Avukatların işçileşmesinin sebebi artan mezunlar mı?

Avukatların işçileşmesi Türkiye dahil birçok ülkede yaşanmakta. Tip sözleşmeler, sigorta girişleri, tutum belgeleri gibi bir dizi konuda yasal adımlar atılarak işçi avukatlar güvenceye kavuşmalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Gamze Yentür*

“Kapitalist toplumun zenginliği inanılmaz bir meta birikimi şeklinde ortaya çıktığı gibi, toplum da sonsuz sayıda hukuksal ilişkiler toplamı olarak görünür.”(1)

Artık kimsenin inkâr edemeyeceği hale gelen işçi avukatlık meselesi hukukçular arasında ve mesleki örgütlenmemiz barolar arasında yoğunluklu olarak tartışılıyor. Baro yönetimleri eskinin aksine meslekte yaşanan bu dönüşüme artık sessiz kalamıyor. Çünkü gelinen yerde sınıfsal dönüşüm artık çok net. Yapılan son iki baro seçiminde (2018-2021) bilhassa son seçimde dikkat çeken şey avukatların ekonomik ve mesleki sorunlarını diğer seçim gruplarına göre şu veya bu biçimde daha fazla dile getiren grupların yükselişe geçmesiydi. Genç avukatlar gelecek kaygılarından dolayı bu gruplara daha çok rağbet etti. Gelecek baro seçimlerinde mevcut sorunlara kim yanıt olabilir veya olmaya çalışırsa özellikle de üç büyük baronun yönetimlerini onların kazanması işten bile değil. Konuya barolardan doğru giriş yapmamın sebebi ise İzmir Barosu’nun İşçi Avukatlar Merkezi’nde çalışırken gözlemlediklerim ile en son Türkiye ve İran Baro başkanlarının da katıldığı avukatlıkta yaşanan sınıfsal dönüşümü konuştuğumuz programdan çıkardıklarım oldu. Ayrıca Türkiye ve İran sürecini başka bir yazıda derinlemesine yazacağım ancak net olan baroların ve birçok hukukçunun yaşanan dönüşümü iktisadi alt metinden ayrı olarak tartışıp meseleyi salt bir siyasal mesele olarak görüp hukuk ile çözülebilecek şekilde algılamaları. İşçi avukatlık meselesinin kaynağını çok sayıda açılan hukuk fakülteleri üzerinden tartışıp sorunu salt buraya indirgeyen bir bakış açısı var. Artan avukat arzının ortadan kalkabileceğine veya kalkarsa sorunun son bulacağına inanan bu bakış açısını teorik olarak inceleyelim.

YEDEK SANAYİ ORDUSU

Buradaki fazlalık (nispi aşırı nüfus, yedek sanayi ordusu) üretim ilişkileri tarafından üretilir, üretim ilişkilerinin de yeniden üretilmesi bu fazlalığın varlığına ve giderek artan biçimde yeniden üretilmesine bağlıdır. Bu anlamda fazlalık olan kısmı Marksist ekonomi politik açıdan incelediğimizde, bu fazlalığın yedek sanayi ordusu olduğunu görürüz. Peki nedir bu yedek sanayi ordusu?(2) Kapitalizm ile birlikte emek üretkenliği çok büyük ölçüde artmıştır. Emek üretkenliğinin bu kadar arttığı bir yerde, her insan gerekli geçim araçlarına ulaşamaz hale gelir. Kapitalizmde sermaye, varlığını sürdürmek için mülksüzleşmiş emekçilere ihtiyaç duyar. Çünkü bu kişiler emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan ve üretimle geçim araçlarından yoksun kişilerdir. Sermayenin ilkel birikim sürecinden sonra (yani üretim araç ve gereçlerinin sermaye haline geldiği, üreticileri de mülksüz hale getiren süreçten sonra) sermaye ihtiyaç duyduğu emek arzını kendisi yaratmak zorundadır. Sermaye doğası gereği sürekli büyüme eğilimi gösterir. Sonuç olarak sermaye birikiminin zorunlu koşulu olan ve pazarda hazır bulunması gereken mülksüzleştirilmiş bu toplum kesimine, “nispi aşırı nüfus”a, başka bir ifade ile “yedek sanayi ordusu”na ihtiyaç duyar.

Kapitalizm doğrusal bir birikim seyri izlemez. Çevrimsel bir döngü ile adeta bir spiral hareketle ilerler. Bunlar; canlanma, gönenç(refah), kriz ve durgunluktur. Yedek sanayi ordusunun sayısı da bu dönemlerde artar veya azalır. Kapitalizmin refah dönemlerinde sermaye daha çok işçiye ihtiyaç duyarken yedek sanayi ordusu azalır; kriz, bunalım gibi dönemlerde ise kalabalıklaşır. Yedek sanayi ordusunun dört kesimi vardır. Bu kesimlerin sadece ismini saymakla yetineceğim; akıcı, saklı, durgun ve dip tortu. Yedek sanayi ordusu, işsizler ordusu değildir. Daha geniş bir toplumsallığı ifade eder. İçerisinde; öğrenci, mevsimlik işçi, ev zanaatçısı, işsiz, emekli vb. birçok kesim bulunur. Yedek sanayi ordusunun önemli olmasının sebebi; sermayenin birikiminin yegâne koşulu olmasıdır. Azlığı veya çokluğu ülkelerin sermaye birikimlerine göre değişir. Eni sonu hukukçular, bu konuyu buradan doğru değerlendirmeyip; sadece arz fazlası olarak görüp, yasal olarak da çözülebilecek bir mesele gibi değerlendirirler. Hukukçuların meseleye böyle yaklaşması, iradi olmaktan ziyade daha çok bulundukları toplumsal ilişkilerin bir sonucudur. Peki hukukçular konuya neden böyle yaklaşır?

SERMAYENİN TARİHİ HUKUKUN DA TARİHİDİR

Nitekim hukukçuların bu kavrayışının altında yatan temel sebep; hukukun toplumsal ilişkilerin ve sermayenin tarihinden ayrı bir tarihi varmış gibi düşünmeleridir. Hukuksal dünya görüşü, tanrısal dünya görüşünün dünyevi hale getirilmesidir. Tanrısal hukuk yerini insansal hukuka; kilise de yerini devlete bırakmıştır. Daha öncesinde kilise tarafından yaratılmış sanılan ekonomik ve sosyal ilişkiler, şu an hukuk ve devlet tarafından yaratılan ilişkiler olarak görünmektedir. “Hukuk kurallarının maddi, ekonomik gerçekliklerden değil de, devletin biçimsel yasalarından çıktığı yolundaki kör saplantı, aslında şu olgudan kaynaklanır: Toplumun tümünü kucaklayan mal değiş tokuşu, özellikle avans ve kredi tahsisi ile tam kıvamına ulaştığında, karmaşık karşılıklı sözleşme ilişkileri yaratır ve bu yüzden de ancak topluluk tarafından konabilecek genel geçer kurallara gereksinim duyar.”(3) Fakültelerde beynimize kazınmaya çalışılan hukukun toplumsal ilişkileri düzenlediği iddiasının sonuçta bir totoloji olduğu gerçeği, gelip böylesi durumlarda daha bir belirginleşir. Halbuki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi “bazı koşullarda” hukuksal nitelik taşır. Çünkü muayyen ilişkilerin kazandığı şekil ona denk düşen bir hukukun doğduğunu gösterir. Hukuk, toplumun önünden gidemez. Toplumsal olarak var olmayan bir ilişkiye dair hukuk yaratamazsınız. Diyelim ki yarattınız, o ölü doğan bir bebekten farksızdır ve sadece “hukuk yaratma girişimi” olarak kalır. Sonuç olarak toplumsal ilişkilerin geldiği düzey ancak hukuku şekillendirmektedir. İşin teorik kısmına kabaca değindikten sonra bir de pratikteki yansımasına bakalım.

VERİLERLE ÜLKELER VE HUKUKÇU SAYILARI

Pratik alanda hukuk fakülteleri ve avukat sayıları ile ülkeleri inceleyerek, karşılaştıracağız.

ABD'de 2022 itibarıyla 439.715 Hukuk Bürosu işletmesi bulunmaktadır. ABD'deki bu Hukuk Bürosu işletmelerinin sayısı son 5 yılda artış göstermiştir. ABD’nin nüfusu 338 milyon 289 bin 857 iken avukat sayısı (31 Aralık 2022 tarihi itibariyle) 1.338.678’dir. İkisinin oranı yüzde 0,396’dır. Burada eyalet sistemi belirleyici olduğu için ulusal baro sınavı ve eyaletlerin barolarının sınavlarını geçerek avukat olabiliyorsunuz. Avustralya’da 2018 Ulusal Avukat Profili’ne göre ülkede 18.748 hukuk şirketi bulunmaktadır. Toplam avukat sayısı 76.303’tür. Avustralya’da avukat maaşları bölgelere göre farklılık göstermektedir. Yüksek ücret alan avukatlar daha çok gelişmiş büyükşehirlerde çalışan avukatlardır. 26 milyon nüfuslu Avustralya için oran yaklaşık yüzde 0.29’dur. Türkiye’de ise nüfus 85 milyon 795 bin 53, avukat sayısı ise son verilere göre 174 bin 533 oranladığımızda yüzde 0,205’tir. Japonya’da da 2021 Eylül itibariyle avukat sayısı 43.104’tür. Nüfusu ise 127 milyon civarında. Aynı oranlamayı burada yaptığımızda elde ettiğimiz oran yüzde 0,0252’dir. Japonya’da da işçileşme ve hukuk şirketleri bulunuyor ancak bizim ülkemizdeki gibi çok fazla avukat ve arzı bulunmuyor. Avukat maaşları da kıdeme göre değişim gösteriyor. Yüksek lisans yapılıp yapılmaması da bu anlamda belirleyici oluyor. Burada en çarpıcı olan ise; Japonya’da nüfusa oranla çok az avukat olmasına rağmen işçileşmenin olmasıdır. Avrupa’da Fransa, İspanya gibi ülkelerde uluslararası hukuk şirketleri bulunmaktadır. Bunların verilerine bu yazı bağlamında uzun uzadıya girmeyeceğim üstteki örneklerin konu açısından yeterli olduğunu düşünüyorum. Ancak bunların yanında sermaye birikimi gecikmiş ülkelerden biri olan komşumuz İran’a da bakmakta fayda var. Net verileri henüz elde edemedim, ancak Tahran Barosu’ndan sevgili Av. Peyman Zamani ile yaptığımız görüşmelerde, işçileşmenin olduğunu, hatta hukukçu olmayan sermaye sahiplerinin de büro açıp avukat çalıştırabildiklerini, reklam yasağının olmadığını, ikili baro sistemi olduğu için de birçok sorunların yaşandığını ifade etti. Sonuç olarak avukatların işçileşmesi Türkiye dahil birçok ülkede yaşanmıştır. Son dönemde bizim ülkemizde ekonomi, yüksek enflasyon, yüksek döviz kuru ve ucuz işgücüne dayanıyor. Ucuz işgücü demek yedek sanayi ordusunun kabarıklaşmasını da beraberinde getiriyor. “Beş çocuk yapın” politikaları tam da bu anlamıyla yerine oturmaktadır.  Bunun yanında yedek sanayi ordusu aynı zamanda işçi sınıfı üzerinde bir asker konumundadır. Yani bunu biraz açarsak; fazla sayıda avukat olması hali hazırda çalışan işçiye, “kapitalistin koşullarına razı ol dışarıda senin gibi işe sahip olmak isteyen çok kişi var” denmesinin önünü açar.

MESLEKTE DÖNÜŞÜMÜ KABUL ETMELİ

Baroların mevcut meseleyi iktisadi koşullarından bağımsız tartışması hem zaman kaybı hem de gerçekçi değildir. Yasaklanması veya ortadan kaldırılması gibi tartışmalar yerine düzlemi işçi avukatlığı (toplumsal ilişkiyi) kabul eden bir yere çekip, hukuki olarak gerekli düzenlemenin yapılmasını sağlamak, daha yerinde bir politika olacaktır. Baroların hem patron avukat hem de işçi avukatın mesleki örgütü olması bir dizi tartışmayı beraberinde getirse de gerekli adımların atılmasına engel değildir. Tip sözleşmeler, sigorta girişleri, tutum belgeleri gibi bir dizi konuda yasal adımlar atılarak işçi avukatlar güvenceye kavuşmalıdır.

*Avukat


NOTLAR: 

(1) PASUKANİS Evgeny, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Birikim Yayınları, 2011, s. 83

(2) YENTÜR Gamze, Hukuk Fakülteleri İşçi Avukat Üretme Fabrikaları, Hukuk Defterleri, Sayı 38 / Aralık 2022 - Ocak- Şubat 2023(Daha geniş bilgi için)

(3) MARX Karl, ENGELS Friedrich, Devlet ve Hukuk Üzerine, Çağdaş Hukukçular Derneği, Aktaran, Rona Serozan, Hukukçu Sosyalizmi, s. 111