YAZARLAR

Batı sahiden Kılıçdaroğlu’nu mu tutuyor?

İktidarın iddiası, Batı’nın Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nu desteklediği. Böyle bir destek var mı sahiden? Gidişatı görmek için dış basına bakıyoruz. The Economist’in “Erdoğan gitmeli” dediği bir haber dosyası var… Başka? Ses yok. İktidar kendi işine geleni söylüyor ama dışarıda “bildiğimiz lider’le yola devam edelim’ hissiyatı giderek kendini gösteriyor. Herkes kendi çıkarının peşinde. 

1.

Attilâ İlhan’ın “Hangi Batı” isimli bir kitabı vardır. Orada aydınlar üzerinden bir Batılılaşma eleştirisi yapar İlhan. Kitabın içeriğini seçim sonrası nispeten sakin günlerde belki yeniden tartışırız ama bu yazıda ismiyle yetineyim: Hangi Batı? 

Güzel soru… Hele bugünlerde. “Batı bize karşı” diyen bir iktidar döneminde. 

Erdoğan’a karşı olan hakikaten hangi Batı? Ya da sahiden karşı mı? Erdoğan’a karşı olan bir Batı var mı?

2.

Ben Batı’da yaşayan bir gazeteci olarak Erdoğan’a gerçekten karşı bir Batı görmüyorum. Yani fikren, zikren karşı olsa da bu karşıtlığın pratikte bir karşılığı yok. 

Bir defa şunu söylemeli: Elbette yekpare bir Batı dünyası yok. Karşımızda Erdoğan’ı seven ya da bu seçimlerde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen, tek bilince sahip bir topluluk yok. Sadece genel bir hissiyat var. Temsil gücü kuvvetli yerlere baktığımızda bu hissiyatı üç aşağı beş yukarı kavrayabiliyoruz. Devlet yetkililerine, gazetecilere, akademisyenlere… Bir de yapabildiğimiz kadarıyla, sokaktaki vatandaşa. Eh, yeni medya, sosyal medya bu hissiyatı bize kısmen iletiyor. Ama kim kime karşı, kim kimin yanında anlamak için hâlâ geleneksel medyaya, eski medyaya, bildiğimiz basına dönüp bakıyoruz. 

Bakalım o halde.

Şimdi mevcut iktidarın bir iddiası var: “Batı bize karşı” diyorlar… Batı’nın Erdoğan’a karşı olduğunu nereden anlayacağız? Dedim ya, basından. Karşılar mı sahiden?

Bugüne kadar Britanya’nın The Economist’i dışında “Erdoğan gitsin” diyen olmadı. 

Peki ne çıktı dış basında? Burada da daha önce yazmıştım: “Bir dönemin sonu mu” yazıları çıktı. Bu yazılarda hep Erdoğan’dan bahsedildi; Erdoğan seçmeninin önceliklerinden, isteklerinden bahsedildi. Erdoğan’ın tek adam yönetiminden bahsedildi. Türkiye’deki otoriterleşme eğiliminden, bu yönde hangi ülkelerle benzeştiğinden, kimlere öncülük ettiğinden bahsedildi.

Ama esas mesele şu: Erdoğan’dan on bahsedildiyse, Kılıçdaroğlu’ndan bir bahsedildi. Gördüğüm birçok haberde Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafı bile kullanılmadı. 

Hollanda’dan ilginç bir örnek vereyim. Ciddi haber dergisi Elsevier, Türkiye’de seçimler üzerine altı sayfalık bir dosya yaptı. Kapağa da Erdoğan’ın Teknofest’teki üniformalı halini bastı. Hani Erdoğan’ın kendisinin de Twitter profil fotoğrafı olarak kullandığı; askeri ve alfa göründüğü kare… İletişim Başkanlığı, Erdoğan dosyası yaptırsa bu kapağı isterdi, o derece. Kılıçdaroğlu’nu sorarsanız, bu dosyada tek bir yerde görünüyor: Oy pusulası fotoğrafında. 

Elsevier Dergisi kapağı.

Dışarıda işte böyle bir ilgi eşitsizliği var. 

Bugün yerli ve milli medyamıza ilişkin yaptığımız eleştirilerin, yani ekran zamanı, manşet ve haber tercihlerinde Erdoğan’ın kayırıldığı, öne çıkarıldığı yolundaki eleştirilerimizin aynısı yabancı medya için de geçerli

Geçen gün A Haber’de tepki çeken bir oy pusulası tanıtımı vardı: Erdoğan ve diğer aday yazılmıştı pusulaya… Bir bakıma durum bu. Batı açısından bir Erdoğan var bilinen, bir de “diğer aday”… O aday gölgeler içinde. 

3.

Bu işin popülerlikle ilgili tarafı. Bir de içerik kısmı var. Daha mühim kısım da o. Erdoğan’la veya Erdoğan’sız 29 Mayıs’tan itibaren ne olacak? “Hangi Batı”, “o mu bu mu” diye sormadan, topyekûn tüm Batı esasen bununla ilgileniyor. Yani “Türkiye demokratikleşecek mi otoriterleşecek mi” sorusundan çok kendi çıkarlarıyla ilgileniyor. 

Anglosakson basını sık tarıyoruz, diğer dillerdekiler biraz arka planda kalıyor. Ben bu seçim döneminde Fransız, Alman ve Hollanda basınına sık baktım. Şunu söyleyebilirim: Kılıçdaroğlu’na sempatiyle yaklaşan olmadığı gibi özellikle göçmenler konusunda söylediklerini “red flag / tehlike işareti” olarak alanlar var. 

Bütün bu konular Hollanda basınında özellikle kristalleşiyor. Lafı hiç dolandırmayan Hollandalılar bu meseleye de doğrudan girmiş. Örneğin bir dönem siyasi danışmanlık yapmış önemli bir tarihçi olan Luuk van Middelaar’ın “Erdoğan neden Avrupa’yı birçok baş ağrısından kurtarır” diye madde madde sıraladığı bir yazı beni epey düşündürdü. 

Yazı bugüne dek dillendirilmeyen ya da mahcupça dillendirilen bir konuyu açıyor: “Erdoğan’ın neden Avrupa açısından iyi bir tercih olduğu”nu… Az önce bahsettiğim genel hissiyatı da veren bir yazı bu.

Birinci sebep sığınmacılar ve mevcut iktidarla yapılan anlaşmanın varlığı… Bu en hassas konu. Özellikle AB ülkelerinin yaşamsal önemde gördüğü konu. Sığınmacıların Türkiye’de kamplarda tutulmasına ilişkin AB’nin verdiği bir destek var ve buna ilişkin bir anlaşma yürürlükte. 

Özellikle Kılıçdaroğlu’nun son mülteci çıkışlarından sonra bu konuda ona yönelik soru işaretleri belirdi. Temel soru şu: “Mülteci politikası değiştirilirse, Türkiye Avrupa için bir bekleme istasyonu hatta bir transit alan haline mi gelir?”

Devlet yetkilileri de gazeteciler de halk da bundan korkuyor. Herkes şu an bir konfor alanının peşinde. “Erdoğan bildiğimiz bir lider, sevmesek de anlaşmalar yaptığımız bir lider. Neden bu en yaşamsal meselede bir gri alana girelim ki” düşüncesi yaygın. Avrupa’nın riyakârlıkta zirve yaptığı bu konu onun bir yandan da yumuşak karnı. Ne olursa olsun, mülteci istemiyorlar. Bedelini kim öderse ödesin… Bu açıdan ortada son derece net bir tercih var. 

İkinci mesele NATO. Daha doğrusu Ukrayna’da süregiden savaş ve NATO. Erdoğan’ın bugüne dek Rusya’ya yönelik teveccühü; İsveç ile Finlandiya’nın üyelikleri konusunda takındığı tutum NATO üyesi ülkelerde bir düş kırıklığı uyandırmıştı. Basın da bu düş kırıklığıyla uyumlu bir yayın yapıyordu. Yani Erdoğan’ın Batı’nın gözünde “yaramaz çocuk”luktan “sevilmeyen lider” olmaya gitmesinin herhalde en büyük yapıtaşlarından biri bu NATO meselesidir. (Erdoğan ve jeopolitika konusunda, Le Monde’da çıkan bir yazı burada).  

Ama şimdi işler değişti. Savaşın biteceği yok. Savaşla ilgili dertlerin de biteceği yok. Putin’in hiçbir Batılı liderle arkadaşlığı kalmadığı gibi doğrudan bir teması da kalmadı. En son Fransız lider Macron bir iki denemede bulunmuş ve çuvallamıştı. Geriye kim kalıyor peki? Hem Rusya’yla hem Ukrayna’yla konuşabilen Erdoğan. Batı bu kanalın açık durmasını önemsiyor. Hatta en son tahıl anlaşması konusunda da bu kanalın önemi ortaya çıktı. Neticede Kılıçdaroğlu, “Ben Putin’le konuşmam” demedi ama Erdoğan’la kıyaslandığında Batı kulübüne daha yakın olduğu ortada. 

Üçüncü konu Avrupa Birliği… AB’ye üyelik sürecimiz halen devam ediyor ama kâğıt üstünde. Bundan kimsenin şikâyeti yok. Ne Erdoğan ne de aslında Türkiye’yi bir üye olarak istemeyen AB vaziyetten şikâyetçi. Erdoğan’ın Türkiye’yi demokrasi rayından çıkartması bu açıdan işlevsel; çünkü bu tutum AB’ye ekstra bir yükümlülük ve sorumluluk doğurmuyor. Ama Kılıçdaroğlu söz verdiği demokratik hamleleri yaparsa, AB ile müzakereler de yeniden yörüngeye oturacak; buradan da yeni bir baş ağrısı doğacak. 

4.

Neticede bu bir çıkar meselesi… Herkes kendi çıkarının peşinde koşuyor. Batı ülkeleri de öyle.

Batı basınında bu seçimler özelinde beni müthiş bir düş kırıklığına sürükleyen bir başka konu var. Hayır, kimin kimi tuttuğu meselesi değil. Türkiye’den bahsederken, esas derdin, az önce özetlemeye çalıştığım mevzular etrafında döndüğünü görüyorsunuz. Madde madde… Mülteci anlaşması, NATO, AB… Bu kadar. Türkiye sanki içinde insanların yaşadığı bir ülke değilmiş gibi... Yazılar insansız. 

Gazetelerde, televizyonlarda, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu dahil, sadece karikatürize tipler ve onların mücadelesi mevcut. İnsanların emekleri, özlemleri, beklentileri çok da geçerli değil. Esasında bir seçim yapılmıyor da sadece jeostratejik bir karar veriliyor gibi.

Demokrasi meselesine gelince… Evet, burada yaşayan biri olarak, Avrupa’da Türkiye’nin demokratik olup olmadığıyla ilgilenilmediğini söyleyebilirim. Elbette genel eğilim, herkesin Batı’nın değerler sistemine yakın olması yönünde ama onun ötesinde bir şey yok. “Avrupa’daki Türkler demokrat olsun yeter” diye bakılıyor. 

Bir yandan da neden ilgilensinler ki? Türkiye’nin böyle iki arada bir derede kalması onlar için daha ideal, daha kullanışlı. Türkiye’de demokratik bir rejim olması ne işlerine yarayacak? Ama Erdoğan’lı bir Türkiye çok işe yarar… İlk fırsatta “diktatör Erdoğan” diye bağırmalarına yarar mesela… Demokratın demokratlık satmasına yarar. Faşistin de faşistlik satmasına yarar. Herkes bundan çok mutlu olur. Böylesi Erdoğan’ın da işine yarar. “Batı bize karşı” der. Neticede birçok siyasetçinin Doğu’da da Batı’da da temel derdi iç kamuoyuna bir şeyler verebilmek. Erdoğan’la birlikte bunu yapabiliyorlar. Erdoğan da yapabiliyor. Win-win. Herkes kazançlı… 

“Hangi Batı”ya bir cevap. İçindeki her bir grubun sadece kendi çıkarının peşinde koştuğu bir Batı…


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.