırmayı hedeflemiş. Yalnız muğlak bırakılmış bir durum da var elbette. Cübbe, önlük, üniforma giyildikten sonra bunun dışında ister başörtüsü takar ister mini etek giyer kimsenin karışmaya hakkı olamaz şeklinde yorumlamak işimize geliyor. Ancak tersine özel giyim gerektiren bu mesleklerde cübbe, önlük, üniforma varken başörtüsü takmanın engellenmesine yönelik yorumlama ihtimali de zayıf değil. Madde gerekçesine bakıldığında ise yasakçı yoruma yer olmadığı görülüyor.

“Demokratik, laik hukuk devletlerinde bireylerin sahip olduğu dini inanç ve kanaat hürriyeti hiçbir sınırlamaya tabi tutulamaz. Laiklik din ve vicdan hürriyetini engelleyecek biçimde yorumlanamaz; aksine laiklik din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasının teminatıdır. Dini konulardaki bireysel tercihler ve bireylerin yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında olduğu gibi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19’uncu maddesiyle teminat altına alınan ifade özgürlüğü, kıyafetini seçme özgürlüğünü de kapsamaktadır.” Gerekçeden alıntıladığım laiklik tanımı, geçmişte ilkenin dini inanç ve kanaat hürriyetinin devlet eliyle ve açıkça nedeni belirtilmeden sınırlandırılmış olmasına karşın bugünden sonra laiklik kavramının özüne uygun olarak özgürlükçü ve eşitlikçi uygulamaya yönelme iradesini ortaya koymuş diyebiliriz. Tarihi süreçte gerçekleşen uygulamanın kendi dönemsel koşulları içinde değerlendirilmesi ve geleceğe yeni dönemin kendi koşulları içinde özgürlükçü yaklaşımı vurgulanarak taşınması ve böylelikle daha geniş toplumsal destek bulması yolu açılması hedeflenmiş. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına girerken ülkemizi güçlendirecek, demokratikleşmeyi mümkün kılacak bir adım.

ÖZELEŞTİRİ, HELALLEŞME

Kimsenin mütedeyyin kesimi yok sayma ve ihtiyaçlarını görmezden gelme lüksü olmadığı gibi kadın erkek eşitliği prensibinin, eşit yurttaşlık talebinin başörtülü kadınları kapsam dışı sayma haddi de olmaz. Ve başörtülü kadınların haklarının sayılması diğer insan haklarının yok sayılması anlamına de gelmez. Yaşanan bir zulüm vardı ve o zulmün tekrarını önlemek için ezilen kesimin haklarını güvenceye almak, haklar bahsinde ayrıca saymak insan hakları hukuku açısından da gereklidir. Nitekim kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi (CEDAW) diğer insan hakları metinlerinin alternatifi değil tamamlayıcı parçası olarak kabul ediliyorsa bu bağlamda özel olarak başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılık ve hak ihlallerinin önlenmesi için yasal düzenleme yapmak da ayrımcılık yasağının tamamlayıcı parçası olarak kabul edilmeli. Aksi takdirde böyle bir yasal güvenceye itiraz edenlerin, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi ayrımcılık sayıp genel şiddet olgusu içinde görünmez kılmak isteyenlerden farkı kalmaz. Gerekçe ile devam edersek karşımıza ilkin özeleştiri paragrafı çıkıyor ki Türkiye siyasi tarihinde bir ilkin başarıldığı söylenebilir.

“Kadınların kıyafeti başta; bireylerin yaşam tarzı, inancı ve etnik aidiyeti siyasetin konusu olmamalıdır. Geçmişte yaşanmış bazı baskıcı uygulamalar toplumsal hafızamızda olumsuz izler bırakmış, ayrıca siyaseten istismar aracı olagelmiştir. Yakın geçmişimizde üniversite öğrencilerinin başörtüsüyle eğitim hakkı engellenmiş, kamuda kadınların başörtüsüyle çalışmasına izin verilmemiştir. Benzer engellemelerin ve yasaklamaların bir daha yaşanmaması için her türlü önlemi almak Parlamentonun ve kamu idaresinin görevidir. Genelge, talimat, yönetmelik ya da diğer idari düzenlemeler ve hiyerarşik amirlerinin emirleriyle kadının ne giyeceğine ya da giymeyeceğine yönelik yapılmış zorlamalara son vermek ve kadının kıyafet seçme özgürlüğünü kanuni güvence altına almak için bu teklif hazırlanmıştır. Teklif ile kadınları(mızı)n, anayasa ile güvence altına alınan kişisel ve mesleki kıyafet özgürlüklerinin korunması öngörülmektedir.”

Yasa teklifinin gerekçesinden yaptığım genişçe alıntının son cümlesindeki o falsolu ve parantez içine almak zorunluluğu hissettiğim iyelik ekiyle kadınlardan söz edilmesi metne Türkiye sağından bir erkek elinin değdiğini açığa vuruyor. Neyse ki bayan kelimesi geçmediği için bile olsa alkışı hak ettiği söylenebilir. Yarı şaka ayrıntıyı bir yana bırakırsak gerekçenin örtülü açık tüm kadınların giyim ve hayat tarzı güvencesi kazanması için hazırlandığını görmek güven verici. İnanç özgürlüğünün inanmayanları da kapsaması gibi giyim tarzına devletin müdahale edemeyeceğinin belirtilmesi ve bunun özellikle kadın giyimini işaret ederek yazılması, ülkedeki saldırılara karşı her kadın için güvence oluşturmayı amaçlamış bir teklifle karşı karşıya olduğumuz çok açık.

Gerekçe de açık ve detaylı bir özeleştirinin yer alması aslında yasa teklifinin hazırlanma nedenini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde belirtmiş oluyor. Yine de itirazlar gelecektir elbet ama insan haklarına dayalı bir toplum düzeninde yaşamak istediğini söyleyenlerin karşı çıkışlarında biraz daha detaylı düşünmesini ve insan hakları ve kadının insan hakları kavramlarını yok sayma eğilimindeki iktidar ve bağlılarıyla aynı söylemde buluşmaktan kaçınmaları umulur.

ALTILI MASANIN MUTABAKATI

Her hâlükârda bu metin yasalaşma şansına sahip değil biliyoruz. Ancak ana muhalefet partisinin bu teklifle siyasi irade beyanında bulunmuş olması bile geleceğe yönelik umutları kuvvetlendirmeye yardımcı. Özellikle güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş konusunda uzlaşmış altı partinin, bu yasa teklifinde de uzlaştığı izlenimi güven verici. Geleceğin siyasetinde en azından belirli sorun öbeklerinden birisi üzerine çözüm mutabakatı sağlanmış görünüyor. Sadece başörtülü kadınların değil başörtülü olmayan, başörtüsünden vazgeçen, mütedeyyin ya da seküler yaşam tarzını seçen tüm kadınları kapsayacak şekilde yazılmış. Yasalaşmasa da böylesi bir siyasi irade beyanını topluma verilmiş bir söz olarak kabul edelim.

Teklife ilişkin sakıncalar dile getirilirken en çok Erdoğan'ın köşeye sıkışmak yerine el yükseltme hamlesine yol açması endişe yaratmış görünüyor. Anayasal güvence önermesi ve bir de yanına o kutsanan aile kavramını ekleyerek özcesi erkek egemenliğini güçlendirmek için fırsata çevirmesi kaygıyla karşılanmış. Ancak Erdoğan’ın anayasa değişikliği ya da yeni sivil anayasa söylemi ilk defa bu mesele bağlamında kullanılmıyor. En az bir yıldır söylüyor bunu. Seçmene önümüzdeki seçim sonrası için seçenekleri azaldığından yeni bir hikâye sunmanın yolunu darbe anayasasından kurtulma vaadinde bulmuştu. Beş yıl önce ucube sistem için anayasa değişikliği yapılırken artık bunun bir darbe anayasası olmaktan çıktığını söylemesine rağmen geçmişi unutma, unutturma becerisiyle rahatlıkla bu iddiayı kullanabiliyordu, yine kullanır, CHP teklifi olmasa da kullanırdı.

İKTİDARIN MEDENİ KANUN TEHDİDİ YENİ DEĞİL

Diğer yandan aile kavramını kullanması nedeniyle Medeni Yasanın tehdit edildiğini düşünerek kaygılananlara da söylemek isterim ki bu tehdit de yeni değil. Uzun yıllardır nafaka hakkını budamak için girişimler sürüyor ve işte Medeni Yasa değişikliği için seçilmiş argümandı. Medeni Yasa değişikliği hep akıllarında ve her fırsattan yararlanacak bir oportünizm de siyaset namına bildiği en iyi yöntem. Bu tehlikeler bugün icat olmuş gibi davranmanın alemi yok. Kadın hareketini biraz takip eden, Erdoğan’ın anayasa çıkışını, aile bağlamında medeni yasa işareti verişini bir tehdit algısı olarak hep dile getirdiğini bilir. Çok eski değil daha üç-beş ay önce nafaka düzenlemesinin 2023 seçimleri sonrasına bırakıldığı beyan edildi bu iktidar tarafından. Seçim sonrası nafaka düzenlemesi yapılacağını söyleyen iktidar evet, bu ülkenin kadınlarına nafakasını keseceği şeklinde seçim vaadinde bulundu. Nafaka ödemek istemeyen erkeklere de cüzdanlarını gözeteceğini vaat etti. Ama en önemlisi 2023 sonrası Medeni yasanın değiştirileceğini ataerkil seçmenlerine vaat etti. Yeni değil, bu teklifle ilgili değil. Sık sık denemelere giriştikleri ve kadın hareketi tarafından dindarı seküleriyle ortaklaşa durduruldukları girişimlerden birisi.

Tek endişem kadınlar arasındaki dindar-seküler ayrımcılığının hayli ortadan kalkmış, ortak mücadele zeminin güçlenmiş olduğu birliktelik haline zarar verir ve yeniden örtülü-açık ayrımı yaşatır mı, korkusu. Fakat yanlış anlaşılmasın, yasa teklifi ve Erdoğan’ın el yükseltme hamlesi değil, CHP’nin yasa teklifine seküler kaygılarla itiraz edenlerin söylemleri kadın mücadelesinde ortaklaşmış kimi kadınların zihnini çeler mi, bilemiyorum. Yüksek olmasa da böyle bir ihtimal var sanki. Yine de umutsuz değilim biz kadınlar bunu da aşarız elbet. Fırsat vermeyiz bölmek isteyenlere ya da hiç farkında olmadan bizleri bölecek söylemlere en azından çoğumuz itibar etmeyiz, umudundayım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.