Bir koleksiyon üzerinden pop art'a bakış: 'Asla ulaşamadığım eksik parçayı aramaya devam edeceğim'

Muzaffer Poyraz’la, pop art sanatının parçası olmuş eşyalardan oluşan koleksiyonunu konuştuk. Poyraz, "Hep bulduğumu sandığım ancak asla ulaşamadığım o eksik parçayı aramaya devam edeceğim" dedi.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Koleksiyon dediğimizde aklımıza çoğunlukla kullanım amacı aynı veya benzer şeylerin biriktirilmesi ile oluşan bir nesneler toplamı gelir. Her koleksiyonun merkezinde de şüphesiz koleksiyoncu yer alır. Neticede o nesneleri yan yana getiren, onlara yeni anlamlar kazandıran özne, onları bulup bir araya getiren kişiden başkası olamaz.

Muzaffer Poyraz da daha ziyade kendi geçmişinin peşine düşmüş bir toplayıcı. O, bir nesne kategorisinden ziyade bir zaman diliminin peşinde sanki. Poyraz’ın koleksiyonu, çoğunluğu 1940’ların sonundan 1990’lara dek geçen sürede, yani Soğuk Savaş yıllarında üretilmiş; mutfak eşyaları, oyuncak, giysi, mobilya, şişe, kartpostal, poster, elektrikli cihazlar gibi çok geniş bir ürün yelpazesini kapsıyor. Sayısız nesneyi belirli bir sınıfta değerlendirmek zor olsa da koleksiyonundan “yirminci asra bir saygı duruşu” diye bahsetmek herhalde yanlış olmaz.

Muzaffer Poyraz ile koleksiyon serüveni ve koleksiyonculuğun psikolojik dinamikleri üzerine konuştuk.

Muzaffer Poyraz

‘ÇOCUKLUĞUMU HATIRLATAN EŞYALARI TOPLADIM’

Bize kendinizden ve koleksiyonunuzdan kısaca bahseder misiniz?

Benim toplayıcılık serüvenim, kendi kişisel hikâyemle de hayli örtüştüğünden, bu iki sorunun beraber sorulması oldukça yerinde. Toplayıcılığa doğduğum yer olan Ankara’da, 1990’ların ortasında başladım.

Mesleğim olan sigorta eksperliği icabı çok zaman geçirdiğim oto sanayilerindeki hurdacılarda gezinirken; çocukluğumun geçtiği Anıttepe sokaklarında ve Gençlik Caddesi’nde, diğer çocuklarla birlikte hayranlıkla izlediğim Amerikan otomobillerine ait parçalara denk geliyordum. Kimi zaman bir jant kapağı, kimi zaman bir sürat göstergesi derken, çocukluğuma dair eşyaları, bana o seneleri hatırlatan objeleri toplamaya devam ettim. Hurdacılarda başlayan toplayıcılık serüvenim zamanla bit pazarları, eskiciler, antikacılar, evler, sokaklar derken, bütün şehre yayıldı. Daha sonra da Ankara’dan İzmir’e taşındı.

Anladığımız kadarıyla koleksiyonunuz belirli bir kategori altında adlandırabileceğimiz eşyalardan oluşmuyor…

Evet, pop art diye adlandırdığımız tasarım akımlarının parçası olmuş veyahut bunlardan etkilenmiş; yani 1950’lerden 1990’lara kadar olan geniş bir döneme ait eşyalar ve objeler topluyorum. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına renk ve şekil veren veya dönemin ruhunu temsil eden nesneleri seviyorum. Türlerin çok çeşitli, tarih aralığının da epey geniş olması, sahip olduğum bu ürünlerin bir koleksiyon olarak anılmasını güçleştiriyor sanırım. Telefonlar, televizyonlar, kumbaralar, saatler gibi ev eşyalarından posterlere, daktilolara, fotoğraflara, mobilyalara, ayakkabılara kadar uzanan ve hemen tamamı tek tek alınmış binlerce nesne söz konusu olan.

.

‘KOLEKSİYONER ENGELLEYEMEDİĞİ BİR ARZUYLA TOPLAMAYI SÜRDÜRÜR’

Peki, sizi bu kadar çok çeşitli eşyayı toplamaya iten ve toplama arzusuna neden olan nedir?

Bunları kendi kişisel tarihim ve hatıralarım ile uzak veya yakın ilişkili oldukları, yine bu geçmişin biçimlendirdiği bir zevkin konusu olmaları sebebiyle topladım. Örneğin klasik otomobil veya sanat eseri gibi kimi koleksiyonların ciddi bir yatırım değeri olsa da bir toplayıcının başlıca ve iflah olmaz motivasyonu tutkudur. İzninizle burada meseleyi biraz daha açmak isterim.

Jean Baudrillard, 'Nesneler Sistemi' isimli eserinde, “…her nesne iki ayrı işleve sahiptir: Birincisinin bir işe yaramak, ikincisinin birisinin malı olmak” olduğunu saptar. Yıllardır topladığım bütün bu eşyalar, bir zamanlar, belirli bir hizmeti görmek üzere üretilmiş iken, koleksiyona dahil oldukları andan itibaren üretim amaçlarından tamamen soyutlanır ve toplayıcı öznenin sahipliğinde, bir koleksiyonun parçası olarak yeni bir anlam kazanırlar. Yani Baudrillard’ın tanımındaki ilk işlev artık sona ermiş, bütün anlam ikinci işleve yüklenmiştir. Sanıyorum bütün koleksiyonlarda aynı durum geçerlidir. Her koleksiyon bir nesneler dizinidir ve koleksiyona dahil olan şeyler artık o koleksiyon ile birlikte anlam kazanır. Geçmişte oynadıkları roller geçersizdir ve artık koleksiyondaki diğer nesneler ile ilişkileri kadar anlamlıdırlar. Toplayıcı ise bu özgün dönüşüme vesile olan ve bunu adeta bir refleks gibi sürdüren kişidir. Koleksiyon yapmanın sadece bir zevk ve gusto meselesi olduğunu, bu uğraşın toplayıcı üzerinde sadece olumlu izler bıraktığını iddia eden kimse, altta yatan takıntı ve hırs gibi daha agresif çağrışımlı ama toplayıcılığa içkin hisleri göz ardı etmiş demektir. Her kültür gibi, koleksiyon kültürünün de birbiriyle çelişen, birbirini iten yönleri vardır. Bu anlamda toplayıcının toplamaya devam etmek için çok özel bir motivasyona ihtiyacı yoktur. O zaten, engelleyemediği bir arzunun esaretinde, toplamayı sürdürür.

‘ASLA ULAŞAMADIĞIM EKSİK PARÇAYI ARAMAYA DEVAM EDECEĞİM’

Koleksiyonunuz için nasıl bir hedef belirlediniz?

Benim gibi, sanayi çağına ait nesneleri toplayan kişiler için seçenekler neredeyse sınırsız. Zaten bir sınırın, belirli bir son parçanın varlığı demek, toplayıcının anlamını, özne niteliğini yitirmesi demektir. Her koleksiyonun bir nesneler dizini olduğunu az önce ifade etmiştim. Dolayısıyla bu dizinin sonu mutlaka açıktır, yani dizin her zaman eksiktir. Bu eksik parçayı bulmak ve onu koleksiyona eklemek, toplayıcı öznenin varlığını sürdürmesi için elzemdir. Yine Baudrillard “…özne kendi yerini ancak eksikliğini duyduğu şey sayesinde yeniden nesnel bir şekilde belirleyebilmektedir. Oysa bir türlü bulunamayan o son eksik parçanın ele geçirilmesi demek, aslında öznenin ölmesi demektir” derken bu durumu işaret ediyor. Dolayısıyla ben de yirmi beş senedir olduğu gibi, her defasında bulduğumu sandığım ancak asla ulaşamadığım o eksik parçayı aramaya devam edeceğim.

.

Burayı biraz daha derinleştirelim. Baudrillard, öznenin ölmesi derken neyi kastediyordu sizce?

Burada mecazi anlamda bir ölümden bahsediyor şüphesiz. Az önce, toplayıcının taşıdığı başlıca motivasyonun arzu olduğunu söylemiştik. Bu arzu, koleksiyonun eksik parçasını tamamlama hissini tatmaktır, böyle bir tatmindir. Ancak bu tatmin bir yanılsamadır. Koleksiyon hiçbir zaman tamamlanmaz. Zaten tamamlanmış bir dizinin artık toplayıcı özneye ihtiyacı olmayacaktır. Toplayıcı özne resimden çıkacak, öznesiz kalan; yani toplayıcının anlamlandırma faaliyetinden mahrum kalan koleksiyon da kuru, soğuk ve birbirinden uzak nesneler yığınına dönüşecektir.

‘ARZU EDİLEN NESNEYİ ELE GEÇİRİNCE DUYULAN HAZ GEÇİCİDİR’

Arzu kavramının koleksiyonculukla yoğun bir ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz. Son olarak; bu daimi arzu ile geçici tatmin döngüsü yahut rutinine, psikanaliz perspektifinden nasıl yaklaşabiliriz?

Jacques Lacan’ın objet petit a tanımlamasına başvurmak, toplayıcı özne ve koleksiyon nesnesi arasındaki arzu ve tatmin ilişkisini tarif etmek adına isabetli olacaktır. Lacancı psikanalize göre, mutlak haz mümkün değildir. Ancak hazzın mümkün olduğunu hissettiren anlar, bunları olanaklı kılan şeyler vardır. Objet petit a, gerçek bir nesne değildir, bir fantezi nesnesidir. Mutlak haz, konumuz bağlamında, koleksiyonu tamamlayacak nihai parçaya sahip olmaktır. Bir toplayıcı, koleksiyonunda olmazsa olmaz gördüğü her nesneyi satın aldığında, böyle bir durağa varır. Toplayıcı için Objet petit a, koleksiyon dizinin tamamlayan parça fikridir. Toplayıcı, çok özel, belki de eşsiz bir parçanın katılımı ile koleksiyonundaki eksikliğin tamamlandığı hissine kapılabilir.

Ne var ki nesneler dizini asla tamamlanmaz, sadece uzar. Arzu duyulan nesneyi elde edince duyulan haz geçicidir, uçucudur. Bir nesneye sahip olduktan sonra, o nesnenin büyüsü azalır. Bu son katılıma karşın koleksiyon, yani nesneler dizini, yine eksik kalmıştır. Ancak toplayıcı, geçici dahi olsa bu hazzı tekrar tecrübe etmek istediğinden, eksik parçanın, yani objet petit a’nın izini sürmeye devam edecektir. Tanıdığım hemen bütün toplayıcılar, arzunun bu büyülü nesnesinin, asla tatmin olmayacak bir hazzın peşinden giden, romantik ve iflah olmaz biçimde tutkulu kimselerdir. Kutsal kâsenin gerçekte var olup olmaması, bizim gibi toplayıcılar için konu dışıdır. Esas olan, o kâseyi bulabilme hayalinin yaşattığı heyecan ve hazdır.