Bilinmeyen bir kadın yazarın bilinmeyen romanı: Aşkımı Öldürdüm

Koç Üniversitesi Yayınları’nın hazırladığı tefrika dizisinin ilk kitabı olma özelliğini taşıyan “Aşkımı Öldürdüm”, Halide Edip Adıvar’ın kardeşi Belkıs Sami Boyar’ın kaleminden çıkmış bir roman. Son Saat gazetesinde 25 Haziran 1926-16 Eylül 1926 tarihleri arasında 73 tefrika olarak yayımlanmış. 1926 yılında kadın yazar sayısının neredeyse yok denecek kadar az olduğunu düşündüğümüzde, bu romanın değeri katlanarak çoğalıyor.

Google Haberlere Abone ol

 

Tefrika geleneği, Türkiye edebiyatında roman türünün gelişimi hususunda kilit noktalardan biri. Romanın edebiyatımızdaki serüvenini başlatan bir ‘ilk adım’ da diyebiliriz. Özellikle çevirilerin ve ardından telif eserlerin dönemin gazete ve dergilerinde kısım kısım yayımlanmasıyla bir ‘roman okuru’ oluşur. Hedef kitle açısından düşünüldüğünde, bu yayın organları ‘yeni bir türün’ halka kolayca ulaşmasını sağlar. Her ne kadar bu gelenek olumsuz eleştiriler almış olsa da süreli yayınların satışında gözle görülür bir değişim yarattığı aşikâr. Bu nedenle, tefrika geleneğini ‘maddi çıkarı gözeten’ bir hareket olarak değerlendirenler ve edebî kaygı taşımayan sığ eserler kaleme alındığını iddia edenler de vardır.

Sözün kısası, okurun merakını zinde tutmak zorunda olan tefrika yazarları, ‘hızlı’ ve ‘ilgi çekici’ satırlar kaleme almak zorundaydı. Bu, elbette yer yer özensiz ve hata dolu yazıların yayımlanmasını mecbur kılıyordu. Fakat, okurun merakını zinde tutmanın dezavantajları kadar avantajları da vardı. Bir tefrika esere bağlanan okur, ‘takipçi’ niteliği taşıyor ve satış rakamlarını etkilediği gibi bir roman kitlesinin oluşumuna da katkı sağlıyordu. Ayrıca, bir eserin tamamlanma süreci bugüne göre farklılık gösteriyordu. Okurun verdiği tepkilerin de dikkate alınabildiği bir ortamdan söz ediyoruz. Yazarlar, bu doğrultuda eserlerinde değişiklik yapabiliyor, kurguya istedikleri gibi müdahalede bulunabiliyordu.

DİZİNİN İLK KİTABI: AŞKIMI ÖLDÜRDÜM

Koç Üniversitesi Yayınları’nın hazırladığı tefrika dizisinin ilk kitabı olma özelliğini taşıyan “Aşkımı Öldürdüm”, Halide Edip Adıvar’ın kardeşi Belkıs Sami Boyar’ın kaleminden çıkmış bir roman. Aynı zamanda yazarın ulaşılabilen tek romanı. 1926’da Son Saat gazetesinde tefrika edilmiş, fakat daha sonra derli toplu bir şekilde, kitap formatında basılmamış. “Aşkımı Öldürdüm”, mutsuz bir genç kadının önce aşkı, sonra aşkla birlikte benliğini ve özgürlüğünü yeniden keşfetmesinin hikâyesi. Orijinal metni Latin harflerine aktaran isim Sultan Toprak iken, tefrika dizisine birçok önemli araştırmacının katkıda bulunduğunu görüyoruz.

Reyhan Tutumlu ve Ali Serdar’ın kitabın hemen başında yer alan “Tefrika Dizisine Başlarken” başlıklı yazısında belirtildiği gibi, tefrika dizisi, ilgiyle takip edilen “Türk Edebiyatında Tefrika Roman Tarihi (1831-1928)” başlıklı projenin bir ürünü olma niteliğini taşıyor. Bu projenin en mühim yanı, gazete ve dergi sayfalarında unutulmuş eserlere ulaşılması ve antolojilerde adı geçmeyen yazarların tanıtılması. Bu yazarların kimisi zamanın edebiyat anlayışına aykırı bulundukları için bilinçli bir şekilde dışarıda bırakılmış, kimisi edebiyat tarihçilerinin gözünden kaçmış. Tefrika dizisi hazırlanırken sadeleştirilen metinlerin üslupları muhafaza edilmeye çalışılmış, “anlaşılırlık” ön planda tutulmuş. Ayrıca bugünkü noktalama işaretleri ve yazım kurallarının esas alınması, okurun eserlere adapte olma sürecini hızlandırıyor. Proje emekçileri olarak Rûken Alp, Fatih Altuğ, Nihayet Arslan, Murat Cankara ve Tuba Işınsu İsen Durmuş’a, arşiv taramalarındaki titizlikleri için ise Mustafa Akay, Ruhat Alp, İbrahim Öztürk ve Abdurrahman Yiğitalp’e teşekkür edildiğini de belirtelim. “Aşkımı Öldürdüm”ün keşfinde ise Mustafa Akay’ın mühim bir payı var. Ayrıca Engin Kılıç, görüş ve önerileriyle yayım sürecine katkıda bulunmuş.

73 TEFRİKA...

“Aşkımı Öldürdüm”, Son Saat gazetesinde 25 Haziran 1926-16 Eylül 1926 tarihleri arasında 73 tefrika olarak yayımlanmış. 1926 yılında kadın yazar sayısının neredeyse yok denecek kadar az olduğunu düşündüğümüzde, bu romanın değeri katlanarak çoğalıyor. Üstelik bu kadın yazarın, Türkiye edebiyatının önde gelen kadın yazarlarından Halide Edip Adıvar’ın ‘baba bir, anne ayrı kız kardeşi’ olması, romanın cazibesini artırıyor. Fakat bu kız kardeşin tıpkı romancı yönü gibi hayatıyla ilgili bilgiler de Halide Edip Adıvar’ın gölgesinde kalmış. Boyar’ın hayat hikâyesine Adıvar hakkında yapılan çalışmaların satır aralarında rastlıyoruz: “Örneğin, Belkıs Sami’nin doğum tarihine ulaşabilmek için bile Halide Edip biyografilerini okuyup, bilgileri bağlantılandırarak çıkarımlarda bulunmak gerekir.” (s. 6)

Aşkımı Öldürdüm, Belkıs Sami Boyar, Çeviren: Sultan Toprak, Sadeleştiren: Reyhan Tutumlu , Ali Serdar, 170 syf., Koç Üniversitesi Yayınları, 2017.

Belkıs Sami, Amerikan Koleji’nde okur, Suriye ve Lübnan’a farklı okullarda eğitim vermek üzere gider. Kısa süren bir ilk evlilikten sonra Cumhuriyet devrinin öne çıkan ressamlarından Ali Sami Boyar’la birleştirir hayatını. İngilizce öğretmeni olarak çalışır, İngiliz edebiyatı ağırlıkta olmak üzere çeviriler yapar. Bir yandan da Muhit dergisinde yazıları yayımlanır. Görüldüğü gibi, sanat ve edebiyat dünyasıyla iç içedir. Romanı da kendi hayatından izler taşır; Belkıs Sami’nin ilk eşi Vedi Sabra Ermeni bir müzisyenken, romanda da Ferhunde’nin eşi Fuat ünlü bir bestecidir. “Başkişi” konumunda bulunan Ferhunde, zamanında çok severek evlendiği Fuat Bey’le olan bütün bağını koparır, Belkıs Sami’nin ikinci evliliğini yapmasına benzer bir şekilde, bir davet gecesi hayatına giren Ferit Bey’de ise yeniden heyecanı bulur.

HER ŞEY ÖLÜR...

“Aşkımı Öldürdüm”, ‘feminist okuma’ya açık bir roman. Romanın başkişisi konumundaki Ferhunde Hanım, sanatsever, yetenekli, güzel bir kadın. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması hususunda sesi gür çıkıyor, özgürlüğüne düşkün. On yılı devirmiş evliliğinde neredeyse hiçbir şey yolunda gitmiyor. Yaşanan hadiseler, onun bakış açısıyla onun anlatımıyla okura sunulmuş. Dönem zihniyetine, ilişkiler ağına, kadınlık ve erkeklik kavramlarına onun penceresinden bakıyoruz. Bu nedenle okur, genellikle kadınlar arasındaki sohbetlere ve meselelere hâkim. Ferhunde’nin günlük formatında kaleme aldığı satırlarda, dikkat çekici ve keskin ifadeleri var. Özellikle günümüzden o yıllara baktığımızda, bu ifadeler oldukça anlamlı.

Ferhunde, başı “hummalı” değildir artık, kocasına da “bağsız” gözlerle bakmaktadır. (s. 21) Besteci kocasının, solist Nadire’yle olan ilişkisinin farkında olmasına rağmen, kayıtsız kalır bu duruma. Ne çevresindekiler kendisine acımasını umursar ne de kocası Fuat’ın Nadire’ye tutkunluğunu. Çünkü bir gün gelmiş ve aşk öylece ölüp gitmiştir. Fakat susmaz, kabullenmez Ferhunde:

“İstiyordu ki o, daldan dala konsun; bir kadının koynundan çıkıp ötekinin kolları arasına atılsın ve ben evimde bütün bunlara razı, ‘Ne derseler ana şakir, ne kılsalar ana şad’ onu bekleyeyim, onun sevgili ve sadık karısı olayım. Hayatında yegâne ideali buydu. Eğer bunu kabul etseydim, onu ilk zamanlarda olduğu gibi affetseydim, birçok kadınlar gibi, bir taraftan keyfime bakıp onun hayatına göz yumsaydım, pekâlâ bir karı koca olarak yaşayacaktık. Fakat bunu yapamadım. Onu tanıdıkça, hayatını öğrendikçe, kalbine her gün biraz daha nüfuz edip gönlünü okudukça ondan biraz daha uzaklaştım ve nefret ederek, istikrah duyarak uzaklaştım.” (s. 21)

Henüz otuz yaşına basmış, gencecik bir kadının umutsuz hikâyesi, Ferit Bey’in hayatına girişiyle farklı bir yönde ilerlemeye başlar. Ferhunde, Ferit’e karşı her zaman mesafeli durur. Ona tümden alışmaya başladığı zamanlarda, onuna ilgili hayaller kurduğunda dahi bu mesafe göze çarpar. Kendini olduğu gibi bırakamaz. Yalnızca özgür bir kadın olmak ister. Yalnızlık, onu kemirmez. Aksine yalnızlığıyla yeniden var olur. Yalnızlıktan şifa umduğunu açıkça belirtir. Kocası Fuat’ın Nadire’yle birlikte uzun sürecek bir seyahate çıkması, ruhunda yara açmaz. Onu bir kuş gibi hafifletir. Fuat’a, “Ben de sizin kadar serbest ve yalnız kaldığım için memnunum. Keyfimin istediği gibi yaşayacağım için memnunum. Bunu da sizden öğrendim. (s. 75) diyecek kadar da cesurdur. Ferhunde’nin kimseye ihtiyacı yoktur, kendinden başka. Çünkü ona göre “her şey ölür”, hiçbir tutku sonsuza dek sürmez. Bunu ona ‘kadın ve erkeğin eşit şartlara sahip olmadığı’ evliliği öğretmiştir.

İYİLEŞMEK İÇİN İLK ŞART İYİLEŞMEYİ İSTEMEKTİR

Ferhunde, Ferit’le kurduğu ‘dostluğu’, kimseden gizlemeye çalışmaz. Ferit’i evine davet eder, ona piyano çalar, uzun uzun sohbet ederler. Kayınpederiyle ve görümcesiyle bu konu hakkında oldukça rahat konuşur. Onun bu tavrı, dönem zihniyeti göz önüne alındığında oldukça ilgi çekici. Aynı şekilde görümcesi Mesture’nin de kendisiyle açık açık konuşması, Ferhunde’nin mutluluğunu düşünmesi, yine dikkat çekici unsurlardan. Ferhunde’nin Mesture’ye söyledikleri, Ferit Bey’i, diğer erkeklere benzemediği için beğendiğini açıkça ortaya koyuyor: “Bilmem, bunu uzun düşünmeye lüzum var mı? Bunun sebebini Mesture’ye söylemiştim. Çünkü o her zaman gördüğüm, konuştuğum erkeklere benzemiyor. O bugüne kadar tanıdığım erkeklerin fevkinde bir erkek. Bilhassa bana iltifat edeceğim, göze görüneceğim diye soğuk soğuk, manasız sözler söylememesi, bana yılışmaması ile kendini beğendirdi.” (s. 47)

Yine de genç kadın, Fuat’tan ayrılmaya kararlı olmasına rağmen Ferit’e son görüşmelerine dek tam anlamıyla umut vermiyor. Özgürlüğünü ve yalnızlığını her şeyin önünde tutuyor. Kimi zaman içindeki kıpırtıları fark etse de ‘dost’ kalmak istiyor Ferit’le. Fazlasını ummaması, onu bir maceraya sürüklememesi için dua ediyor. Zamanla içindekilerin ‘kıpırtı’ olarak nitelenemeyeceğini anladığındaysa, aşkını -hiç olmazsa- kendine itiraf etme gücü bulduğunu görüyoruz: “Bir umacıdan korkmuş küçük bir çocuk gibi göz yummak neye yarar? Ne kadar karanlık olsa hakikat yine doğar ve etrafı aydınlatır. Hakikat kalbimizin güneşi gibidir. Ruhumuzun ufkunda doğması, içimizin nura gark olması için kâfidir.” (s. 111)

Gazetelerde Fuat hakkında çıkan haberlerden sonra fikri değişir Ferhunde’nin. Fuat, bir karısı yokmuş gibi hareket etmiş, ‘kuvvetle muhtemel’ Nadire Hanım sebebiyle çıkan bir kavgaya karışmıştır. Eşitliğe inanan Ferhunde de pek tabii bir kocası yokmuş gibi serbestçe hareket edebileceğini düşünür, üstelik Fuat’ın bunu umursamayacağına da inanır: “Ben de herhalde kocam kadar hür ve serbestim, hareketime sahibim.” (s. 163)

Fakat, tam kendini bırakacağı sırada hasta olduğunu öğrenir. Bu hastalığın ailesinde genetik olduğuna kanaat getirdiğinde ise öleceğine dair fikri kuvvetlenir. Ardında “lekesiz” bir ömür bıraktığını, hatta Ferit’le bir ilişkiye başlamış olsaydı bunun lekesiz ömründe bir “günah” olarak yer bulacağını düşünür. Bu nedenle, “kendisi ölmeden evvel aşkını öldürür”, Ferit’e içindeki tutkuyu anlatan bir mektup bırakır. Bu mektup, öldürdüğü aşkının yegâne nişanesi olarak kalır. Kitabın son satırları, Ferhunde’nin Ferit’e yazdığı mektuba ayrılmış. Böylece okur, her zaman mesafeli ve korumacı olan bu genç kadının içinde ne fırtınalar koptuğuna şahitlik ediyor. İyileşmek istemiş olan Ferhunde’nin, hayatın ona öğrettikleri yüzünden tereddütlü adımlar attığını anlıyor.

“Aşkımı Öldürdüm”, hem tefrika geleneğini çağın okuruyla buluşturması bakımından hem de Türkiye edebiyatına yapılan katkı sebebiyle paha biçilemez bir projenin ilk halkası. Özellikle sayısı oldukça az olan kadın yazarların ve onların unutulmuş eserlerinin gün yüzüne çıkarılması, edebiyat tarihimizde birçok şeyi değiştirecektir. Ferhunde’nin ise, özgürlük hakkındaki fikirleriyle, eşit hakları savunan duruşuyla ve kararlılığıyla Türk edebiyatının kadın karakterleri arasında mühim bir yer edineceği aşikâr.