YAZARLAR

Bilinen dilde iade-i ziyaret

Toplumun sahiden alternatife ihtiyacı var. Önyargıları, ezberleri tekrarlayarak, siyasî esneklik bakımından, taşkafa rakiplerinin bile arkasından nal toplayan, konjonktürün kendilerine sağladığı konumu kendileri elde etmiş gibi mesnetsiz özgüven gösterileriyle atan tutan, eline kuvvet geçerse ne edeceği belirsiz, kişiliksiz siyasetçilerin oyalamalarına değil.

Bir AKP heyetinin gidip HDP’yi ziyaret etmesi ve bunun üzerine gösterilen tepkiler, “Türkiye bir nedir?” sorusuna bir cevap daha bulmamızı sağladı. Heyete ve bu meşum hadise üzerine fikir beyan edenlere bu aydınlanma için şükranlarımızı sunardık, ama sunamıyoruz, zira bulduğumuz yine o aynı meşum cevaptan ibaret. Hayır, bir cümlede iki defa ‘meşum’ geçiren köşeyazarınız malzemeden çalmıyor, değerli okurlar. Aslında hadisede toplam beş tane var, ben kadroda yalnız ikisine yer açabildim. Dolayısıyla, kısa yoldan diyebiliriz ki, “Türkiye bir nedir?”in cevabını inşa etmeye, “meşum bişeydir” tesbitiyle başlanabilir. Dileyenler, bıkkınlık verici olmanın ötesine çoktaaan geçmiş, ruh kurutuculuk aşamasını da çoktan geride bırakmış, yeryüzünde yaşamı tehdit eder seviyeye yükselmiş illet dozuyla hepimizi doğuştan hasta eden hikâyenin yeni versiyonunu konuşmaktansa sessizce başlarını önlerine eğip yurttaşlık, siyaset ve haysiyet kavramları üzerine tefekküre dalabilirler. Sessizlik ve dinginlik; yani sivri çıkıntılarını vücudumuza batırmadan, bize fark ettirmeden zihnimizi kuşatıp yaratıcı gücümüzü iğdiş eden büyükşehir uğultusu ve asla risk almamamızı bize belleten, uğradığımız haysiyet kırıcı muameleler karşısında kıpırtısız kalabilmemizi temin eden onursuzluk meditasyonları, tefekkürümüzü şüphesiz verimli kılacaklardır. Ve böylece şekilsiz, zehirli bir gölgeden ibaret “Türkiye’nin aydınlık yüzü”, topluca dibinde debelendiğimiz zifirî karanlıkta az çok seçilebildiği için kendini aydınlık sanmayı sürdürebilecektir.

AKP’nin, 2015’teki seçim başarısını hem hilebazlıkla hem hunharca ezdiği, sivil siyasî hayatın mahvına yolaçan bir darbeyi yürürlüğe koyup, ona oy vermiş, umut bağlamış milyonlarca insanla birlikte meşru siyaset alanının dışına ittiği, kadrolarını sadece hapse atmakla, uyduruk, sakil, süflî yargı oyunlarıyla bezdirmekle kalmayıp, toplumun saldırgan, faşizan kesiminin gözünde doğrudan meşru hedef haline getirdiği, elinden gelse, memleketin her tarafına yayılmayacak, sınırlanabilir bir pogromla yapmak mümkün olsa fiziken de yok etmeyi deneyeceği… -daha sayayım mı?- HDP’ye görüşme için heyet göndermesi hakkında ne demeli?

Sanırım ilk akla gelecek şudur: Ee, siyaset bu! Doğru ya, binlerce insanı senelerce hapiste çürütmek siyaset olabildiğine göre bu niye olmasın? Lafı mı olur? İkincisi, üçüncüsü… diye devam etmek yerine, sizi fazladan meşgûl etmeden, son şıkka sıçrayayım; şu söylenebilir: Yuh! Çünkü ortada gerçekten çok büyük yüzsüzlük var. Fakat yüzsüzlük heyet gönderip görüşmekten çok girişimin savunuluşunda: Meğer bu ne kadar doğal ve doğru davranışmış! Ezmek ayıp değil gezmemek ayıpmış. Memleketin bütün sorunlarının çözümlerini nüfusun şu ya da bu kesiminin ortadan kaldırılmasında gören, daha önce bu yönde sayısız teşebbüse imza atmış partinin, ağzını açtığı her an kin kusan, kötülük saçan lideri dahil iktidar sözcüleri, HDP ile görüşmenin ne kadar doğru, ne kadar “doğal” olduğunu tekrarlama yarışına girdiler. Ulan, hani bu partinin ilçe binasının yeraldığı apartmanın görevlisine selam veren bile teröristti?!

Muhterem okurlar, burada sadece iğrenç bir hadsizlik, terbiyesizlik, yüzsüzlük, hepimizi salak yerine koyma yok. Bir adım ötesi var. Sadece bizi hıyar yerine koymuyor, bize bizi hıyar yerine koyabileceklerini, bizim de bunu, ama tuzlayarak ama tuzlamadan yiyeceğimizi ilan ediyorlar. Kendimizi mi yiyeceğiz yani? Evet.

Nasıl? Niye? Cevaplar ortada değil mi? Hâlâ değil mi? Veya: yeterince değil mi?

Bir ana muhalefetimiz var, mâlûm. Altılı Masa. Tek çaremiz, gelecek umudumuz!!! Bu Altılı Masa’yı iktidar, “Aslında yedili!” diye karalamaya çabalıyor. Niye yedili? Çünkü masanın altında, yan odada falan “onlar” var: Bilinmeyen dil partisi. Altılı Masa bu suçlamalara kararlılıkla karşılık veriyor: Hayır efendim, yok! Arasıra masadan birilerinden “ya görüşürüz, ne var” yollu mırıldanmalar işitiliyor. “Görüşürüz ama beraber fotoğrafımızı çekmeyin!”

“Merkez sağ” denen ucûbenin komada, yoğunbakımda bulunuşu ve kimseyle görüştürülmeyişini fırsat gören, ırkçı-faşist partinin yönetimini alamayınca buraya hamle eden, heyhat, eski önyargı ve alışkanlıklarından kurtulmaktan delicesine korkan ve böylelikle, bunu zaten beceremeyeceğini, çünkü yapısal handikaplarla mâlûl olduğunu ortaya seren birileri, bu Altılı Masa’nın esas bacaklarından biri. Masa altılı, ama iki esas bacağı var. Ve şu işe bakın ki, mâhut bilinen dil partisinin ırkçı hezeyanları öbür esas bacakta da yankı buluyor. Hattâ belki de o tarafta bunların zemini daha oturmuş. Bunun sonucunda, insanlarının ömrünü gasp ettiği, yaşama alanlarını tahrip ettiği, meşruiyetini yok, destekçisi milyonlarca insanı hiçe saydığı partiyi şimdi birdenbire meşru siyasî varlık yerine koyan iktidar partisi, işlediği bütün suçlardan ötürü değil, şimdi bilinmeyen dil partisiyle görüştü diye suçlanıyor: “Gördünüz mü, teröristlerle görüşen aslında kimmiş! Yaa!..” Aferin.

Muhterem okurlar, hâlihazırda siyasetin gerçekliğini meydana getiren şu basit olguları mâkûl ve sakin şekilde hesaba katsak mı artık, ne dersiniz:

Bu iktidarın varlığını sürdürmesi memleket nüfusunun yüzde doksanı için muazzam yıkım getirecek. Zaten toplumun kanı çekilmeye, iliği kurumaya başladı. Yönetenler de, iktidarın ayrıcalıklı kıldığı, ciğeri beş para etmez, kültürel bakımdan vasat bile olmayan, gasp etmek, yağmalamak, tüketmek dışında hayatla ilişki yolu bilmeyen kesimler de, ezecek, öldürecek, üstüne basacak gruplar aramak dışında meşgaleleri olmayan faşist güruhlar da, kendilerinin ezcümle önyargılarını “bizim gerçeğimiz” sanan, ırkçılıkta “gerici”leri fersah fersah geride bırakan aklıevvel modern cahiller de farkında değiller, ama ancak ciğerin sönmesi, kanın kuruması, beyin hücrelerinin ölmesi gibi benzetmelerle tasvir edilebilecek haldeyiz.

Böyle bir durumdan kendi enerjimizle iyilik güzellik yoluna dönebilir miyiz? Elbette dönebiliriz, çünkü insan bir adım ötesi için binlerce ihtimali barındırabilen bir potansiyel enerji kaynağı. Ama böyle bir hayırlı dönüş kendiliğinden olmaz. Dön dolaş aynı yere saplanışımızın hakiki nedenlerini artık görmeliyiz. Geçenlerde yazar Murat Uyurkulak Twitter’da pek leziz şekilde ifade etmişti, “Bir ilkokul kitabının içinden çıkamadık,” diye; çıkabilmeliyiz. Kendimiz hakkında, tarihimiz hakkında, Cumhuriyet hakkında, din hakkında, emperyalizm hakkında, yurttaşlık hakkında… ne biliyorsak yanlış, çarpıtılmış, eksiltilmiş, hamaset eriyiğine batırılıp tanınmaz hale getirilmiş. Şimdi isteniyor ki, sahtelik içerisinde debelenmeyi sürdürelim, ama aynı yalanlar seçkisinden o tutamı değil bu tutamı alıp koklayarak kendimizden geçelim.

Altılı Masa muhalefeti, kısa süre önce bütün kamuoyu araştırmalarının beraberce gösterdiği destek artışından nasıl birden yoksun kalıverdi? Sakın bugünkü iktidar koalisyonunun temel politikalarından nerede ayrılacağına dair ser verip sır vermediği, herhangi bir yenilik belirtisi göstermediği, dolayısıyla herhangi bir değişim vaadi sunmadığı için olmasın? “Bugünkünden bıktık”, elbette seçim sonucu belirleyecek bir etken olabilir. Ancak “aynı hamam aynı tas” bıkkınlığı da tam aksi yönde işleyebilir. İYİP’teki faşist birikimle CHP içindeki faşist-ulusalcı statüko güçleri biraraya geldiğinde, Deva Partisi’nin steril salon insanları mı onları demokrasi ve insan hakları çizgisine çekecek yoksa bugünlere varışımızdaki kendi katkısının farkında bile olmayan, kendini tertemiz sanan, “kokteyl terör” teorisyeni eski başbakan mı?

Velhâsıl: HDP’nin esas gövdesini oluşturduğu üçüncü kuvvet, önümüzdeki seçimin de belirleyicisidir, seçim sonrasında oluşacak muhtemel Meclis aritmetiğinde de belirleyici olacaktır. HDP’yi kapatarak, sesi fazla çıkan solcuları ezerek bu üçüncü kuvvetin seçimde ve ertesinde rol oynaması engellenecek olursa, seçimden mevcut iktidar koalisyonu galip çıkar. Buna karşılık, Altılı Masa mı, sallanır koltuk mu, mama sandalyesi mi her ne mobilyaysa oradakilerin yegâne -evet yegâne!- seçeneği, bilinmeyen dil partisi ve müttefiklerini yanına alıp, böyle bir yeniliğin getireceği temiz havadan güç alarak canlanmak ve kendini çoğunluk desteğine sahip, kararlı iktidar alternatifi olarak kavramak -evet, öncelikle bizzat böyle kavramak- ve sunmak.

Toplumun sahiden alternatife ihtiyacı var. Önyargıları, ezberleri tekrarlayarak, siyasî esneklik bakımından, taşkafa rakiplerinin bile arkasından nal toplayan, konjonktürün kendilerine sağladığı konumu kendileri elde etmiş gibi mesnetsiz özgüven gösterileriyle atan tutan, eline kuvvet geçerse ne edeceği belirsiz, kişiliksiz siyasetçilerin oyalamalarına değil.