Can Atalay: Deprem öncesi ve sonrası bütünüyle siyasetin sorumluluğundadır

Gezi tutuklusu avukat Can Atalay, Silivri Cezaevi'nden gönderdiği mektupta, AK Parti dönemindeki inşaat ekonomisini ve çöküşle sonuçlandığını yazdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Gezi Davası yargılamasında 18 yıl hapis cezası alan ve Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan avukat Can Atalay, 99 depreminden bu yana alınmayan önlemlerin bugün büyük bir yıkıma neden olduğunu belirtti.

Cezaevinden yazan Atalay, Birgün'de yayınlanan mektubunda şu ifadeleri kullandı:

"‘’Deprem ülkesi’’ olduğu zihnimize kazınmış memleketimizde 6 Şubat’ta art arda iki büyük depremle sarsıldık, yıkıldık.

Yurttaş ve yerel yönetimler tam bir seferberlik durumuna geçti. Elinden gelen çabayı gösteren yurttaş iktidarın durumunu tek bir kelimeyle tanımladı: Beklemek. Yıkımın boyutunu anlamak için beklemek, bölgeye ulaşılması için beklemek, kurtarma ekipleri için beklemek, teknik ekipmanı beklemek, başta akaryakıt olmak üzere malzeme eksiğinin tamamlanmasını beklemek; enkazda çalışanların gereksinimi asgari aydınlatma ve depremzedenin temel gereksinimleri ne zaman sağlanır beklemek; askeri birliklerin halkının yanında olması için gereken o ‘’emir’’ ne zaman verilir beklemek…

Haftada bir ailelerimizle yapabildiğimiz telefon görüşmelerimizde 'Dört duvar arasına kıstırılmış halde, elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz' dediğimde annem 'Enkazdan çıkıp yakınını arayanın da başka yerden koşup oraya gidenin de elinden başkası gelmiyor'’ dediğinde her şey sadeleşti. Çok bekledik, bekleyemeyiz, beklememeliyiz!

21 BUÇUK YIL HEBA EDİLDİ

23 buçuk yıl geçen 1999 Marmara Depremi bir milat olarak kabul edilegeldi. 21 buçuk yılı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında geçti. Sonuç: Deprem güvenliği için tam 21 buçuk yıl heba edildi. ‘'Heba edildi’ ifadesi boşa değil. Deprem güvenliğimiz kapsamlı bir seferberlikle iyileşmek şöyle dursun daha da kötüleşti.

İki deprem de çok büyük, kabul, ama günlerce müdahale edilmemiş ilçelerin, mahallelerin durumunu mazeretler uydurmadan konuşmalıyız.

1999 Düzce Depremi sonrasında bölgeye ilk ulaşanın toplumsal dayanışma ve asker olduğunu bizzat yaşadım. Afet yönetimini ‘tek elden ve biz(!) yapacağız’ ısrarıyla bu iki önemli gücün ilk elde müdahalesini engellemek büyük bir gerilemedir. Basit bir ihmal değil, kurmak istedikleri 'tekçiliğin' sonucudur.

AFAD eliyle aşırı merkezileşmiş ve dışlayıcı bir afet yönetimi yerine asker, yerel yönetimler ve gönüllülerle güçlendirilmiş hazırlıkların/olanakların koordinasyonunun hedeflenmesi gerekmez miydi? EMASYA Protokolü’nün 'toplumsal olaylara müdahale' yönü budanarak, afet yönetimi merkeze alınarak ve güncellenerek tekrar yürürlüğe konması şart değil miydi?

SİYASETİN SORUMLULUĞU

Esas mesele, kaçınamayacağımız depremlerin bir afete dönüşmemesidir. Deprem kaderdir, ama öncesi ve sonrası bütünüyle siyasetin sorumluluğundadır.

Esas meselede -öncesindeki önlemler ve sonrasındaki müdahale- 21,5 yılın heba edildiğinin itirafları var. AFAD’ın 2022 Düzce Depremi Raporu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu’nun açıklamaları:

Soylu, 8 Kasım 2020’de, 'İstanbul depremi bir beka sorunu olur' dedi. 21,5 yılda beka sorununa ilişkin bir yaklaşım görüldü mü? Onun öncelikleri bambaşka.

Erdoğan’ın 5 Kasım 2020 hesabına bakalım. 18 yılda 975 bin TOKİ yapısı yapıldığını; 'dönüştürülmesi gereken' 6 milyon 700 yapının olduğunu açıkladı. Basit bir hesapla mevcut dönüşüm modeli ile tam 123 yıl gerekiyor. Erdoğan’ın hesabı bile modelin derde deva olmadığını gösteriyor. AKP’nin rantçı siyaseti de hukuksal çerçevesi de uygulaması da sınandı ve sınıfta kaldı.

Deprem korkusunu bir fırsat bilip yürürlüğe konulan 5366 Sayılı Kanun (Tarlabaşı, Sulukule örnekleri) da 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesi de 2011 yılında o zamanki adıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çıkarılan KHK’ler de ve nihayetinde bir sıkıyönetim nizamnamesi kadar şedit hükümler içeren 6306 Sayılı Kanun da deprem güvenliğini sağlamak şöyle dursun sorunu misli ile ağırlaştırdı.

Van Depremi’nin ardından yürürlüğe konulan 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun amacına uygun kullanılmaması da yıkımın nedenlerindendir. 6306, 'afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek’' diyor. Ancak uygulama mevzuatının temeline müteahhitler yerleştirilince ve mevzuat hukuk dışı uygulamalarda kılıf olarak kullanılınca yıkım kaçınılmaz oluyor.

İNŞAAT EKONOMİSİ

AKP deprem korkusunu ranta çevirdi. Evi nispeten rantı yüksek yerde bulunanları müteahhitle karşı karşıya bıraktı. Örneğin Bağdat Caddesi’nde olan inşaat faaliyeti, Zeytinburnu’nda hiç görülmedi.

Kamu kurumu olan TMMOB’nin bilimsel uyarılarının önemini çevresindeki yıkımın tam ortasında dimdik ayakta duran Kahramanmaraş’taki İnşaat Mühendisleri Odası binası bize kanıtladı.

AKP’nin kalkınma diye takdim ettiği temel iktisadi politikası ‘'inşaat ekonomisi’, deprem bölgesinde tam bir yok oluşla sonuçlandı. Yer ile yeksan olan yarı gökdelenlerin tümüne yakını son yirmi yıl içinde yapıldı. Bu gidişe siyaseten son vermezsek benzeri sonuçlar bütün deprem bölgelerinde bizleri bekliyor.

21 buçuk yıl, yapılı çevrenin güvenlikli hale getirilmesi için yeterli süredir. Erdoğan’ın kader söylemi boşunadır. Kılıçdaroğlu’nun depremin yıkımının, nedenleri ve sonuçları ile siyaset üstü bir bahismiş gibi gösterilmesine ilişkin itirazı çok önemlidir.

Durum açıktır: AKP’nin 'kentsel dönüşüm(!), iktisadi/siyasi/hukuki rejimi' çökmüştür.

Acil, acil…

Depremlerin afete dönüşmesinin sonuçları gözlerimizin önündeyken ve yaşadığımız durum Marmara’da, İzmir’de ve bütün fay hatlarında her an yaşanması bir gerçeklikken Altılı Masa derhal, acilen eylem planının esaslarını açıklamalıdır. Afetler konusunda çok zengin bir araştırma, öneri, deneyim vb. vb. zengin bir toplumsal birikime sahibiz. Bu birikimin değerlendirildiğini görmek istiyoruz.

Depremlerin afete dönüşmesi kamusal gücün, önceliği, planlaması, önderliği, uygulaması, koordinasyonu, denetimi olmadan başarılamaz. Kamu yararını tek değer kabul eden bir hukuki çerçeve ve uygulama ile sağlanabilir. Yaklaşan afetlere karşı, kamunun öncülüğünde yerel yönetimleri ve yurttaşı da kapsayan toplumsal seferberlik üzerine ortak yaklaşımlarını açıklamalarının tam zamanıdır.

Çok bekledik, daha bekleyemeyiz: YENİ BİR BAŞLANGIÇ ZORUNLUDUR." (HABER KERKEZİ)