Bir Belçika değiliz ama Suudi Arabistan da yapamazsınız
Enflasyonun, döviz kurunun tavan yaptığı ülkede yoksulluk giderek derinleşmişken ve emeklilere maaş zammı yerine dolaylı vergilere bir kat daha zam yapılmışken kadınların ve çocukların nafakasını kesmeye yönelen Erdoğan iktidarı kendisine günah keçisi olarak Mahinur Hanım'ı seçmiş gibi görünüyor. Şimdiye kadar aile bakanları nafaka konusuna bu denli pervasız girmemişti, çünkü bu ülkedeki anlamını biliyorlardı.
Yoksul kadının nafakasına göz diken ilk isim Bakan Mahinur Özdemir Göktaş değil ama nafaka karşıtı koroya katılmakta pek acele etti. Belçika’da doğup yetişmiş, siyasi yaşamına Belçika’da başlamış bir kişi. Emirdağ’lı bir ailenin Belçika’daki üçüncü nesil fertlerinden birisi. Üçüncü nesil, Avrupa’ya giden işçi ailelerinin bulundukları ülke şartlarına uyumunun tamamlandığı nesil demek aynı zamanda. Henüz kendi ülkesiyle duygusal bağı kopmamış ama yaşadığı toplumun şartlarını benimsemiş olduğunu düşünebiliriz. Bir nevi ithal bakandan söz ediyoruz Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş dediğimizde.
Tuhaf olan, başka bir ülkenin toplumsal yapısına aşina ama bakan olduğu ülkenin toplumsal dokusuna ilişkin büyük ihtimal kulaktan dolma bilgilere sahip bir kişinin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı olarak görevlendirilmesi. Yine de eğitimli ve politik deneyime sahip bir kişinin kısa sürede geldiği yere, ailesinin ülkesine, büyük ihtimal çocukluğundan beri zaman zaman gelip giderek sınırlı şekilde tanıdığı ülkenin sosyolojisine ilişkin bilgiyi edinme potansiyeli vardır diye düşünülebilir. Ne de olsa insan kaynakları mühendisi, belki kısa sürede öğrenebilir, Türkiye sosyolojisinde insan kaynağı yönünden kadının statüsüne dair bilgi eksiğini gidermesi zor olmayabilirdi. Tabii ki bunlar niyete bağlı olduğu kadar aynı zamanda kendisini bakan yapan partinin, Cumhurbaşkanı'nın yönlendirmesiyle doğrudan ilişkili. Fakat her şeyden önce geldiği ülkede yine aynı parti ve Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilmiş geçmiş dönemin bakanlarınca yürütülen nafaka hakkına dair politikayı öğrenmiş olmalıydı.
Yaptığı açıklamada “süresiz nafakanın adaletli olmadığı” görüşüne yer vermesinden anlaşılıyor ki henüz bu ülkeye intibak edememiş. Hukukumuzda adaletli bulmadığı nafakanın adı süresiz nafaka değil yoksulluk nafakası. Bir hukuki düzenlemeyi konuyla ilgili bakanın ağzından adlı adınca duymayı beklemek hepimizin en doğal hakkı fakat görülüyor ki bu kadarcık bir özeni beklemek bile nafile imiş. Adını dahi önemsemediği bir düzenlemenin adaletini kimin terazisiyle tarttığı ise çok önemli bir konu. Fakat biliyoruz ki sistem bakanların siyasi memur olup talimatla çalıştığı, zevahiri kurtarmaktan öte fonksiyon icra edemediği bir hükümet yapısı. Yine de üstlendiği sorumluluğu layıkıyla yerine getirdiği izlenimi vermek için bile olsa bu yoksulluk nafakası nedir, neden süresiz olarak bağlanır, ne tür toplumsal ihtiyaçlardan doğmuştur gibi sorulara cevap arayıp kadınları dinlemesi gerekirdi. Bakanlığında iyice işlevsiz hale getirilmiş de olsa Kadının Statüsü Genel Müdürü'nü hiç dinledi mi nafaka konusunda merak ediyorum. Sözlerine bakılırsa nafaka karşıtı erkekleri dinlemekle ve Cumhurbaşkanı'ndan talimat almakla yetinmiş.
Bir AKP ve Erdoğan değer yargısı klasiği olarak “kadından bakan olacaksa ancak aileye bakar” hükmünün istisnası pek az malum. Ve aile bakanlarının KADEM kontenjanından olup Sümeyye Erdoğan tarafından tayin edildiği sır değil. Hal böyle olunca GONGO işlevine rağmen bir kadın örgütlenmesine örtük bir yetki verilmesi nedeniyle aile bakanı kadınlara genellikle bir parça şefkatli eleştiri geleneği vardır kadın hareketinde. Karar mekanizmasına yükselmiş bir kadını, erkek yöneticilerin aldığı kararlar nedeniyle hırpalamak pek gelmez içimizden. Tabii ki kadın bakanlar, vekiller de toplumun kadın yarısı için yaşamsal öneme sahip konularda, söylemsel düzeyde kalsa bile, kadın haklarından yana “kırmızı çizgi” tutumu takınması koşuluyla. Kendisinden önceki Aile Bakanları yoksulluk nafakası hakkında kadınlar aleyhine yasal düzenlemeye geçit vermemişti. Halk arasında bir söz vardır hani “sarımsağı gelin etmişler 40 gün kokusu çıkmamış” derler. Bizim ithal bakan Mahinur Hanım maşallah 40’ı çıkmadan kokusunu, dokusunu belli etti. Züccaciye dükkanına giren fil gibi nafakaya daldı. Ya Hu! Az bekle! Nafaka tartışmalarının erkek tarafında konuşlanmadan önce bir sor, soruştur, öğren. Düşün hele önceki bakanlar niçin geçit vermedi bu konuya, bir bak. Ülkeye yabancı, toplumu tanıyışı sınırlı, acemi bakan olarak iki ayını bile doldurmadan sıcak kestaneyi avuçlama. Eğer kadınları, kadınların hayatını, eşit yurttaşlık için verilen mücadeleyi önemsemiyorsan bile hiç değilse eğitimini aldığın mesleğini önemse. İnsan kaynakları mühendisi olarak Türkiye’de kadının statüsü neymiş bir bak.
Örneğin istihdamda kaç kadın var sorusunda bizim cevabımıza güvenmezsin biliriz ama bari TÜİK rakamlarına bir bak. Yoksulluk nafakası ile ekonomik eşitsizlik arasındaki ilişkiyi kuracak kadar bir mühendislik bilgin varken onu bari heba etme. Salt sermayenin iş gücü ihtiyacını önemsiyorsan bile iş gücü piyasasındaki kadın oranını bir incele. Birkaç tabloya bakıp birkaç rakamı not ettiğinde hukuk sisteminin niçin yoksulluk nafakasını süresiz olarak bağlama düzeni getirdiğini anlarsın. Eğer birkaç kadın hukukçu ile konuşursan “süresiz nafaka” diyerek kadın taşlayan erkeklerin çoğunlukla kendi çocuklarına verdikleri iştirak nafakasını bile ödemek istemediklerini hemen anlarsın. Süresiz nafaka söylemiyle nafaka karşıtlığını sözüm ona adalet kılıfıyla pazarlayanların gerçekte kadına verilen yoksulluk nafakasından daha çok ortak çocuklarına verilen iştirak nafakasını kastettikleri de çıkar ortaya. Üstelik bu ülkede boşanmaların yarısı anlaşmalı gerçekleşiyor. Anlaşmalı boşanmada tarafların ortak kararı geçerli ve Medeni Yasa m. 175-176 ile düzenlenmiş yoksulluk nafakası hükümleri uygulanmıyor bu tür boşanmalarda.
Boşanmaların çekişmeli olan yarısında ise taraflar yoksulluk nafakası talep etmiyor. Yani tüm boşanmaların 4'te 3’ünde o dilinize doladığınız süresiz nafaka dediğiniz yoksulluk nafakası otomatikman kapsam dışı bırakılmış oluyor. Tabii ki ortak çocuklara verilen iştirak nafakası boşanma sürecinde belirlendiği için çekişmeli boşanmaların hepsinde geçerli. Bir başka deyişle erkekler çoğunlukla çocuklarının velayetini almak istemiyorlar. Az sayıda baba velayet hakkı talep ettiğinde de mahkeme kabul etmeyip genellikle kadın veriyor velayet hakkını. Yani sayın bakanın sözüne inandığı erkekler süresiz nafaka diyerek çarpıttıkları konuda genellikle kendi çocuklarının bakım sorumluluğuna katkıda bulunmaktan kaçınanlar. Ancak bunu açıkça söylemek işlerine gelmediğinden süresiz nafaka diyerek konuyu çarpıtıyorlar. Devam edersen süresiz nafaka ismiyle gerçek çarpıtılarak karşı çıkılan yoksulluk nafakası tüm boşanmaların sadece 4'te 1'inin konusu.
Yasa maddesi cinsiyetsiz, yani yoksulluğa düşecek tarafa veriliyor. Erkek ya da kadına verileceği belirtilmiyor. Neden peki kadın hakları bağlamında ele alıyoruz, neden kadının nafaka hakkı kavramını kullanıyoruz derseniz yukarıda önerdiğim istihdam ve işgücü tablolarında kadın oranlarına bakarak cevabı bulursunuz. Ancak ilaveten sosyolojik dokuyu biraz inceleyip erkeklerin evlenirken eğitimsiz ya da çalışmayan kadın tercih ettiğini, çalışıyorsa bile işten çıkardığını toplumu gözleyerek anlamanız mümkün. Tüm boşanmalarda kadınların dörtte biri ya eğitimsiz, ya hiç çalışmamış ya da evlenirken, çocuğu olduğunda vb. işten ayrılmış kadınlardan oluşuyor ve yoksulluk nafakası onlar için hayati önemde. İşsizlik oranını gözleyin bir de. Ve üstüne yaşı ilerlemiş kadınların iş bulma zorluğunu, geçmiş deneyimi varsa bile çalışmak için iş bulma umudunun olmadığı gerçeğine gözünüzü yummayın. Evlenirken “çalışma ben sana bakarım” diyen erkeklere güvenmek bu kadınların tek kusuru. Bir başka kusuru da sizin aklınızı yönlendiren o Erbakangillere inanmış ailelerde doğan çocuklar olmaları. Sizin kadar şanslı olmayan kadınları, evliyken emeği sömürülen, ev kölesi kıvamında kullanılan kadınları, boşanırken “git çalış” diyerek kapı dışarı etmek isteyen erkek nankörlüğüne teslim olmayın. Boşanma durumundaki kadınların dörtte birini teşkil eden yoksul kadınlar, aileleri Erbakangillere inanıp kızlarını okutmadıkları ve çocuk yaşta olsa bile evlendirdikleri için boşandığı zaman çalışabilecek durumda değil. Bu gerçeği idrak etmeniz çok zor olmasa gerek. Bakan yeni, ithal, acemi olduğu için yıllardır defalarca yazdıklarımı bir kere daha tekrar ediyorum ama önemli bir konu, bilgi tazelemekte yarar var. Neyse devam edeyim.
Mahinur Özdemir Göktaş’a bu kadar yüklenmemin sebebi, tam direnmek gereken konumda oturuyor olması. Yoksa biliyorum bakan olmasına rağmen işlerin onun iradesiyle ilerlemediğini. Erdoğan bir yıl önce “nafaka seçimden sonra” diyerek bugünleri işaret etmişti. Aklındaydı ama özellikle ülkenin yapısını, dokusunu, sorunlarını, kadın haklarının karşı karşıya bulunduğu tehditleri bilme ihtimali en zayıf olacak şekilde yurt dışında bir kadını görevlendirmesi boşuna değil. Ekonomik refaha sahip, sosyal kalkınma ve insani gelişmişlik endekslerinde üst sıralarda bir ülkede yaşamış bir kadın Belçika’daki standartlara göre düşünecek demiş olmalı. Kadın istihdamının yüzde yetmişleri aştığı bir ülkeden gelen bakan üstelik bir de söz ettiği adaleti kadın düşmanlığı terazisiyle tartmışken bunları söyletmenin kolay olacağını hesap etmiştir. Zamanlamaya gelince dikkat çekici olan YRP’nin 19 Ağustos'ta nafaka çalıştayı yapacağını duyurmasının hemen ardından bakanın açıklama yapması. Erbakangiller çalıştay için adres sorulduğunda henüz planlama aşamasında olduğunu belirterek çalıştay mekanı hakkında bilgi vermedi. Buradan anlaşılıyor ki hedef AKP üzerinde kamuoyu baskısı oluşturmak için önceden duyurular yapılmış olabilir. Bu tahmin doğruysa Erdoğan da Erbakan’ın sözüyle hareket ettiği algısı oluşmasını önlemek için taze bakan Göktaş’ı yeterince konuyu incelemesine fırsat vermeden alelacele konuşturmuş olabilir.
Enflasyonun, döviz kurunun tavan yaptığı ülkede yoksulluk giderek derinleşmişken ve emeklilere maaş zammı yerine dolaylı vergilere bir kat daha zam yapılmışken kadınların ve çocukların nafakasını kesmeye yönelen Erdoğan iktidarı kendisine günah keçisi olarak Mahinur Hanım'ı seçmiş gibi görünüyor. Şimdiye kadar aile bakanları nafaka konusuna bu denli pervasız girmemişti, çünkü bu ülkedeki anlamını biliyorlardı. Mahinur Hanım'a 6284 hakkında bilgi vermişler anlaşılan ancak nafaka konusunun detaylarını aktarmamışlar. Bir iki not daha düşeyim burada bakan için bilgi niyetiyle. O söz ettiğim tüm boşanmaların sadece dörtte birinin konusu olan yoksulluk nafakası yani sizin erkek aklına uyarak kullandığınız şekliyle süresiz nafaka var ya işte onun da yüzde 65’ni yükümlü erkekler ödemiyor. Bu rakamı bir önceki adalet bakanı duyurdu kamuoyuna. Sizin aklınızı çelenler ödemedikleri nafakanın faturasını kesiyor kadınlara.
Peki amaç ne derseniz Medeni Yasa cevabını alırsınız. Medeni Yasa ile kazandığımız haklarımızı budamak için yoksulluk nafakasına saldırıları yıllardır yükseltiyorlar. Kadınların evlilik yaşından boşanma hakkına, mal rejimine kadar pek çok konuda cinsiyet eşitliğini bozma hedefleri için yükleniyorlar yoksulluk nafakasına. Bu ekonomik kriz ortamında yoksul kadının nafakasını da keserek boşanma hakkını kullanmasını önleyecekler, mesele bu. Belçika’nın sosyo-ekonomik koşulları ve insani gelişmişlik oranıyla sosyal devlet niteliği Türkiye’de yok. Yine de Medeni Yasa sayesinde kadınlar pek çok yönden haklara sahipler. Hem erkek çok eşliliğini getirmek hem kadın erkek evlilik yaş eşitliğini bozmak ve kadınları güçsüz bırakıp erkeklere muhtaç kılmak için Medeni Yasa da zayıf halka olarak gördükleri yoksulluk nafakasına saldırdıkları gerçeğini görmek gerekir.
6284 kadar Medeni Yasa da tüm kadınların vazgeçilmezi bu nedenle. Ancak sayın bakanı yönlendiren kadın düşmanı gruplar, nafaka konusunda Suudi Arabistan’ın üç ay kriterini hedefliyor, örnek gösteriyor. Ve tabii aile hukukunda çok daha fazlasıyla her açıdan Suudi Arabistan’a öykünüyorlar. Erkekler efendi kadınlar köle olsun istedikleri için yaşanıyor bunlar yıllardır. Kız çocukları babadan kocaya ev kölesi olarak devredilsin isteniyor. Her ne kadar sayın bakanın yoksulluk nafakasını yasaya aykırı olarak süresiz kavramıyla dile getirmesine ve açıklama yapmakta acele etmesine kızıyorsam da kadın haklarına ve kadınların hayatlarına, hayallerine kasteden bu girişimin bir parçası olmaya razı gelemeyeceğini umuyorum.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İktidar ve toplum arasındaki makas açıklığı artıyor 29 Kasım 2024
25 Kasım, cinskırım politikası ve teğmenler 22 Kasım 2024
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI