Bardağın boş tarafının kıymeti

Bardağın dolu tarafı… Kaybımızı meşrulaştırmak için kullandığımız metafor. Suyun artık orada olmayan diğer yarısını kim içti peki?

Google Haberlere Abone ol

Gizem Doğan*

Bize her zaman bardağın dolu tarafını görmemiz gerektiği söylendi. İstediğimiz gibi gitmeyen herhangi bir şeyin ardından başka bir kapının açılacağı, her şerde bir hayır olduğu, iyi tarafından bakılması gerektiği… Belki de bu yüzden kendimizi “Neyse zaten”lere alıştırdık. Çünkü olmuş olanın, olabileceklerin en iyisi olduğuna kendimizi ikna edemezsek, her şerdeki o hayrı bulamazsak devam etmenin ne anlamı vardı?

“Neyse zaten…” diye başlayan cümleler, tam da bu iknaların gerçekleştiği anlarda son noktayı koymak için beklediler hep.

Neyse zaten o iş bana uygun değildi.

Neyse zaten o ilişki beni mutlu etmezdi.

Neyse zaten…

Neyse zaten…

Her şeyden bir kazancımız olmalı gibi… Nasrettin Hoca fıkrası misali, her şeyden bir şey çıkarmalıymışız gibi… Kaybettiğimizi kabul etmek, dönüp kendimizi sorgulamak, o acının kaybını yaşamak, hata yaptığımızı görmek çok zor gibi…

Bardağın dolu tarafı… Kaybımızı meşrulaştırmak için kullandığımız metafor. Suyun artık orada olmayan diğer yarısını kim içti peki? Kararlarımızın, seçimlerimizin, davranışlarımızın sorumluluğunu almaktan; gerekirse üzülmekten, yanlış yaptığımızı kabul etmekten bu kadar uzak durmak niye?

Geçtiğimiz günlerde Nadir Sönmez’in ilk uzun metraj filmi "Ama"  MUBİ Türkiye’de yayınlandı. Filmin ortalarında geçen ve Öner Erkan’dan dinlediğimiz cümleler bu meselenin bir özeti gibi:

“İlla her buhranlı dönemimizden bir verim mi almamız gerekecek? Bir kere de karakter acılar içinde süründüğü ve hiçbir şeyin onu teselli edemediği yıllar yaşasın. Sürekli umut yeşertmeye çabalama, insanları yaşadıklarından olumlu sonuçlar çıkarmaya teşvik etme… (…) Her derdimizin üstünden pozitif düşünme yöntemleriyle mi geleceğiz? Hayatta sorun diye bir şey var, her şeyin çözümü olmak zorunda değil.”

Hayatta sorun diye bir şey var, evet. Bazen üzülmek, bazen dertlenmek, ders çıkarmak zorunda olmadan hata yapmak hayatın bir parçası değil mi? Her şeyi anlamlı, her şeyi olumlu, her şeyi hayırlısı yapmaya çalışmak: toksik pozitiflik. Aslında hissedip tüketmemiz, yaşayıp anlamamız gereken hisleri bastırmamıza sebep olan gerçek hislere düşman bir yeni yüzyıl aldatmacası.

İçten içten gelen boşluğun sebebi tam da bu aldatmacalar değil mi? Bütün sorunları çözüyorsak, her şeyin bir olumlu tarafı, her zaman açılan bir kapı varsa neden her şey tam değil? Her şey “tam” olmak zorunda mı ya da ne zaman her şey “tam” olmuş olacak? Neden bazen sebepsiz yere bir sıkıntı çöküyor içimize? O sebebini anlayamadığımız sıkıntının sebebi görmezden gelip yok saydığımız bardağın boş tarafı olmasın?

Boşlukları, hataları, eksikleri, yanlışları bastırmadan bardağın bir boş tarafının da olduğunu ve iyisiyle kötüsüyle asıl onun bizim yaşanmışlıklarımız olduğunu benimsemek çok mu zor olur? Sorunlarımızı çözmek için değil; onları da mutluluklarımız, başarılarımız gibi görmek, kabul etmek için.

*Ankara Üniversitesi Sosyoloji