YAZARLAR

CHP’nin ve sosyal demokrasinin açmazı

14 Mayıs seçimlerinde CHP’nin oyunun yüzde 25’te kalması, sağa açılmasının bir sonuç getirmemesi, parti içinde önemli bir tartışmaya yol açtı. Sadece CHP’nin değil, Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin de ideolojik yapıları itibariyle sınıf temelli politikalar izlemeyip neoliberal programları savunmaları ciddi bir açmaza neden oluyor. Faşist eğilimli partiler itibar kazanıyor. Peki ne yapmalı?

CHP’nin ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sağa açılma politikası, Millet İttifakı adı altında beş sağ partiyle iş birliği yapıp kendi kontenjanından bu partilere 38 milletvekili sağlaması, parti içinde ve sol kamuoyunda ciddi tartışmalara yol açtı.

Kuşkusuz CHP’nin AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na karşı bir seçim iş birliği anlamında sağ partilerle belli bir ittifaka girmesi doğal karşılanabilir. Ancak CHP’nin kendi listesinden bu partilere seçimlerde de yeterli çaba göstermedikleri halde 38 milletvekilliği bağlamında bir kontenjan tanıması, önemli bir eleştiri konusu oldu.

Beş yıl süreyle CHP milletvekilliği yaptığı halde 14 Mayıs seçimlerinde aday gösterilmediği için cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP lideri Kılıçdaroğlu’na oy vermeyip milliyetçi aday Sinan Oğan’ı destekleyen ve ikinci turda da yine Kılıçdaroğlu’na oy vermeyen Abdüllatif Şener olayı da bu tartışmalara “tuz biber ekti”.

Uzun yıllar AKP’de politika yaptıktan sonra istifa edip CHP’ye geçen Abdüllatif Şener’in bu tutumu, partinin sağa açılma politikaların iflasının son örneği olarak değerlendirildi. Keza CHP, 14 Mayıs milletvekili seçimlerinde yüzde 25 oyun üstüne çıkamadı.

CHP, LAİKLİĞE SAHİP ÇIKMADI

Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, özellikle siyasal İslamcı politikalara ve uygulamalara cepheden bir karşı çıkış göstermedi. Partinin altı ilkesinden biri olan “laiklik” yeterince savunulmadı.

Daha öncede de belirttiğimiz gibi CHP’nin önemli bir belgesi olan Temmuz 2020 tarihli “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”nde “laiklik” ilkesi yer almadı.

CHP’nin kimi milletvekili adayları ve parti danışmanları, eski ülkücü ve AKP’den devşirme kadrolarla doldurulmaya çalışıldı. Göçmen meselesinde de, seçimin son turunda aşırı “milliyetçi” söylemlere bağlı kalınarak kimi Kürt seçmenler küstürüldü, Kılıçdaroğlu’nun Doğu Anadolu bölgesindeki oyları kısmen kayba uğradı.

1946’DAKİ SAĞA KAYIŞ

CHP’nin bu anlamdaki geçmiş tarihine baktığımızda, dindar çevrelere hoş görünmek için 1947 yılında yapılan 7. Kurultay’ında da önemli siyasi kararlar alınmıştı. Laiklik ilkesine yeterince sahip çıkılmadığı gibi ekonomide de liberal politikaların izlenmesi kararlaştırılmıştı.

Türkiye, 1946’da çok partili yaşama geçilmesiyle birlikte ABD emperyalizminin etkisine girmeye başladı. Köy Enstitülerinin kurulmasında önemli rolü olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bakanlık görevinden alınırken ilkokullara seçmeli din dersi kondu.

1949’da da Başbakanlığa, yani CHP hükümetinin başına ilahiyatçı Şemsettin Günaltay getirildi. CHP, 1946 sonrası dine ve liberal politikalara önem vermesine rağmen 1950 seçimlerinde büyük bir hezimete uğrayarak iktidarı DP’ye (Demokrat Parti) teslim etti.

SOSYAL DEMOKRASİNİN AÇMAZI

Günümüzde de CHP liderliğindeki Millet İttifakı, eğer seçimleri kazanıp iktidara gelmiş olsaydı ekonomi politikaları açısından esas itibariyle liberal politikalar izleyip kapitalizmi restore eden bir program uygulayacaktı. Kuşkusuz şimdiki AKP’nin siyasal İslamcı, otoriter baskıcı düzeninden ziyade özgürlükçü, nispi bir demokratik ortam mümkün olabilecekti.

Ancak Millet İttifakı’nın ekonomik politikaları, mevcut krizi dikkate alarak “kemer sıkıcı”, emekçi kitlelere pek refah getirmeyen politikalar olacaktı. Avrupa’daki sosyal demokrat partiler de, neoliberal politikaları uygulayıp emekçi sınıfların yararından ziyade kimlik ve kültür siyasetine ağırlık veren, kapitalizmin sınırlarını zorlamayan politikalar izlediler.

Kimi zaman bu politikalar, kitleler tarafından benimsenmeyince milliyetçi, sağ popülist, faşizan eğilimli partiler ya iktidara geldi ya da ülkede önemli bir politik konum elde etti.

RADİKAL SAĞIN YÜKSELİŞİ

İtalya’da aşırı sağcı ya da neofaşist diyebileceğimiz Meloni başbakanlığındaki bir hükümet iktidara gelirken Macaristan Başbakanı Orban da aşağı yukarı aynı niteliklere sahip bulunuyor.

Yine Polonya’da da sağ popülist bir hükümet işbaşında, İsveç’de Neonazilerin etkin olduğu İsveç Demokratları ikinci parti konumunda, Fransa’da da aşırı sağcı Marin Le Pen, cumhurbaşkanı olan liberal politikacı Macron’a karşı yüzde 41’lik bir oy sağladı.

İspanya’da aşırı sağcı Vox, parlamentoda üçüncü parti oldu. Tarihsel olarak Hitler faşizminin mahkum edildiği Almanya’da ise, aşırı sağcı parti AfD, 2021 genel seçimlerinde aldığı yüzde 10,3’lük oyunu Haziran 2023 anketlerine göre yüzde 18’e yükseltmiş görünüyor.

KÖKENİ MARKSİZM AMA…

Avrupa’daki sosyal demokrasinin kökeninde Marksist ideoloji vardır. Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Marksist düşünceden etkilenerek kurulmuş, işçi sınıfının iktidarını savunan bir partiydi. Hatta Rusya’da 1917 Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşevik Partisi’nin ilk adı Rus Sosyal Demokrat Parti idi.

Avrupa’nın en büyük sosyal demokrat partisi olan SPD, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman parlamentosunda oybirliği ile savaş kredilerini kabul edince emperyalist savaşa destek sunmuş oldu.

SPD’nin bu kararı, Avrupa Solu’nda büyük bir şaşkınlık yarattı. Rus devrimcisi Buharin, “hayatımızın en büyük trajedisi” derken yine Bolşevik Devrimi’nin liderlerinden Troçki de, “Alman sosyal demokrasisinin teslim olması” şeklinde bir yorum yapıyordu. Sovyet Devrimi’nin lideri Lenin ise, SPD’nin bu kararı için “beni savaş ilanından daha fazla şaşırtmıştır” diyordu.

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelenlerinden Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht de bu karara karşı çıkarak partiden ayrıldılar ve Alman Komünist Partisi’ni kurdular.

KAPİTALİZMİN 'YEDEK LASTİĞİ'

Avrupa’daki sosyal demokrat partiler, Marksist ideolojiden koparak özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında komünizme karşı halkın muhalefetini kapitalizmin sınırları içinde tutmaya çalıştılar.

Bu çerçevede sosyal demokrasi kavramı, kapitalizmin “yedek lastiği” olarak adlandırılır. Sosyal demokrat partiler, kapitalizmin “altın çağı” denilen 1945-1975 arasındaki dönemde iktidarda bulundular.

Özellikle Almanya, Fransa, İngiltere gibi emperyalist ülkeler, azgelişmiş ülkeleri sömürerek elde ettikleri artı değerin bir kısmını da “sus payı” olarak kendi ülkelerinde emekçi sınıflara verdiler.

SİSTEM KRİZE GİRİNCE

Sosyal demokrat partiler, 1970 sonrası kapitalizmin krize girmesiyle birlikte eski güçlerini kaybettiler, 1980 sonrasında da iktidara geldiklerinde neoliberal politikaları izlediler.

Sosyal demokratlar, neoliberal politikaların emekçi kesimde, halk sınıflarında yarattığı tahribata karşılık veremeyince bu kez radikal sağ güçlenmeye başladı. Sovyetlerin çöküşü nedeniyle de sosyalist ve komünist partilerin toplumdaki etkinliği iyice azalmıştı.

Günümüzde de Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Ukrayna savaşı ile ilgili olarak militarist bir politika izlediğini, SPD’li Başbakan Scholz’un savaşla ilgili olarak devlet bütçesine 100 milyar avroluk bir ödenek koyduğunu, Alman sermayesinin çıkarları için silahlanmaya büyük ölçüde katkı yaptığını hatırlatmakta yarar vardır.

CHP 1977: YÜZDE 42 OY

Avrupa’daki sosyal demokrasi böyle bir süreç izlerken ülkemizdeki sosyal demokrat parti nasıl bir gelişme gösterecektir? Kuşkusuz CHP, Marksizmden esinlenen klasik bir sosyal demokrat parti değildir.

CHP’nin kökeninde “Kemalist” ideoloji vardır, ancak programı itibariyle halkçılığı, devrimciliği, laikliği ilke olarak benimsemiştir. CHP’nin bu son süreçte sağa açılıp ciddi bir kazanım elde etmemesine karşın sol politikalar izlediği zaman ise oy oranını artırdığı tarihsel bir vakadır.

Bülent Ecevit’in genel başkanı olduğu CHP, 1977 milletvekili seçimlerinde yüzde 41,4’lük bir oranla tarihinin en yüksek oyunu almıştır. CHP, takip eden kısmi senato seçimlerinde de oyunu yüzde 42,3’e yükselmiştir.

CHP’nin bu oyu almasında, sola dönük politikalar izlemesi, “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen, ne ezilen, hakça bir düzen” sloganlarını kullanmasının etkisi büyüktür. Keza o dönemde ülke çapında sol bir dalganın olması, TİP ve diğer sosyalist partilerin varlığı, işçi, köylü, gençlik eylemlerinin yükselişi de önemli derecede rol oynamıştır.

DEĞİŞİM, NASIL?

Günümüzde de CHP’nin emekçi kesime dönük politikaları merkezine alması, laiklik ilkesini her zemin ve şartta savunması, daha soluyla yakın bir iş birliğine girmesi, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve meslek odalarıyla ilişki içinde olması, parti açısından daha sağlıklı bir yol olacaktır. Yoksa sadece lider ve kısmi kadro değişikliğinin CHP’yi bugünkü krizinden çıkarması zor gözükmektedir.

Öte yandan 9 Haziran 2023 tarihli “Güçlü sosyalist odak, CHP’yi de sola çeker” başlıklı yazımızda ifade ettiğimiz gibi etkin bir sosyalist solun varlığı da, CHP’nin sola gelmesine ve mevcut rejimin daha gerici, faşist bir sürece evrilmesine set çekebilir.

Kuşkusuz böyle bir demokrasi cephesinin oluşmasında sosyalist sol ve CHP’yle birlikte Kürt siyasal hareketinin de önemli bir bileşen olmasında yarar vardır…


Atilla Özsever Kimdir?

1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. 12 Mart (1971) döneminde piyade üsteğmeni iken siyasi görüşleri nedeniyle ordudan çıkarıldı. 2.5 yıl cezaevinde kaldı. Daha sonra iktisat öğrenimi gördü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı, doktorasını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamladı. 1974 – 2002 yılları arasında gazetecilik yaptı. 2003- 2011 yılları arasında da Maltepe Üniversitesi’nde kadrolu öğretim üyeliği görevinde bulundu. 2011 yılından itibaren de çeşitli üniversitelerde çalışma ekonomisi ve medya alanında dışarıdan dersler veriyor. “Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci” ve “Mesele Teslim Olmamakta” isimli iki kitabı ile çeşitli kitap ve dergilerde yer alan makaleleri bulunuyor.