YAZARLAR

Bazen biz de kazanalım yahu!

İmamoğlu’na verilen cezaya duyulan tepkinin olanak verdiği Saraçhane buluşması, dayanışması, direnişi de Fas’ın atakları gibi sonuçsuz kalmasın.

Bir vakitler okul takımında oynamış olsam da futbola ilgim ve sevgim, zaman içinde Amedspor maçlarını takip etmekle sınırlı hale geldi. Ancak Dünya Kupası maçları futbolla hiç ilgilenmeyenleri de televizyon ekranına kilitliyor. Az şey değil, futbolun yıldızları arz-ı endam ediyor bir ay boyunca.
Dünya Kupası maçlarının bir kısmını izleyebildim. Tuttuğum takımların birer birer elendiğini söylemeliyim. Tuttuğum takımların elenmesi üzücüydü ancak şaşırtıcı değildi. Çünkü tuttuğum takımlar, ekonomik ve siyasal olarak zayıf düşürülmüş ülkelere aitti. Herkes gibi ben de bu takımların tur atlamalarının bile imkansıza yakın olduğunu biliyordum.
Bu arada tutmadığım takımlar da elendi. Tutmadığım takımlardan biri de saçlarını yasalara göre örtmediği gerekçesiyle öldürülen Jîna Emini’nin ülkesi İran’dı. Türkiye siyasetçileri ve medyası pek ilgilenmese de İran’da rejimin değiştirilmesi için aylardır eylemler yapılıyor ve rejim güçleri şimdiye kadar 500 civarında eylemci katletti. Bu katliama duyduğum öfke nedeniyle, itiraf etmeliyim ki İran’a karşı Amerika Birleşik Devletleri’ni tuttum. Solculuk üzerine inşa edilmiş ömrümde Amerika Birleşik Devletleri’ni ikinci kez savunuyordum. İlki, IŞİD’in Kobanî’ye saldırısı sırasında olmuştu. Kürtler bu barbar oluşuma karşı canı pahasına savaşırken ABD öncülüğündeki Koalisyon Güçleri’nin hava desteğinin katkısıyla Kobanî özgürleşmişti.

Bu hayat bize neler yaptırıyor? Nasıl bir zamana denk geldik? Bu soruyu kısa zaman önce, MHP’nin BİM ve diğer zincir marketlere saldırısı sorasında da sormuştum kendime. Süper marketlere karşı mahalledeki bakkalı desteklerken birden zincir marketlerin saflarında yer almak, eninde sonunda insanın kendisini sorgulamasına neden oluyor.

***

Dünya Kupası’na dönecek olursak: Şimdiye kadar ev konforunda izledim maçları. Fas-Fransa maçını ise Yüksek Kahve’de, çoğu genç 30 civarında kahve müdavimi ile birlikte izledim. Kadın arkadaşımla birlikte.

Kahvenin ortasındaki sobanın etrafında kümelenmiş müdavimler, biz içeri girdiğimizde şöyle bir baktılar ve sonra işlerine, içlerine, muhabbetlerine geri döndüler.
Gececi garsonları tanımıyordum ama hemen sandalyede yer gösterdiler, müşteriler yer açtılar. Az sonra da çaylar geldi. Soğuk olabilir diye sıkı giyinmiştim ama anlaşılan soba yeterince ısıtmıştı ortamı.

Maç başladı. Söylememe gerek var mı, bilmiyorum ama bir zamanlar Fransa’nın sömürgesi olan Fas’ı tutuyorduk. Fas, herkesi şaşırtarak yarı finale gelmişti. Belki şansı yaver gitti belki de iyi hazırlandı turnuvaya, bilemem. Ama sonuçta favoriler arasında yer alan İngiltere, Brezilya, İspanya, Portekiz gibi ülkeler elenirken Fas bir üst tura çıkmıştı. Şimdi neden bir mucize gerçekleşmesin ve Fransa’yı yenmesin?
Maç başlayınca yan tarafımda oturan adam gözlerini telefonundan ayırıp televizyona baktı. Ama maçtan çok telefonla ilgileniyordu.

Fransa daha 5’inci dakikada ilk golünü attı. “Gol” diye sevinçle bağırmadı kimse.

Yan tarafımda oturan adam da golü sessizce izledi ve tekrar telefona kitlendi.

Sorunca söyledi, meğer bahis oynuyormuş. Bahisle ilgili bazı bilgiler vermeye çalıştı adam ancak hiç ilgilenmediğim bir konuydu bahis ve haliyle yine bir şey anlamadım.

Fas kalesinde erken bir gol görmüş ama teslim olmamıştı. Her an gol atabilirdi, böyle bir umudumuz vardı.

***

İlk yarı 1-0 bitti. Umudumuzu koruyorduk. Kısa aralıklarla gelen çaylarımızı içiyorduk. Gecenin bir vakti çorap satan ufak tefek yaşlı adama bakıyorduk. Çörek satıcısına “Çörek” diye seslendim. Çörek Diyarbakır çöreği değildi, yenmeyecek kadar kötü bir poğaçaydı. Orhan Pamuk’un poğaçacıyla muhabbetini hatırlayıp güldük. Televizyon ekranında arada Morocco yazısı beliriyordu. Dünyanın Morocco dediği ülkeye Türkiye’nin neden Fas dediği üzerine konuştuk. Dışarıda, gecenin bu saatinde kebapçıya gelip ciğer yiyenler vardı.
Yan taraftaki adamın bir arkadaşı da katıldı bize.
Fas gol atabilecek miydi?
Yan tarafımdaki adam, “Fransa yenecek” dedi. “Öyle olsun ama kim kazansın istiyorsun?” diye sordum.

Fransa turnuva takımıydı, çok iyi futbolcuları vardı ve fakat keşke mümkün olsa da Fas kazansaydı. Çünkü “Onlar da bizim gibi fakir, mazlum bir halk. Hiçbir şeyleri yok.”

Konu Amedspor’a kadar geldi ve “Takım bu yıl iyi gidiyor, inşallah yoluna taş koymazlar” diye temennide bulunduk. Diğer adam, Amedspor Kadın Futbol Takımı’nın geçen hafta Fenerbahçe’yi 1-0 yendiğini hatırlattı.

***

İki arkadaşın Ekrem İmamoğlu’nun ceza aldığından haberi yoktu. Ben, “İmamoğlu’nun yerine de kayyım atanır mı?” diye sorunca şaşırdılar. Ama anlaşılan o ki hiç beklemedikleri bir karar da değildi.
Yanımda oturan İstanbul’dan ziyade bütün Türkiye ile ilgileniyordu. “Mesele İstanbul değil abê, Türkiye’de ne ekonomi kalmış, ne hukuk, ne adalet, ne başka bir şey” dedi, gözünü telefondan ayırmadan. Sonra oldukça karamsar bir ses tonuyla, “Erdoğan bir dönem daha seçilecek, ülke tam batacak, o zaman gider” diye devam etti.
Arkadaşı itiraz etti, “Gidecek” dedi. Ama onun da aklında HDP’li belediye başkanlarının yerine kayyım atandığında batıdakilerin sessizliği vardı. “Buraya kayyım gelince kimse bir şey demedi, şimdi onlara kayyım gelirse biz ne yapabiliriz" diye sordu. Ona göre Selahattin Demirtaş da CHP yüzünden hapisteydi. “Biz haklarımızı istediğimiz için sokağa çıkıyoruz, hapse giriyoruz ve kimse sesini çıkarmıyor. Şimdi onların belediye başkanlarına da ceza veriyorlar. Onlar da ekonomik olarak perişan. Onlar da sokağa çıksın bir şey desin, demokrasi istesin” dedi. “Bu adamlar" dediği AK Parti iktidarı ancak birlikte mücadele edersek giderdi.

Konu nereden nereye geldi, derken maçın ikinci yarısı başladı.

***

"Hadê ula Fas hadê" diye bağırdı garson. Hatırı sayılır koca bir göbeği vardı. Çay bardaklarını muntazam bir şekilde dizdiği tepsi elinin bir parçası gibi duruyordu.

Fas direniyordu, var gücüyle hamle yapıyordu ama karşısındaki takım Fransa’ydı. Hamleleri gol atmalarına yetmiyordu.

Arada telefona bakıyordum, Saraçhane’de neler oluyor, diye. Yine aklımıza geldikçe "Duruşmanın olduğu gün Kılıçdaroğlu neden Almanya’ya gitti ki?" gibi sorular sorup cevaplar arıyorduk.

Sonunda sorduğumuz soruların da verdiğimiz cevapların da gelişmeler karşısında yetersiz kaldığına kani oldum. Bunca yılın siyaset deneyimine sahip Erdoğan ve AK Parti, lehine çeviremeyeceği ataklarda bulunmaz. Bilmediğimiz, düşünemediğimiz, hesaplayamadığımız bir planın ortasındayız. Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza, tek başına İstanbul’u kaybetmiş olmanın öfkesiyle açıklanamaz.

Fas’ın bütün atakları sonuçsuz kaldı. Kalesinde ikinci golü gördü. Çaycı, “Haram olsun” dedi. Maçı sessizce izleyen Yüksek Kahve ahalisi, Fas uzatma dakikalarında bulduğu gol fırsatını değerlendiremeyince ayağa fırladı. Bir golle maçı kazanamayacaktı Fas, ama mazlum halk Fransa’ya bir gol atmış olacaktı.
İmamoğlu’na verilen cezaya duyulan tepkinin olanak verdiği Saraçhane buluşması, dayanışması, direnişi de Fas’ın atakları gibi sonuçsuz kalmasın. Şu ülkede bir şeylerin değişebildiğini görmek artık mümkün olsun yahu.

Böyle diyerek, umarak dağıldık Yüksek Kahve’den.

Yan tarafımda oturan adam bahsi kaybetmişti. “Bazen kazanıyorum” diye teselli ediyordu kendisini. Bazen biz de kazanalım yahu.


Vecdi Erbay Kimdir?

Mardin, Şenyurt doğumlu. Üniversite eğitimini tamamlayamadı. Çeşitli dergilerde yazıları, şiirleri, öyküleri yayımlandı. On yıla yakın bir süre Özgür Gündem gazetesinin kültür sanat editörlüğünü üstlendi. Çeşitli yayınevlerinde çalıştı. Yayımlanmış iki şiir kitabı var: Kuşkular Zamanı (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997), Yaz Sayıklamaları (Piya Kitaplığı, 2003). Öykü kitabı Masalın Ölümü, 2006 yılında Agora Kitaplığı'ndan çıktı. İnatçı Bir Bahar-Kürtçe ve Kürtçe Edebiyat derleme kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan 2012’de çıktı. Şiir: Görülmüştür, Türkiye Barışını Arıyor, General Electric -Halil İncesu karikatür albümü yayıma hazırladığı kitaplardan birkaçı. Diyarbakır'da yaşıyor ve Gazete Duvar bölge temsilcisi olarak çalışıyor.