Bu seçim o seçim değil diye diye

Muhalefet parti içi demokrasinin yokluğunun bedelini ağır ödedi. Cumhurbaşkanı ve milletvekili adayları daha demokratik ve katılımcı bir şekilde seçilseydi seçimi kazanabilir miydi muhalefet?

Google Haberlere Abone ol

Armağan Öztürk*

Demokrasi yarışma, katılım ve eşitlik demek. Bu temel ilke ve prensipler olmadan demokrasi olmuyor. 2019 yerel seçimlerinden bugüne CHP ciddi ölçüde dönüştü. En öne çıkan husus parti içi hiziplerle mücadele adı altında parti içi demokrasinin tümüyle tasfiyesi şeklinde özetlenebilir. Mesela şu anki tüm il başkanları yarışmaya izin verilmeyen bir kontrol ve disiplin mekanizması içinde seçildi. İstanbul dahil olmak üzere hemen hiçbir ilde parti içi yarışmaya izin verilmedi. Ayrıca milletvekili listelerinde ön seçim kuralı işletilmedi. Genel merkezden yazılan ve daha çok liderliğin dar çıkarlarını yansıtan aday tercihlerinin parti oyuna hiçbir katkı sunmadığını 14 Mayıs gecesi acı bir şekilde deneyimledik. CHP sosyal demokrat bir kitle partisi olmaktan çıkarak genel başkan performansına odaklanmış popülist bir siyasi organizasyon olmaya doğru irtifa kaybetti. Tek bir amaç vardı: İktidar. Tüm yetkilerin Kılıçdaroğlu’na devredilmesi ve tüm seslerin susturulması AKP iktidarını sona erdirecek büyük değişim için atılması gereken zorunlu adımlar olarak görüldü.

Ez cümle, geniş sosyal demokrat kamuoyu Kılıçdaroğlu’na her istediğini verdi. Bu yapı daha sonra Millet İttifakı bakımından da kendini tekrar etti. Kılıçdaroğlu dışında hiçbir aday tartışılmadı. En küçük bir itiraz gizli AKP’lilik ve hainlikle damgalandı. Düşünün Sadullah Ergin CHP listelerinden milletvekili adayı gösterildi. Atatürkçüleri hapse atan dönemin Adalet Bakanı CHP’lilerin verdiği oyla şu an mecliste. Bu karar bile yeterince tartışılmadı muhalif basında. Akşener’in sürece itiraz ettiğini hepimiz biliyoruz. Ama yaptığı çıkışın zamanlaması ve üslubu yanlıştı. Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engelleyemedi Akşener. Ayrıca yapılan bu tercih nedeniyle oy tabanı hızla eridi. Uzun bir süre oyu yüzde 15-20 bandında ölçülen İYİ Parti tekrar başladığı yere, yani yüzde 10 seviyesine geri döndü.   

Bu yokluklar ve eksiklikler listesiyle 14 Mayıs gününe geldik. Muhalefet kendi cehennemini yaşadı o gece. Olan oldu. Peki, şimdi bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Siz bakmayın seçim gecesi ekranlarda masum muhalif seçmeni iktidarın manipülasyon yaptığına ikna etmeye çalışan parti yorumcularına. 2 hafta sonra çok ağır bir seçim yenilgisi yaşayacak muhalif kesimler. Çünkü 14 Mayıs muhalefeti tümüyle tüketti. İYİ Parti, CHP ve HDP, TİP bu süreçten yara alarak çıktı. Muhalefetin hiçbir unsuru hedeflerine ulaşamadı. Herkes başarısız. Dahası yeni dönemde genel başkanların mecliste olmadığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Seçim sonuçlarına muhalefet lehine ciddi hiçbir katkı yapmayan 30’a yakın eski AKP’li, yeni DEVA’lı, Gelecek’li vekilin durumunu hiç saymıyorum bile.

Muhalefet parti içi demokrasinin yokluğunun bedelini ağır ödedi. Bu noktada haklı bir şekilde sorulabilir: Hikaye farklı olsaydı sonuç da farklı olur muydu? Cumhurbaşkanı ve milletvekili adayları daha demokratik ve katılımcı bir şekilde seçilseydi seçimi kazanabilir miydi muhalefet? Bu sorulara peşinen evet diyemeyiz şüphesiz ki. Ama en azından birbirimizi bu şekilde suçlamazdık. Moral bozukluğu genel bir bozgun havasına dönüşmezdi. Çünkü demokrasi gerçekten işletilirse, yani kararlar aşağıdan yukarıya katılımcı bir şekilde alınırsa herkes karara ortak olur. Dolayısıyla sonuca da ortak olur. Yenilsek bile yenilgi hepimizin yenilgisi olur. Ama Türk muhalefetin yaptığı üzere tüm yetkiler genel başkana ve çevresindeki bir grup elite devredilirse vatandaşın adayları suçlaması kaçınılmaz hale gelir. Şu an yaşadığımız hissiyat bu temel gerçeğin özetidir aslında. 

*Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.