YAZARLAR

Arabistanlı Prens, Mısırlı Paşa, Türkiyeli Başkan!

Bölge ve dünya ve Türkiye üzerine emelleri daha keskin bir Veliaht ile sarmaş dolaş yine tıpış tıpış barış. Geldik yine aynı yere. Ama bu kez Türkiye ekonomisi güçsüz, iktidar yıpranmış. S. Arabistan paralı, petrollü, Prens ise canavar gibi!

Belki de bana kızıyorsunuz… Eski yazılarını da güncel yazıların arasında kullanıyor diye.
Belki kızmıyorsunuz. Belki çok fark edilmiyor. Çünkü söyleneceklerin söylendiği kişiler ile söylenmesi gerekenler aynı!

Aşağıda da öyle iki yazı var: Mevzu Suudi Arabistan.
Bu yazıların hemen öncesinde Erdoğan ve AKP iktidarı (sanki ikinci farklıymış gibi) S. Arabistan ile bozuşmuştu. İran meselesi de vardı; ama Mısır’daki darbeyi S. Arabistan’ın kotarmasıyla.
Sonra bu yazılardaki gibi “barıştılar.”
Sonra yine darıldılar. Katar’a sarılıp, Türkiye’deki darbe girişiminin arkasında olduğunu düşündükleri, başta BAE, Körfez ülkeleri ve Körfez’in ağa kralıyla da bozuştular.
“Barıştık, bozuştuk, darıldık” demiyorum çünkü sizin, benim işimiz değil bu; olacak iş de değil.

Şimdi… Bölge ve dünya ve Türkiye üzerine emelleri daha keskin bir Veliaht ile sarmaş dolaş yine tıpış tıpış barış. Dargınken “Kaşıkçı cinayeti dosyası”nı elinde tutan Türkiye o kanlı bıçağı da onlara teslim etti!

Geldik yine aynı yere. Ama bu kez Türkiye ekonomisi güçsüz, iktidar yıpranmış. S. Arabistan paralı, petrollü, Prens ise canavar gibi!

6-7 yıl önceki iki yazım geliyor şimdi. Deyin ki, “Amma da eskimiş bu yazılar. Neler değişti, neler!”

ACEP NEDENDİR?

“Başkanlık”ta kararların sadece “Ankara’da bir saray”da alınacağını düşünenler bir zahmet Yemen’e bakıversin.
Görüldüğü gibi, “Washington’daki Beyaz Saray” bir yana, ayrıca “Suudi Kraliyet Sarayı”nda alınıyor kararlar.
S. Arabistan “Yemen’e müdahale”yi gerekli görüyor; İran’a karşı.
“Sünni Blok”un Körfez sarayları, Fas ve Ürdün sarayları da “Petrolün ve paranın kralı” karşısında hemen hazır ola geçiyor.
Peki biz kimiz, neyiz, nasıl bir devlet ile ülkeyiz?
Nasıl bir ayrım yapıyoruz “demokrasi” ile “despotizm” arasında?..
“Para” ile “ilke” arasında?..
“Müslüman kardeşliği” ile “mezhep kini” arasında?..
“Tarafsızlık, sağduyu, itidal” ile “İslam iç savaşı” arasında?..
“Halkların baharı” ile “kralların sarayı” arasında?

Hadi S. Arabistan öncelikle bölge halklarına karşı koruduğu Körfez saraylarının hamisi; hadi Ürdün’ün abisi…
Sizin, bizim neyimiz oluyor?
İslam’ın kıblesi o topraklarda diye, Saray başka (Sünni) İslam devlet ve toplumlarının vasisi mi oluyor?

Ankara açısından işin başka ve derin bir rezalet kısmı var elbette.
“Mısır darbesi”ne karşı tutum alan, o konuda “ilkeli” gibi davranan iktidar ve “Başkan”; başta S. Arabistan, Körfez saraylarının mesafe koyması, hatta tavır alması, “sıcak para”yı soğutması, sermaye kaçırması ve belki “bağışlar”ı kesmesiyle soluğu Suudi Sarayı’nda aldı.
Kral öldü diye koşuldu…
Yeni Kral istedi diye koşuldu.

Oysa “Mısır darbesi”nin organizatörü, sponsoru, ağası, patronu, “Sisi Paşa”nın paşa babası hep Suudi Sarayı idi.
“Sisi darbesi”ne onca laf edilirken bile, darbenin esas patronuna bir kelime edemedi Ankara yiğitleri.
Peki peki, anladık!

Lakin şimdi n’oluyor:
S. Arabistan’ın (İran’a karşı) Yemen müdahalesinde Türkiye, “Sisi Paşa”nın orduları ve savaş uçakları ile aynı safa yazılıyor.
Saf mıyız, esnaf mı, bilmiyorum.
Yani enayilikten mi böyle, yoksa ticaret, bezirgânlık sonucu mu?
Sisi’yle aynı masaya oturmuyorsunuz, aynı kasaya selam duruyorsunuz!

Peki peki, onu da anladık!
Bu millet yalandan bıkmadı mı öyleyse?
“Darbeciyle yan yana gelmeyiz” denen “Sisi Paşa” Sünni müttefik orduları eş komutanı çıktı!
Nasıl bir oportünizmdir bu; şaşkınlık değilse hepten.
Nasıl bir uyanıklık halidir ki, hep milleti uyutur!

Bakar mısınız, lütfen:
“Kardeşimiz Esad” değil miydi, “düşmanımız Esed” olan?
“İkinci evimiz İran” değil mi, şimdi Suudi gazıyla “Bölgeyi domine etmeye çalışması bizi ve Körfez ülkelerini rahatsız etmeye başladı. Buna tahammül etmek mümkün değil” denen?
Nedir bizim pusulamız? Kimdir? Hangi saraydır?
Bir saray olması şart mıdır?
Bu ülkenin, bu toplumun, bu devletin bölgeye, komşularına, dünyaya anlatabileceği başka şeyler olamaz mı hiç?

Bir ara ne güzeldi:
Hem Suudi ve Körfez parası akıyordu; hem İran, altın ve Reza külçeleri.
Bakın Allah için, bu sermayeden bu ülkede çoğunluğa pay düştü; ama taşan Havuz dolusu, ama bir bardak, yarısı boş olsa da!

Lakin işte üçe, beşe köfte yok:
Öyle “darbeciyle yan yana gelmem” diye atıyorsunuz; kirli petrol parasının yeni kralı, “gel bakim” diyor; aynı günlerde hem Sisi, hem sizi kendi seferine nefer yazıyor!
Adı da ABD’nin bölgeye ilk saldırısından ilhamla, “Nihai Fırtına Operasyonu” paşam!
Ne kadar yerli, ne kadar İslami!

TERSİNE TARİHTEN TARİH DERSİNE!

16. Yüzyıl şöyle başlamıştı:
Babasını “bir nevi darbe” ile tahttan indiren, kardeşlerini “halleden” Yavuz Selim, Alevileri ezmiş, Şii Safevileri (İran’ı) yenmiş, onların müttefiki Mısır Memlûklarını dize getirmiş, Diyarbakır, Mardin, Cizre’yi ve de Halep’i, Kahire’yi, Suriye’yi, Filistin’i, Gazze’yi fethetmiş…
Sonra da Arabistan topraklarını, Hicaz’ı almış, nihayetinde halife olmuştu!

19. Yüzyıl da şöyle başladı:
Bir önceki Yüzyıl sonlarında, Muhammed bin Suud, Vahhabiliğin kurucusu Muhammed ibn Abdül Vahab ile ittifak kurup Riyad’dan başlayarak genişleyen “ilk krallık”ı kurmuştu Osmanlı hakimiyetindeki topraklarda.
1828’de, yine Osmanlı hakimiyeti altındaki Mısır’ın başındaki Kavalalı Mehmet Ali Paşa o krallığı dümdüz etti.

20.Yüzyıl ise şöyle başladı:
Abdül Aziz ibn Suud, yeni kurulmuş İhvan’la müttefik olarak Riyad’ı ele geçirdi; yine onların desteğiyle Osmanlı aleyhine topraklarını genişletti.
1916’da ise, İngilizlerin (Arabistanlı Lawrence) organizasyonuyla, Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali, Osmanlı’ya karşı “Arap baharı” gibi ayaklandı.
İbn Saud ise yine İhvan’ın desteğiyle 1925’de Hicaz’ı aldı, kendini Kral ilan etti. 1929’da ise artık tehlikeli ve radikal bulduğu İhvan’ın liderlerini katletti.

21. Yüzyıl başları ise şöyle cereyan ediyor:
Suud Hanedanı (Safevilerin) İran’ına karşı bütün Ortadoğu’yu dizayn etmiş. Mısır Memluklarını kendine bağlamış, İhvan’ı kanlı darbeyle ezmiş, seçilmiş İhvancıyı hapse, çok sayıda önemli ismini darağacına yollatmış…
Filistin’in, Gazze’nin İsrail elinde olmasını dert etmemiş…
Suriye’nin paramparça, on binlerce Suriyelinin rejim ve karşıtları elinde katledilmesinde, yüz binlercesinin mülteci haline gelmesinde, onca çocuğun sulara gömülmesinde önemli rol oynamış…
Petro-dolar düşkünü “Batı demokrasileri”nin yalakalıkları dışında, Yavuz Selim’in torunlarını ve hayranlarını, parasıyla, tahtıyla kendine bağlamış, sonradan “sözde mücadele” ettiği El Kaide ve türevlerini doğurmuş, “Giden dönmüyor, acep nedendir” Yemen’de sivilleri katletmiş, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Bahreyn’de “biraz bahar” isteyen ahaliyi yerle bir etmiş!

İhvan’ın yakın tarihteki yoldaşı Yavuz ve “Yeni Osmanlılar” ise, İhvan’ı kullanıp kullanıp yüz yıl boyu iki kez ezmiş olan Suudi Krallığı’na toz kondurmuyor.
Herhalde Hicaz’ı, Kahire’yi, Necef’i, Şam’ı, Bahreyn’i geri verir diye.
Kendi partilerinin en önemli kurucularından birine, azıcık muhalefet etti diye “Manisalı Lawrence” diyenler, Sayın Kral Efendi’ye “Lavrınslı Arabistan” bile diyemiyor.
Batı’ya “mültecileeer” diye bağıranlar, 3 milyar avroya Türkiye’yi toplama kampı yapmayı ve Aylan bebekleri ölü ya da diri tutmayı taahhüt edenler, Kral’a “Yahu ne biçim kralsın; bir mülteci ailesi bile almadın topraklarına. Allah’ım emri bu mudur” diye sitem bile edemiyor!

Mısır ile S. Arabistan arasında “Kral Salman bin Suud Köprüsü”, eh burada da “Yavuz Sultan Selim Köprüsü.”
İki köprü üzerine çıkıp milyonlarca yoksul, ölü ve de bir ötekini boğazlayan Müslüman’a 500 yıllık bir manzara koyarlar artık!
Ben Kral, darbeci Paşa ya da Başkan olsam, o iki köprüyü de birleştirirdim!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.