Annus Horribilis 

“Annus horribilis” Latince berbat veya korkunç yıl anlamına geliyor. Gelen gideni aratıyor ama, umalım gelmekte olan, annus horribilis olarak nitelendirdiğimiz sona ermekte olan bu yılı aratmaz.

Google Haberlere Abone ol

“Annus horribilis” Latince bir kavram. Berbat veya korkunç yıl anlamına geliyor. Yaşı elliyi geçenler  hatırlayacaktır, bu sözü merhum Kraliçe II. Elizabeth 1992 yılı sona ererken onu tanımlamak için  kullanmıştı. O yıl kraliyet ailesi boşanmalar, evlilik ve seks skandallarıyla büyük sarsıntılar geçirmiş,  bulvar basınının manşetlerinden hiç inmemişti. Yılın sonuna yaklaşılırken ise kraliyetin en önemli  saraylarından meşhur Windsor Şatosu bir yangınla önemli ölçüde hasar görmüş, içindeki paha  biçilmez antikalar ve sanat eserleri bir daha geri gelmemek üzere kül olmuştu. Kraliçe geleneksel  Noel konuşmasında böyle bir yılla bir daha karşılaşmamayı dilemiş ama dileği tutmamıştı. Arkadan  Diana’nın öldüğü 1997 gibi daha kötü yıllar gelmişti. 

Sona ermekte olan 2023 de bizim açımızdan “annus horribilis” sayılır. Aslında her yeni yıl, bir  öncekinden beter bir nitelik taşıyor. O yüzden umalım 2023’ü gelecek yıl aramayız.  

DEPREMİN ORTAYA SERDİĞİ ÇÜRÜME VE YOLSUZLUKLAR 

2023 açılışı Hatay-Malatya depremiyle yaptı. Resmi ölü sayısı elli bini geçtiği halde bu korkunç  depremde kaç vatandaşımızı kaybettiğimizi hala tam olarak bilmiyoruz. İktidarın verdiği tüm  sözlere rağmen depremin yaraları bir türlü sarılamadı. Deprem bölgesinde kalan vatandaşlarımızın  önemli bir kısmı hala konteynerlerde yaşıyor, su-elektrik altyapısı bir türlü işlemiyor, yıkılan  okulların, hastanelerin yerine yenileri konulamıyor.  

Deprem, asırlık Kızılay’ın ve AFAD’ın içi boş kof yapılar olduğunu gün yüzüne çıkardı. İş böbürlenmeye gelince mangalda kül bırakmayan bu örgütler Afrika’da kurban kesebiliyorlar veya  bir takım şaibeli vakıf paralarını yurtdışına transfer edebiliyorlardı ama, sıra depremzedelere çadır  veya sağlık hizmeti sağlamaya gelince bir işe yaramadıkları ortaya çıktı. Çünkü devlet nasıl şirket  gibi idare ediliyorsa, bunlar da aynı anlayışla, kâr güdüsü ve şahsi çıkar doğrultusunda  yönetilmişlerdi. Kızılay ve AFAD yöneticileri depremzedelere sağlamakla yükümlü oldukları kan ve  çadırları piyasada satmışlardı. Bu yolsuzlıklardan hesap soran da olmadı.  

Bu kuruluşların çürümüşlüğüne karşın sivil toplum ve muhalefet belediyeleri ilk andan itibaren  depremzedelerin yardımına koşmaya çalıştı. Ancak merkezi hükümet tarafından önlerine çok  sayıda engel çıkarıldı. Bazı yerlerde gelen yardım heyetlerine saldırılar bile düzenlendi.  Depremzedeler yıkıntıların altında inlerken yerli-yabancı arama kurtarma ekipleri havaalanlarında,  yardım konvoyları ve iş makineleri yollarda bekletildiler. Binlerce insan zamanında müdahale  edilemediği için yıkıntıların altında büyük acılar içinde inleyerek, soğuktan donarak hayatını  kaybetti.  

Ortalık yatıştıktan sonra bu kez ilk günlerde ortalıkta görünmeyen tarikat ve dini vakıflar  depremzedelerin acısını sömürmek üzere zuhur ettiler. Üstelik devlet kurumları tarafından ayrıcalıklı  muamele gördüler.  

TARİKATLAR HER YERDE CİRİT ATIYOR, LAİK DEVLET ANLAYIŞI ÖLÜMCÜL DARBE ALDI 

Her yere yayılmış olan tarikatların ve dini vakıfların devletin derinlerine ne kadar sızdıkları 2023’te  iyice ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanı okullarda tarikatlarla çalıştıklarını TBMM’de fütursuzca ifşa  ederken, Tuzla Piyade Okulu’ndaki olaylar tarikatların kışlada kök saldıklarını gözler önüne serdi. 

Laik devlet anlayışının tabutuna son çiviler çakılırken muhalefet blokunun liderliğine soyunan  Kemal Kılıçdaroğlu ve onun başkanlığındaki CHP, ittifak ortaklarını ürkütmemek için laiklik ilkesinin  üzerini örtmekle meşguldü. Millet İttifakı’nın mutabakat belgesinde çok sayıda gereksiz ayrıntıya  yer verilirken laiklikten söz edilmemesi ibretlik bir durumdu.  

Demokratik toplumun olmazsa olmaz ilkesi laikliğin devletin kurucu partisi CHP’deki yönetim  değişikliğinden sonra yeniden telaffuz edilmesi olumlu. Ancak bundan böyle laikliği 1930’ların  anlayışıyla değil, Aleviliği de kucaklayacak, devletin her inanç grubuna eşit mesafede duracağı bir  anlayışla hayata geçirmek için çaba sarfetmek gerekiyor.

MAYIS SEÇİMLERİ BÜYÜK BİR HAYAL KIRIKLIĞI YAŞATTI  

Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçim sonuçları 2023 yılının annus horribilis  olarak nitelendirilmesi için en önemli sebeplerden biri sayılır. İktidar kuşkusuz seçimlerde her türlü  seçim hilesi, baskı ve haksızlığa baş vuracaktı. Ama muhalefet, özellikle CHP, iktidarın tüm kirli  oyunlarına rağmen sandıkları koruyarak seçimden galip çıkacağı konusunda halka güvence vermişti.  Bu sözlerin içinin boş olduğu seçim gecesi anlaşıldı. Muhalif medyanın ve araştırma şirketlerinin  seçim öncesi körüklediği sahte zafer havası kamuoyundaki hayal kırıklığını bir kat daha artırdı.  Seçim sonrası geniş kitleler büyük bir psikolojik travma yaşadı. Kılıçdaroğlu’nun parti  yöneticilerinden bile gizleyerek Zafer Partisi lideri ile imzaladığı protokolün antidemokratik  taahhütler içermesi, muhalif kesimlerdeki hayal kırıklığını ve CHP yönetimine duyulan tepkiyi daha  da artırdı. 

Aslında bunlar olurken hepimiz ordaydık. İttifak görüşmelerinde içerik yerine şekil üzerine aylarca  vakit harcanmasından, yüzde bir bile oy potansiyeline sahip olmayan küçük partilere Altılı Masa'da  eşit yer verilmesinden, laiklikten söz edilmemesinden, Millet İttifakı’nın adayının bir türlü  açıklanmamasından, kazanacak aday söyleminden, Meral Akşener’in masadan kalkıp yeniden  dönmesinden, iki büyükşehir belediye başkanının da dahil olduğu yedi Cumhurbaşkanı yardımcı adayı ile  seçime girilmesinden, işlerin iyi gitmediği açıkça anlaşılıyordu. Ama çoğumuz sandalı sarsmamak  için sesimizi yükseltmedik. Umalım 2023 seçimlerinden herkes gereken dersleri almıştır. 

HUKUK DEVLETİ, ANAYASAL DÜZEN, SİZLERE ÖMÜR 

2023’te hukuk devleti anlayışından iyice uzaklaştık. Hatay milletvekili Can Atalay, Osman Kavala ve  Selahattin Demirtaş Anayasa Mahkemesi’nin ve AİHM’in verdiği kararlara rağmen hala hapiste  tutulmaya devam ediliyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay için verdiği kararlara Yargıtay’ın  ve alt mahkemelerin direnebilmesi ülkede bir anayasal düzenin kalmadığının en çarpıcı kanıtı. Türkiye’de artık her şey tek kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bağlı. 

2023 boyunca eski Türkiye’den geriye ne kalmışsa hoyratça yok edilmeye çalışıldı. Liyakat temelli  bürokrasi zaten yok edilmişti. En son direnen Dışişleri bürokrasi de sizlere ömür. Tarikatlar her yerde cirit atıyor. Askeri okullar ve kışlalar tarikatların mücadele alanına döndü. Tarikatlar ve  imamlar anaokullarına kadar girdi. 

Boğaziçi Üniversitesi gibi müstesna bilim ve eğitim merkezleri liyakatsiz kadroların elinde kin ve  intikam duygusuyla tahrip ediliyor. Oysa eğitim bir ülkenin geleceği demek. Üniversiteler  ülkenin ihtiyaç duyduğu kadroları yetiştiremezse gelecek bugünden çok daha karanlık olacak.  Tabela üniversitelerinde ulufe dağıtılır gibi ödüllendirilen liyakatsiz akademik kadrolarla bilimi  kendine rehber edinmiş geleceğin nesillerini yetiştirmek hayal. Gençler ve yetişmiş kadrolar kitleler  halinde ülkeyi terk ederken yerlerinin Ortadoğulu göçmenlerce doldurulmaya çalışılması çok acı. 

Ama toplumun sağlıklı kesimleri hala direniyor. Cumhuriyet değerlerinin unutturulma gayretleri,  ortaçağ özentisi hayat tarzı dayatmaları ve din anlayışı halkta kabul görmüyor. İktidar ne yaparsa  yapsın, Atatürk’e sahip çıkılıyor, milli bayramlar tabanda daha içten şekilde kutlanıyor, imam hatip  okulları beklenen ilgiyi görmüyor, akademisyenler, gençler, kadınlar ve işçiler maruz kaldıkları  haksızlıklara direniyor. Burada eksik olan siyasi önderlik. Muhalif partilerin, özellikle yeni CHP  yönetiminin bu konuda daha çok ön alması ve cesur adımlar atması gerekiyor.  

NAS EKONOMİSİNİN YERİNE YÜKSEK FAİZ POLİTİKALARI 

Erdoğan’ın keyfi ve ideolojik yönetim anlayışının neden olduğu çürüme ve yıkım daha da  hızlanırken ekonomi iyice çöktü, hazine soyuldu, yatırımlar durdu. 2023’e bilim ve mantık dışı “nas”  ekonomisiyle girmiştik. Seçimlerden sonra New York piyasasından transfer edilen yeni Merkez  Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan ve Mehmet Şimşek bu kez “rasyonel” ekonomi anlayışıyla  faizleri yükseltmeye başladı. Faizler düşürülürken de yükseltilirken de geminin kaptanı hep haklı  konumda kaldı! Çünkü ne ondan hesap soran bir seçmen tabanı var, ne de ülkede yanlışları  sorgulayacak gerçek bir ana akım medya mevcut. 2023’de kaybeden, her şart altında geniş halk kitleleri oldu. Nas ekonomisiyle kontrolden çıkan enflasyon bir türlü düşmüyor. Daron Acemoğlu  içine girilen krizden artık faiz artışlarıyla çıkmanın mümkün olmadığını vurguladı. Ülkede  demokratik bir hukuk devleti olmadan, şeffaf ve hesap veren bir yönetim gelmeden sağlıklı bir  ekonomiye sahip olamayacağımız çok açık.  

DIŞ POLİTİKADA İYİCE YALNIZLAŞTIK 

Dış politikada Ortadoğu ülkelerine yapılan açılımlar istenen sonuçları getirmedi. Tükürük yalandı  ama, ne Suudi Arabistan’dan ne de BAE’den istenen fonlar elde edilemedi. Mısır’la  normalleşmenin gerçekleşmesi için muhtemelen Erdoğan’ın Sisi’yi Kahire’de ziyaret etmesi  gerekecek. İsrail’le uzlaşma ise Gazze Savaşı nedeniyle akim kaldı. Yoksa Netanyahu ile el  sıkışılmasına ve İsrail doğalgazının Tükiye üzerinden Batı pazarlarına ulaştırılmasına az kalmıştı. Ancak Ankara’nın Hamas yanlısı ateşli söylemine rağmen ikili ticaret etkilenmeden devam ediyor. Türkiye bu ülkeye demir, çimento ve tarım ürünleri sattığı gibi İskenderun limanı üzerinden Azeri ve  Türkmen petrolünün sevkiyatı eskiden olduğu gibi sürüyor. Çünkü Türkiye’nin paraya ihtiyacı var. Ekonominin gereksinimleri ideoloji dinlemiyor. 

Türkiye 2023’te Batıdan bir adım daha uzaklaştı. Artık AB’de üyelik müzakerelerine başlayan bir  aday ülke değil, Yunanistan’la ilişkilerde ve Doğu Akdeniz’de uslu durması beklenen komşu ülke  muamelesi görüyoruz. Bir zamanlar AB süreçlerini desteklediğimiz Sırbistan, Bosna Hersek,  Karadağ, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk bizi çoktan geçtiler. AB bu yıl Ukrayna ve Moldova ile  tam üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı. Doğu komşumuz Gürcistan’a da adaylık statüsü  tanındı. Bu kaçan kaçıncı AB treni? Ankara hala söylemde AB’nin Türkiye’nin stratejik önceliği  olduğunu iddia ediyor. Ancak tam tersi politikalarla AB’den giderek uzaklaşıyoruz. Bugün artık AB  adaylığı için gerekli olan Kopenhag kriterlerini karşılayamayacağımız çok açık. Bu gidişle Fas’ın  bile gerisine düşeceğiz. 

Türkiye bir zamanlar NATO’da itibarlı ve güvenilir bir müttefikti. Şimdi NATO’nun Karadeniz ve  Ukrayna’daki politikalarına çomak sokan, İsveç gibi birinci sınıf bir demokratik ülkenin üyeliğini  inandırıcı olmayan gerekçelerle engelleyen bir ülke haline geldik. Deniz Kuvvetler Komutanı  NATO’nun Karadeniz’de işi olmadığını iddia edecek kadar saplantı içinde. Bu komutan bizim ve  Bulgaristan ile Romanya’nın NATO üyesi olduğunu, Karadeniz’de NATO’nun öteden beri kuvvet  bulundurduğunu, bizim de dahil olduğumuz tatbikatlar yaptığını unutmuş olabilir mi? Bunlar bir  yana, Montrö Anlaşması’nın belli sınırlamaları dahilinde Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelerin de  bu denize askeri gemi sokma hakkına sahip olduğunu bilmemesi mümkün mü?  

İsveç’in NATO üyeliğine itirazımızı başlangıçta bazı FETÖ mensuplarının Türkiye’ye iadesi ve bu  ülkenin terör mevzuatında değişiklik yapması koşuluna bağlamıştık. Bu kez konu döndü dolaştı  ABD ile F-16 pazarlığına bağlandı. Basına sızan bilgiler doğruysa Biden, Erdoğan’la yaptığı telefon  görüşmesinde İsveç’in NATO üyeliğinin TBMM’de onaylanması karşılığında F-16 satışına  Kongre’de onay verilmesi için çaba sarfetme sözü vermiş. Bir zamanlar ilkeli dış politika izlemekle  öğünen Türkiye’nin içine düştüğü içler acısı durumdan üzüntü duymamak elde değil. Yeni nesil  F-35 uçak projesinin asli üyesiyken, S-400 inadı yüzünden eski nesil F-16’lara razı olmamız ve  onları almak için İsveç’in NATO üyeliği üzerinden pazarlık yapmamız çok acı. Bu arada  Almanların Erdoğan’ın son Berlin ziyaretinde F-35 muadili Eurofighter satışı konusunu müzakere  etmeyi reddettiklerini de hatırlatalım. Erdoğan Türkiyesi’nin Avrupa’daki itibarı bu kadar.  

Kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi’nde Türkiye’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın  salıverilmesi konusundaki AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle 2023’te üyelikten çıkarılmayı  da içeren ihlal süreci başlatıldı. AİHM kararlarına uymamakta diretirsek varacağımız yer Rusya’nın  yanı olacak. Bir zamanlar Doğu Blokundan yeni çıkan ülkelere Batı değerlerini telkin eden Türkiye  şimdi hepsinin gerisine düştü.  

Bu manzaraya bir de FATF’ın kara para trafiği ve terörizmin finansmanı ile ilgili gri listesinde yer  almamızı eklemek lazım. Hukuk devleti olmayan, hakim ve savcıları rüşvetle karar veren bir ülke  elbette kara para cenneti olur. Topraklarında sadece yerli ve milli mafya cirit atmaz, uluslararası  mafya da kendine sağlam bir liman bulur. Aynen bugün olduğu gibi.

2023’te ikili ilişkiler bağlamında en olumlu gelişme Yunanistan’la yumuşama oldu. Ona da bizim  mavi vatancılar tepki gösterdiler. On Yunan adasına bir hafta vizesiz seyahat olanağı ayrıntı, esas  olan “bir gece ansızın gelebiliriz” söyleminin bir kenara atılması ve diyaloga geri dönülmesi. 

UKRAYNA VE GAZZE KRİZLERİ 

2023 uluslararası çatışmalar bakımından tam bir “annus horribilis”ti. Sene başında Ukrayna savaşı  ikinci yılına girerken herkesin gözleri Rusya’nın işlediği savaş suçlarındaydı. Uluslararası Ceza  Mahkemesi (ICC) Mart ayında Putin ve bazı Kremlin liderleri hakkında tutuklama kararı çıkarınca  insanlığa karşı işlenen suçların cezasız kalmayacağı konusunda umutlar artmıştı. Ukrayna  Rusya’nın kara taaruzunu durdurmuş, işgal edilmiş bazı küçük toprak parçalarını geri almaya  başlamıştı. Ancak uzun zamandır beklenen Ukrayna ileri harekatı başlamadan bitti. Savaşın  üçüncü yılına girilmekte olduğu şu günlerde taraflar cephe hattı üzerinde yerlerine çakılmış görünüyorlar. Ukrayna Batıdan ve ABD’den beklediği desteği alamazken, Rusya kuvvetlerini  takviye ediyor ve yeni bir taaruza hazırlanıyor. Putin, Rus Çarlığının Osmanlı İmparatorluğundan ele  geçirdiği “Yeni Rusya” olarak adlandırılan Karadeniz kıyısındaki bölgeleri sınırlarına dahil etmeden  savaşın sona ermeyeceğini açıkladı. Savaş önümüzdeki yıl da devam edecek. Bundan en çok  etkilenen ülkelerden biri Türkiye olacak. Ukrayna muhtemelen savaştan küçülmüş ve tarafsız bir  ülke olarak çıkacak. Ama hiç olmazsa AB üyeliği umudu var.  

Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısı bu kez gözlerin Ukrayna’dan Gazze şeridine çevrilmesine yol açtı. Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik eylemlerinin ağır insanlık suçları içerdiği ve terör kapsamına girdiği kuşkusuz. Ancak İsrail’in misillemesi çok daha vahşi ve orantısız oldu. İsrail dünyanın gözleri  önünde her gün Gazze’de Filistinli sivillere yönelik ağır insanlık suçları işliyor. Üç aya yakın  zamandır süren İsrail askeri harekatında çoğu çocuk ve kadın yirmi binin üzerinde insan katledildi, yüzbinler aç, susuz ve açıkta bırakıldı, konutlar, okullar, hastahaneler, sivil altyapı tahrip edildi. İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar da aynı şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) sorumluluk  alanına giriyor. ICC savcılığı henüz Netanyahu ve İsrailli diğer yöneticiler hakkında Putin gibi bir  iddianame hazırlamadı ama, bu yönde çalışmaların yapıldığına dair bilgiler geliyor.  

Ufukta İsrail saldırısının hangi şartlar altında, ne zaman biteceğine dair bir emare yok. İsrail’in  Gazze’deki halkı bitirmeden saldırısını sona erdirmeyeceği tahmin ediliyor. Dünya kamuoyundan  gelen tepkilere rağmen İsrail bunu ancak ABD’nin desteğinde yapabilirdi. Nitekim öyle de oldu. ABD, BM’de yalnız kalmasına rağmen Gazze’de ateşkes ilanı için bir BM Güvenlik Konseyi kararı  çıkmasına geçit vermiyor. Batı alemi bir bütün olarak 7 Ekim saldırılarının arkasına sığınarak İsrail’i  kınamakta başlangıçta direndi. Şimdi de kararlı bir tavır ortaya koyamıyor.  

Batının Gazze’ye ilişkin utanç verici tavrı evrensel değerlerin hiç de iddia edildiği gibi evrensel  olmadığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi. Rusya sivillere saldırınca insan hakları şampiyonu  kesilen batı, İsrail söz konusu olunca aynı tavrı gösteremedi. Bu durumdan en çok uluslararası  hukuk, insan hakları ve çağdaş evrensel değerler zarar gördü. Batının uluslararası değerler  sistemine verdiği zararın tamiri çok güç olacak. 

Gazze krizinin bir yan sonucu da Erdoğan’ın Ortadoğudaki etkisinin kalmadığının iyice ortaya  çıkması oldu. Krizin hiç bir aşamasında taraflar Erdoğan’dan -onun söylemiyle- arabuluculuk veya  garantörlük yardımı talep etmedi. Ankara, Mısır’ın ve Katar’ın bu tür girişimlerini uzaktan seyretmek  durumunda kaldı. 

Gelen gideni aratıyor ama, umalım gelmekte olan yeni yıl, annus horribilis olarak nitelendirdiğimiz  sona ermekte olan bu yılı aratmaz. Herkese mutlu yıllar. 

*Emekli Büyükelçi