YAZARLAR

Cemaatin lideri yargıda, fikirleri anayasa teklifinde

Toplumun değişim, dönüşüm sürecine yön veren fikirleri, yaklaşım ve anlayışları siyasetin okuyor olabilmesi gerekir. Başörtülü kadınların kendi haklarının güvence altına alınması için başka insanların hak ihlaline uğramasına izin vermek istemediğini görmeli siyaset. Birimizin özgürlüğü ötekinin hakkını ihlal için ön koşul yapılamaz. Yapılıyorsa da siyaset bunu önlemelidir. Değilse bunu yapan ve önleyemeyen politikacılar tarihi dönemeci aşma potansiyeline sahip değildir.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık “mevzuattan kaynaklanan bütün yetkilerimizi bu davada kullanacağız” buyurmuş. Özlem Zengin “cemaatse cemaat nereye kadar giderse gitsin” demiş. 2012’den bu yana iktidarın bilgisi dahilinde üstü örtülen şikâyet konusu çocuk cinsel istismar suçu 2020’den bu yana da bakanlıklar tarafından toplumdan gizleniyor. Nihayet 2022’de hakkı-hukuku hatırladılar.

H.K.G.’ye yaşatılan cinsel istismar ise o henüz 6 yaşındayken 2004 yılında başlamıştı. 20 yıllık AKP iktidarının 18 yılını, tüm çocukluğunu, gençliğini sistematik cinsel istismar altında yaşamaya mahkûm geçiren genç kadının kendisini kurtarma çabasını nihayet bugün destekliyorlar. Haber olup toplumsal tepki oluşunca ulaşıldı bu aşamaya. Fakat yargının harekete geçişi iktidar kanadından toplumsal tepkiyle uyumlu cümleler duyulduktan sonra gerçekleşebildi.

Sanıklar Kadir İstekli, Yusuf Ziya Gümüşel ve Fatıma Gümüşel hakkında müşteki avukatının tutuklama talep ettiği öğrenildi. Derya Yanık Bakanlık olarak -nihayet- tutuklama talep ettiklerini dile getirdi. İktidarın yargısı iktidardan aldığı talimatla Mayıs ayına duruşma tarihi vermesine rağmen infial dinmeyince iktidarın siyasi fayda hesabıyla icazetlendirilip bu defa tarihi öne çekti. Anadolu 2 numaralı Ağır Ceza Mahkemesi, 30 Ocak olarak duyurdu ilk duruşma gününü.

Anlaşılan o ki tanrılar kurban istedi. Üç kişi feda edilip bu yolla tüm tarikat ve cemaat yapıları aklanmış gibi gösterilecek. Din-siyaset-iktidar ilişkisini döndüren kirli çarkları temizlenmiş gibi yapma politikasını seçmiş görünüyor Erdoğan. Popülist politikacı olarak kendisini destekleyen taraflar arasında yine kendince bir denge gözettiği de söylenebilir. Partisindeki ve tabanındaki kadınların umduğu üzere çocuk cinsel istismarı suçunda cemaate taviz vermeden hukuku işletip gözünün yaşına bakmayan “reis” partili kadınları taltif ediyor olacak. Bu yolla tabandaki kadınları kendisine bağlı tutması da mümkün olacak elbette. Hesabınca toplumsal tepkiyi yumuşatırken aynı zamanda iktidarını, çocuk cinsel istismarı suçunu örtme ayıbından da kurtaracak.

Denklemin diğer unsuru tarikat ve cemaatlerin, “yargılanmalarına izni” vermesine rağmen kendisinden kopmasını önlemek üzerine. Ki bu yolun taşları döşenmişti zaten. Tarikat ve cemaatlerin, Cumhuriyetle, Medeni Yasayla, laik hukukla savaşa girenlerin istediği Anayasa değişiklik teklifini Meclis'e sevk etmişti. Üç kişiyi feda ederek “arzu edilen” anayasal düzenin kurulması din tacirlerini ikna etmesine yeter de artar bile. Akıllarınca gelecek zamanlar için “karşı devrimin” kahramanlarını bugünden yaratmanın yolu olarak görüp kolayca razı olurlar.

18 yıldır göz yumulan cinsel istismar suçunda yargıya “yol veren” bugünkü taktik değişikliğinin adı "ne şiş yansın ne kebap". Hem kadın ve çocuk hakları diyen bağlılarında rıza üretecek hem kadın düşmanları ve çocuk istismarcılarında rıza üretecek. Erdoğan’ın bu hamlesinin başarıya ulaşması ise kelimenin tam anlamıyla Meclisteki muhalefet partilerinin, sunduğu Anayasa değişiklik maddelerine karşı takınacakları siyasi tutuma ve milletvekillerinin oylarına bağlı. Ki bu aşamada kendisine güvenmese, teklifine olumlu karşılık bulacağına dair partilerden olumlu sinyal almasa Meclis'e sunamazdı.

Anayasa değişiklik teklifine karşı muhalefet partileri ile iktidar arasında en masumu “içeriğini görelim” tavrı olsa da arka kapı diplomasisiyle tahayyülü zor pazarlıklar yürüdüğü tahmin edilebilir. Kendilerini entelektüel, yılların siyasetçisi, iyi taktisyen olarak gören pek çok liderin, iktidara değil yanındaki diğer muhalefet liderlerine çalım atmayı siyaset yapıyor olma haliyle değerlendirmesi de olası. Tarihi dönemeçlerde bu tür politik karmaşa ve zihinsel kaos yaşanması görülmedik işlerden değil. Tarihi dönemeç denilen durum salt iktidar değişiminden ibaret sanılırsa yaşanır bu zihinsel kaos. Meleklerin cinsiyetini tartışma kabilinden olmayacak işlerle bir takım siyasi hesaplar yürütülürken tarihi dönemecin şafağında yeni bir siyasi akıl ihtiyacı pek çok politikacının gözünden kaçabilir. Toplumsal dokudaki değişim ve dönüşüm arayışını da göremeyebilirler. O dönemecin tarihini toplumsal gelişimi bütünlüklü olarak görebilenler yazar.

Haklarında din düşmanı olduğu yönünde kara propaganda yapılmasından korkan partiler var. Sanki daha önce benzer ithamlara rağmen kendi oyları artmamış gibi. Başörtüsü düşmanı olarak gösterilmekten korkan partiler var bir de sanki kendileri de 28 Şubat darbesine muhatap olmamışlar gibi. Şimdi teklif edilen değişiklikle topluma, toplumsal değişim ve dönüşüme ve anayasa aracılığıyla darbe yapılmaya hazırlanıldığını da görmüyor pek çok politikacı. Oysa sadece muhalefet milletvekilleri değil insana, insanlığa, hukuka ve kendi iradesine saygısı olan iktidar bloku vekillerinin de hayır demesi gereken bir teklifle topluma darbe yapacak siyaset.

Anayasanın 24’üncü maddesinde önerilen değişiklik, evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğu gibi laiklik ilkesini de temelden sarsacak, ortadan kaldıracak nitelikte. Başörtülü kadınların haklarını güvenceye almak bahanesiyle tüm kadınlar ve toplum için tek bir dinin tek bir yorumuna göre yaşamı dayatmayı mümkün kılacak bir yönetim anlayışı egemen kılınmak isteniyor. Adı İslam olsa da Allah’ın değil hocaların dini olan o usul-i Fıkıh egemen kılınacak laik hukuk sistemi yerine. O Fıkıh ki İlahî Mesajdan çok fıkıh alimlerinin fetvalarından oluşan arkaik bir hukuk sistemidir. Fetva ehli tarafından 12’nci yüzyılda dondurulup, toplumsal ihtiyaca göre güncellenmediği için arkaik hukuk sistemlerinden birisi olmuştur. Kadınların giyim-kuşamını, toplumsal yaşamı, ülkemizin bugününü ve geleceğini şekillendirmesi için anayasal zemin hazırlanıyor bu arkaik hukuk sistemine. Kimler istiyor bunu derseniz besbelli bir şey ki Erdoğan’ın son çare olarak yargılanmalarına izin verdiği kişiler, onların cemaati ve çok daha fazlaları anlamına gelen tarikat ve cemaat dünyası istiyor. Muhalefet partileri bu teklifte yer alan 24’üncü maddeye karşı çıkmanın onları başörtüsü düşmanı yapmayacağını bilmeli. Tersine özgürlükçü dindarlık için zemin oluşturan laiklik lehine tavır almış, toplumsal barışı desteklemiş olurlar bu teklifi ret ettikleri takdirde.

41’inci madde değişikliği ise getirdiği aile tanımıyla Medeni Yasa'nın işlevsiz kılınması, kaldırılması yolunda adım atılmış olması anlamına gelmekte. Aynı zamanda Anayasanın eşitlik maddesini de yok hükmüne düşürecek potansiyelde. Ailede erkek egemenliğini tesis ederek tüm cemaatlerde yaygın olan H.K.G. vakası ve Gümüşel ailesinin yaptıklarını, toplum geneline dayatacak bir aile nizamı öneriliyor.

Toplumun değişim, dönüşüm sürecine yön veren fikirleri, yaklaşım ve anlayışları siyasetin okuyor olabilmesi gerekir. Örneğin başörtülü kadınların kendi haklarının güvence altına alınması için başka insanların hak ihlaline uğramasına izin vermek istemediğini görmeli siyaset. Birimizin özgürlüğü ötekinin hakkını ihlal için ön koşul yapılamaz. Yapılıyorsa da siyaset bunu önlemelidir. Değilse bunu yapan ve önleyemeyen politikacılar tarihi dönemeci aşma potansiyeline sahip değildir. Toplum kendi yolunu illaki bulur. Çünkü, dini, inancı, düşüncesi, cinsiyeti, cinsel yönelimi, ırkı, dili, hayat tarzı felsefi düşüncesi ne olursa olsun insanların eşitliği ve eşit haklarıyla kendi potansiyelini gerçekleştireceği bir toplumsal düzen kurma yönündeki eğilim toplumda yaygınlaşıyor. Seküler dindar kutuplaşmasını yok edecek, kendi kültürel ve siyasal sentezini yeniden üretme potansiyeline ulaşmış toplumun politikacıları otoriter rejime son vermek yerine bunun yanına otoriter din politikasını yerleştirecek bir anayasa değişiklik teklifine geçit verebilir mi?


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.