YAZARLAR

Arap tahterevallisi ve Türkiye’ye batırılan iğneler

Arap Birliği’nin sözünün değeri kalmadı. Bir olmayı anlamlandıracak bir yapılanma bir kenara Araplar arası husumetleri geriletecek bir potansiyel taşımıyor. Bu haliyle küresel sorunlar karşısında bir sıklet merkezi olma şansı da yok. 

Bağlantısızlar hareketine öncülüğüyle uluslararası düzende özgün bir yere sahip olan Cezayir bütün kredisini ortaya koyarak Arap Birliği’nin tarihine farklı bir zirve bırakmayı denedi. 1-2 Kasım’da düzenlenen zirve Cezayir’in önüne koyduğu hedefler açısından eksiler ve artılar içeriyor.
Zirvede Filistin öne çıktı. Cezayir, Filistin’le ilgili hassasiyetini güçlü vurgularla sonuç bildirisine yansıttı. 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması; BM’nin 1948 tarih ve 194 sayılı kararı uyarınca Filistinli mültecilerin geri dönüş ve tazminat haklarının tanınması; Suriye’nin Golan Tepeleri, Lübnan’ın Şebaa Çiftlikleri ve Kefer Şuba Tepeleri dahil tüm Arap toprakları üzerindeki İsrail işgalinin bitirilmesi; Kudüs’ün Hıristiyan ve Müslümanlar aleyhine bozulan demografik yapısı ve kimliğinin korunması; şeklen Ürdün’ün himayesine bırakılmış Harem’üş Şerif’in muhafaza edilmesi; Gazze’deki ablukanın bitirilmesi ve 2002 Arap Barış Girişimi’ne bağlılık çağrısı yapıldı.

Cezayir zirve öncesinde 14 Filistinli örgütü buluşturarak 1 yıl içinde seçimlerin yapılmasını da öngören Cezayir Deklarasyonu’nu imzalatmıştı.
Fiiliyatta işgalci statüyü etkileyecek herhangi bir ağırlığı olmasa da hepten yok sayılan Filistin davasının gündemleştirilmesi zirvenin başarı hanesine yazılabilir.

Arap Birliği’nin varlık nedeni Filistin davasıydı. Ona da ihanet eden edene! İki zirve arasında geçen üç yılda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas İsrail’le ilişkileri normalleştirdi. Mısır ve Ürdün’ün imzaladığı barış anlaşmalarından sonra Abraham Anlaşmaları ile gelen ikinci dalga Filistin davasının tabutuna adeta çivi çaktı.
Halbuki Arap Birliği, İsrail’in 1967 sınırlarına dönmesi ve Filistin devletinin kurulması karşılığında tüm üyelerin Yahudi devletini tanımasını öngören 2002 Arap Barış İnisiyatifi’ni bir yol haritası olarak belirlemişti. Belgeyi dört ülke çöpe atarken Suudi Arabistan gibi birliğin ağır topları bir bakıma bu gidişata yol verdi.

Suriye’nin kurucusu olduğu Arap Birliği’ne döndürülmesi, Cezayir’in üzerinde durduğu ikinci mühim meseleydi. Bunu başaramadı. Katar gibi birkaç üyenin inadı kırılamadı. Bu adımın atılamamasında ABD’nin Şam’la ilişkilerin normalleştirilmesine karşı tutumu da etkili. Ayrıca İran’ın varlığını temel sorun sayan Suudi Arabistan gibi üyeler Suriye dosyasını bu haliyle kapatmak istemiyor. Nihayetinde Katar’ın marifetiyle muhaliflere verilmiş koltuk sahibine döndürülemedi. Cezayir açısından bu bir fiyasko. Bildiride siyasi çözüme desteğin yanı sıra Suriye’nin egemenlik ve bütünlüğünün temini için ses verildi. Ama pratikte çok büyük bir anlamı yok.

Zirve düzleminde İsrail’den sonra en çok iğnelenen iki ülke Türkiye ve İran. Ama Türkiye, Cezayir’den bir iyilik gördü. Türkiye’nin Kuzey Afrika’da askeri boyut kazanan nüfuz savaşıyla ilgili Mısır’ın kaygılarını paylaşsa da Cezayir kendi stratejik çıkarları için Ankara ile ilişkileri önemsiyor. Zirvede özellikle Mısır’ın Türkiye aleyhine bildiriye sokmaya çalıştığı ifadeler törpülendi. İran ve Türkiye’yi hedef alan uyarılar ülke ismi verilmeden yapıldı. Arap ülkelerinin iç işlerine yönelik her türlü dış müdahale reddedildi.

Zirvenin başında Şark’ul Evsat’a sızdırılan taslak metinde Türkiye’nin Irak, Suriye ve Libya’daki operasyonları kınanıyor; bu ülkelerdeki askeri müdahaleleri kesmesi isteniyordu. Son dönemlerde Arap Birliği’nin bakanlar düzeyindeki toplantılarından çıkan açıklamalarda Türkiye’nin kınanması mutat hale gelmişti. Ankara’nın Cezayir’e bir şükran borcu oluştu. Ancak El Arab’ın iddiasına göre Mısır lideri Abdulfettah el Sisi, zirveye katılmak için iki şart koşmuştu: Birincisi Rönesans Barajı nedeniyle Etiyopya’ya karşı ortak Arap duruşunun sağlanması. İkincisi de başta Libya olmak üzere Türkiye’nin Arap coğrafyasındaki operasyon ve askeri varlığının kınanması. Hemen bu restin öncesindeki gelişmeyi hatırlatalım. Türkiye’nin Libya’da meşruiyeti tartışılan Dibeybe hükümeti ile hidrokarbon ve askeri anlaşmalar yaparak Kahire ile muallakta kalan normalleşme sürecini sakatlamıştı. Mısır iki turdan sonra bakanlar düzeyine geçmesi beklenen diyalog sürecini tamamen dondurduğunu açıkladı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler üyelerine getirdiği kısıtlamalar da çok işe yaramadı. Sisi zirvede sözünü esirgemedi; Libya’daki tüm yabancı güçlerin çekilmesi ve çözümde inisiyatifin Libyalılara bırakılması çağrısı yaptı. Türkiye’nin Arapların bir kısmıyla ilişkileri normalleştirmesi öteki yarısıyla kucaklaşmaya yetmiyor. Libya, Suriye ve Irak bundan sonra da Türkiye-Arap ilişkilerindeki cızırtı noktası olmaya devam edecek.

Sisi’nin şartları Cezayir lideri Abdülmecid Tebbun'u iki arada bıraktı: Bir tarafta Türkiye ve Etiyopya incinecek diğer tarafta Sisi’nin zirveye gelmemesi büyük bir eksiklik olacaktı. Zaten Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid gibi Arap dosyalarında aktif aktörler yan çizmişti. Lübnan Cumhurbaşkanlığı koltuğu boş kaldığı için bu ülke başbakanla temsil edildi. Suriye zaten yok. Libya, Sudan ve Yemen ‘devlet başkanı’ sayılmayan geçici figürlerce temsil edildi. Fas Kralı Abdullah, Cezayir’le Batı Sahra üzerindeki kavga yüzünden gelemedi. ABD, Batı Sahra’da Fas’ın egemenliğini tanımanın karşılığında Rabat’ın İsrail’le normalleşmesini sağlamıştı. Cezayirliler artık Fas’ı İsrail ve ABD’nin Truva Atı olarak görüyor.

“Cezayir etkisi” denebilecek bir iki nokta daha var: OPEC+’nın petrol üretimini düşürme kararına açıkça destek verilirken Ukrayna’da tarafsızlık ve güç kullanmaktan kaçınma vurgusu yapıldı. Bu iki mesaj da ABD’yi sinir etmek için yeterli.

Fakat Arap Birliği’ndeki "birlik" boş bir iddiadan ibaret. Adını "Arap Panoraması" ya da başka münasip bir şeyle değiştirseler isabet buyururlar. İsrail’deki son seçimde eski Başbakan Benyamin Netanyahu’nun "Araplara ölüm" diyen, etnik temizlik vaat eden, işgal ve yasa dışı yerleşimleri genişletmeyi siyasi program olarak ortaya koyan, iki devletli çözümü ölmüş sayan aşırı sağcı, dinci ve Siyonist tayfayla birlikte elde ettiği zaferde bile Arap bölünmüşlüğün payı büyük. Filistinli Arap partiler üç farklı listeye bölündüğünden koltukların üçte birini kaybetti. Beled yüzde 3.25’lik barajın altına düştü. Tıpkı soldan Meretz gibi. Her birinin 4-5 vekil çıkarma potansiyeli vardı.

Arap Birliği'nin sözünün değeri kalmadı. Bir olmayı anlamlandıracak bir yapılanma bir kenara Araplar arası husumetleri geriletecek bir potansiyel taşımıyor. Bu haliyle küresel sorunlar karşısında bir sıklet merkezi olma şansı da yok. Kınanan, kınayanı umursamıyor. Herkes bildiğini okuyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.