Aslı Pasinli: 3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alan yitirdik

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü'nde Türkiye'nin sulak alanları karanlık bir tablo çiziyor. WWF Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli'nin verdiği rakamlar acil önlem almanın gerekliliğini ortaya koyuyor.

Menderes Deltası. FOTOĞRAF: Michel Gunther.
Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Bugün Dünya Sulak Alanlar Günü. 1997 yılından beri 2 Şubat sulak alanların önemi, korunması ve akılcı kullanım konularında kamuoyu bilincinin geliştirilmesi maksadıyla kutlanıyor. Tüm dünyada bu yıl yeryüzünün en zengin ve üretken ekosistemlerini oluşturan sulak alanları yok olmaktan kurtarmak ve bozulan sulak alanları eski hâline getirmek için harekete geçme çağrısı yapılıyor. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli’yle sulak alanların önemi ve durumu üzerine konuştuk. Türkiye’deki sulak alanların yarısının 1960’lardan bu yana su miktarı ve kalitesi bakımından sağlıklı yapılarını kaybettiğine dikkat çeken Pasinli “Üç Van Gölü büyüklüğünde sulak alanımız ekolojik işlevini yitirmiş durumdadır” diyor ve harekete geçme çağrısında bulunuyor.

Aslı Pasinli sulak alanlar için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. FOTOĞRAF: Kaan Sağanak

Sulak alanların önemiyle başlayalım. Bu alanlar dünya ve Türkiye için neden önemli?

Bir zamanlar kurutulması gereken bataklıklar olarak görülen sulak alanların değeri yeni yeni anlaşılıyor. Sulak alanlar, biyolojik çeşitlilik için önemli yaşam alanları/ortamları, aynı zamanda tatlı su depoları ve karbon yutaklarıdır. Sulak alanların barındırdığı canlı yaşamın yanı sıra, bulunduğu bölgenin ekolojik dengesinin korunmasında da üstün işlev ve katkıları söz konusu. Bunlar, “sulak alanların işlev ve değerleri” ya da “sulak alanların ekosistem hizmetleri” olarak tanımlanıyor.

Su kaynaklarımızın başında gelen sulak alan ekosistemleri, yeraltı sularını besliyor, taban suyunu dengeliyor, su rejimini düzenliyor, sel ve taşkın felaketlerinin yıkıcı etkilerine engel oluyor, erozyon ve sediman kontrolü yaparak toprağı koruyor. Küresel iklim değişikliğiyle birlikte ülkemizde de yaşanmakta olan aşırı hava olaylarının yol açtığı afetlerin kontrolünde kıyı sulak alanlarının işlevi çok önemli. Sulak alanlar ayrıca sürdürülebilir balıkçılık, sazcılık ve turizm imkanları ile yerel ekonomiye katkı sağlıyor. 

Bafa Gölü. FOTOĞRAF: Kenan Olgun

 

TÜRKİYE'DE 307 SULAK ALAN VAR

Türkiye’de sulak alanların son durumu nedir?

Türkiye hem özel coğrafi konumu ve ölçeği hem de sulak alan çeşitliliği ve özellikle göçmen kuş türleri açısından, içinde bulunduğu coğrafyanın en önemli ülkelerindendir. Ülkemizde halen Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ulusal Sulak Alan Envanteri Yönetim Bilgi Sistemine kayıtlı büyüklüğü 8 hektarın üzerinde toplam alanı 1 milyon 102 bin 612 hektarı bulan 307 sulak alan bulunuyor.

Türkiye, yüzey alanı bakımından Avrupa’nın en büyük ülkesi olmasına karşın 2020 yılı itibariyle Ramsar listesinde (toplam genişliği 1.845 km2) uluslararası öneme sahip 14 sulak alanımız yer alıyor (WWF, 2021). Ramsar Sözleşmesi ölçütlerine göre Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce yapılan değerlendirmede 64 sulak alan ulusal öneme sahip sulak alan ve 10 sulak alan ise mahalli öneme sahip sulak alan olarak belirlenmiş durumda. 

SULAK ALANLARIN YARISI, SAĞLIKLI YAPILARINI KAYBETTİ

- Türkiye sulak alanlarını koruyabiliyor mu? 

Ne yazık ki son 1960’lardan bu yana Türkiye’deki sulak alanlarımızın yarısı su miktarı ve kalitesi bakımından sağlıklı yapılarını kaybetmiş bulunuyor. Bir başka deyişle üç Van Gölü büyüklüğünde sulak alanımız ekolojik işlevini yitirmiş durumdadır. 

Türkiye’deki sulak alanlarla ilgili bu sorunun temel kaynağı sulak alanların kurutulması oldu. Ayrıca, iklim değişikliğinin etkileri, ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nda ortalama sıcaklıkların artması, yağışların azalması ve kuraklık şeklinde görülüyor. Tarım, sanayi ve kentsel kullanım kaynaklı kirlilik suyun kalitesini ve miktarını etkiliyor. Sulak alanlar, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen gün daha da kirleniyor. Kirlenen su kaynakları yalnız biyolojik çeşitliliği değil aynı zamanda geçim kaynakları suya bağlı olan çok sayıda insanı da doğrudan etkiliyor. Büyük Menderes Nehri, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü, Eber Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltası su kaybı ve kirlilikten etkilenen sulak alanların sadece birkaçı. 

Bugün tarımsal faaliyetler için kaynaklardan aşırı su çekilmesi ve suyun verimli kullanılmaması gibi nedenlerle birçok tatlı su ekosistemi, ekonomik ve ekolojik değerini yitiriyor. Halen ülkemizde tatlı suyun yüzde 73’ü tarımda kullanılıyor. Tarımda su genellikle açık kanallarla araziye getiriliyor, tava ve karıklarla alana aktarılıyor. Bu uygulama sırasında suyun bir kısmı daha tarlaya ulaşmadan kanallardan buharlaşma veya sızıntılarla kayboluyor. Ülkemizde hâlen sulanan alanların yüzde 97’sinde bu yöntem uygulanıyor. En verimli sulama şekli olan damla sulama yönteminin uygulandığı alanların toplam büyüklüğü yalnızca 110 bin hektar.

Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Akarçay, Konya ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yeraltı suyu kullanımı, su kaynaklarının kendini yenileyebilme kapasitesini aştı. Bu durum, havzalar üzerindeki baskıyı arttırarak, doğal ekosistemler üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor.

AKŞEHİR, SEYFE, HOTAMIŞ, EŞMEKAYA... HEPSİ KURUDU

Türkiye’de şu anda en kötü durumda olan sulak alan neresi? 

Özellikle Göller Bölgesi ve Orta Anadolu’da birçok sulak alanımız ne yazık ki ekolojik işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş durumda ve kuruma tehdidi altında. Örneğin 1. Derece Doğal Sit, Tabiatı Koruma Alanı gibi koruma statülerine sahip bir uluslararası öneme sahip sulak alan (Ramsar alanı) olan Kırşehir’deki Seyfe Gölü, alanı besleyen suların içme ve sulama suyu için alımı, alanın kuzeyinden açılan tahliye kanalı ile havzadan gelen suların göle ulaşmasının engellenmesi ve yeraltı suyunun aşırı kullanımı nedeniyle son 15 yıldır kurumuş durumda. Yine bir Ramsar Alanı olan Burdur Gölü’nde su seviyesi önemli ölçüde düştü. Gölün alameti farikası olan dikkuyruk artık uğramaz hale geldi. 

1985 yılından bu yana Eber Gölü yüzde 33 oranında küçülürken, Akşehir Gölü’nün tamamına yakını kurudu. Bunlara başka örnekleri de eklemek mümkün. Ülkemizin en kurak bölgelerinden biri olmasına karşın toplam 350 bin hektar ile sulak alanlar bakımından ülkemizin en zengin bölgelerinden biri olan Konya Havzasında 1950’li yıllarda sıtmayla mücadele için başlatılan sulak alan kurutma çalışmaları ileriki yıllarda tarım toprağı elde etmeye yöneldi ve havzadaki toplam 113 bin hektar sulak alan kurutuldu. 1980’li yıllarda 18.550 hektar olan Hotamış Sazlıkları günümüzde tamamen kurudu. Eşmekaya Sazlıkları da öyle. Dünyanın nazar boncuğu olarak adlandırılan ve 2005 yılında Ramsar listesine dahil edilen Meke Gölü de yeraltı suyunun aşırı kullanımı nedeniyle kurumuş durumda. Tuz Gölü, Kulu Gölü büyük ölçüde zarar gördü. Sulak alan sınırları 1986’da 7.980 hektar olan Ereğli sazlıklarından bugün geriye 560 hektar kaldı. 

Büyük Menderes
YAŞAM DÖNGÜSÜNÜ OLUMSUZ ETKİLİYOR

- Sulak alanların kaybı türlerin yok oluşuna da neden oluyor mu?

Aralarında göller, nehirler, dereler, akiferler ve sulak alanların da yer aldığı tatlı su habitatları, tüm dünyadaki bilinen hayvan türlerinin yüzde 10’undan fazlasını ve tüm balık türlerinin yüzde 50’sini barındıyor. Global Wetland Outlook verilerine göre son 300 yılda, dünyadaki sulak alanların yüzde 87’si, 1970’ten bu yana ise yüzde 35’i yok oldu. 1970-2016 yılları arasında omurgalı canlı popülasyonlarında yaşanan en büyük azalma yüzde 84 ile sulak alan türlerinde meydana geldi; bunların yaklaşık yüzde 25’i ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Diğer bir deyişle, sulak alanlardaki tür populasyonlarında görülen azalma, karasal ve denizel türlerde görülen azalmadan çok daha yüksek oranda. Bunun en temel nedeni yapılaşma, kirlilik, kurutma, aşırı kullanım gibi çeşitli sorunlar nedeniyle sulak alanların işlevsel yapılarını kaybetmeleri. Sulak alanlardaki tür kaybı sadece sulak alan içindeki yaşam döngüsünü olumsuz etkilemiyor. Aynı zamanda balıkçılık, sazcılık, ekoturizm gibi sulak alanların yöre halklarına sunduğu katkıyı da kaybediyoruz.

16 MİLYAR METREKÜPLÜK SU TASARRUFU MÜMKÜN 

- Sulak alanların korunması için neler yapılmalı?

Türkiye gibi Akdeniz kuşağında olan bir ülkede sulak alanların kıymetini çok iyi bilmemiz ve daha iyi korumamız gerekiyor. Değerli sulak alan ekosistemlerimizi hızla koruma altında alırken, tarımsal sulamada modernleşmeye geçmek önem taşıyor. Yüzölçümü 78 milyon hektar olan Türkiye’de tarım alanları 28 milyon hektar büyüklüğünde. Sulanabilecek nitelikteki 8,5 milyon hektar alanın, 5,7 milyon hektarı DSİ tarafından sulamaya açılmış durumda. Diğer bir deyişle, ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar tarım alanının halen yüzde 67’si sulanıyor. 2023 yılı itibarıyla sulanabilecek alanların tamamının sulanması hedefleniyor. Bu durumun su kaynaklarımız ve sulak alanlarımız üzerinde geri dönüşü olmayan bir baskıya yol açmamasını sağlamalıyız. Türkiye’de toplam su tüketimi 44 milyar metreküp ve bunun 32 milyar metreküpü sulak alanlardan alınıyor. Verimli bir sulama için, suyun açık kanaletler sistemiyle araziye iletilmesi yerine kapalı borularla iletilmesi gerekiyor. Kapalı borular, damla sulama yönteminin uygulanmasını sağlıyor ve açık kanallarla iletilen suyun buharlaşarak kaybolmasını önlüyor. Damla sulama yöntemi ile ortalama yüzde 50 su tasarrufu sağlanabileceğini varsayarsak, tarımsal sulamada tamamen bu sisteme geçebildiğimiz takdirde ülkemizde her yıl toplam 16 milyar metreküp su tasarrufu yapmak mümkün görünüyor. Bu da 80 milyondan fazla nüfusa sahip Türkiye’de, yaklaşık 3 yıllık evsel su ihtiyacına denk düşüyor. 

Bunun yanında tarım sektöründe su kullanım politikalarımız, Ramsar Sözleşmesince öngörülen “akılcı kullanım” yaklaşımı ile uyumlu hale getirilmeli, sulama planlamaları yapılırken sulak alanların korunması ve sürdürülebilirliği mutlaka dikkate alınmalı. Diğer alanlarda da su kullanım planlamaları yapılırken sulak alanların korunması ve sürdürülebilirliği mutlaka dikkate alınmalı. 

WWF olarak sizler ne yapıyorsunuz?

WWF-Türkiye’nin, öncelikli çalışma alanlarından bir tanesi, Türkiye’deki 25 nehir havzasından biri olan Büyük Menderes Havzası’dır. Bu kapsamda, Büyük Menderes Havzası’nda su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımına katkı vermeyi hedefleyen çalışmalar yapıyoruz.  

WWF- Türkiye olarak farkındalık yaratma çalışmaları sürdürüyoruz. Artan nüfusu ve büyüyen kentleri ile su sıkıntısıyla karşı karşıya olan ülkemizin, iklim değişikliğinin de etkisi ile su fakiri olma yolunda ilerlediğine Ocak 2021’de lansmanını yaptığı ‘Su Biterse Herkes Susar’ kampanyası ile dikkat çektik. Büyük Menderes Nehri’nin kaynağından denize döküldüğü noktaya kadar başından geçenleri anlatan “Suyun Yolculuğu” belgeseli ve kampanyası 62 haber portalında, 50'den fazla ünlüye ve 5 milyonun üzerinde takipçiye ulaştı. 

Türkiye’nin 25 nehir havzasından biri olan Büyük Menderes Havzasında yer alan Aydın iline bağlı Söke ilçesinde WWF-Türkiye’nin kolaylaştırıcılığında kurulan Söke Pamuğu Su Koruyuculuğu Yürütme Kurulu Pamuk Üretiminde Basınçlı (Modern) Sulama Sistemine Geçiş Pilot Projesini yürütüyor.

Sulak alanların korunmasına ilişkin karar vericiler ne yapmalı?

Söke Pamuğu Su Koruyuculuğu Yürütme Kurulunun Söke’de hedeflediği modern sulamanın yaygınlaştırılması önünde mevzuat kaynaklı kısıtlar bulunuyor. Mevzuatta yapılabilecek küçük düzenlemeler ile çiftçiler için basınçlı (modern) sulama sistemlerine geçişinin cazip hale getirilmesi mümkün. 

Bir mesajınız ya da eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de de sulak alanlarımızda önemli kayıplar yaşıyoruz. Oysa sulak alanlarımızı korumak zorundayız. Bu süreci tersine çevirmek mümkün. Bunun için kamu yönetimi, tarım sektörü ve ilgili STK’ların harekete geçmesi gerekiyor. Modern sulamaya geçiş, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği ve üretimin iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık etkilerine karşı en etkili yöntem olmanın yanı sıra, sulak alanlarımızın korunması konusunda da ivedilikle ele almamız gereken hususlardan biri. Modern sulama yöntemlerini yaygınlaştırmamız gerekiyor. Bu yöntemleri yaygınlaştırmak için bir yandan sağlanacak ekonomik kazançlar ve verimlilik konusunda çiftçilerin farkındalığını artırmalı, bir yandan da mevzuatta yeni düzenlemeler yaparak modern sulama yöntemlerini kullanmayı cazip kılacak mali avantajlar sağlamalıyız.