YAZARLAR

Anayasa Mahkemesi’ni mesele etmek

Türkiye’de olduğu gibi, Polonya’da da mesele “karışık”: İktidarların zayıflasalar da güçlerini korumalarının sadece siyasi değil, tarihi ve sosyolojik sebepleri var. Daha doğrusu, iktidarların o tarihi ve sosyolojik; yani yapısal koşulları “ustalıkla” kullanış biçimleri var.

Türkiye’de gündem cıva hızıyla kayıyor -her zamanki gibi. Daha, yaklaşık bir hafta önce gerçekleşen "İçişleri Bakanlığı-Anayasa Mahkemesi ve hâlâ yanan ışıklar” polemiği, sanki uzak bir tarihin parçası oldu bile. Tabii, Anayasa Mahkemesi'yle ilintili başka bir polemik veya tartışma gündem oluncaya kadar...

Ve Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin yeniden ve yeniden gündemde olabileceğini varsayabiliriz.

Çünkü...

“Popülizm” konusunda Türkiye ile sıklıkla karşılaştırılan Macaristan ve Polonya’da iktidarlar ile Anayasa Mahkemeleri arasında yaşanan polemiklerin gelmiş geçmişini şöyle bir düşününce, buralarda da benzerlerinin yaşanmasına şaşmamak gerekiyor.

Polonya Anayasa Mahkemesi, ülkede kürtajı neredeyse tamamen yasaklayan bir karara imza attı malum. 22 Ekim günü alınan karara göre, Polonya’da “ensest, tecavüz ve kadının hayatını yaşamsal riske atan durumlar” dışında kürtaj tamamen yasaklandı.

Bu karardan önce, Polonya’da kürtaja yönelik yasal çerçeve zaten Avrupa genelindeki en sert örnekti: Kürtaj, bu yukarıda saydığım durumlar dışında sadece, ancak doğacak bebekte çok ciddi bir engellilik durumu olacaksa gerçekleştirilebiliyordu. Ülkede geçen bir yıllık süre zarfında gerçekleşen kürtajların yüzde 98’i de, şimdi yasaklanan türde, ceninin oluşumundaki ciddi arazlardan kaynaklanan vakalardan oluşuyordu.

Bu haftasonu, Polonya’da kadınlar, bu kararı protesto için sokaktaydı.

Polonya’nın Anayasa Mahkemesi’nin de, “ceninin engelli veya kusurlu olması halinde kürtajın gerçekleştirilmesinin Polonya Anayasası’na aykırı olduğuna” hükmetmesi aslında büyük bir iktidar kavgasının işareti. Bu kavga da, temelde ülkede kimin sözünün geçtiğinin çekişmesi. Yargı sistemi ve hukuki düzenlemeler de, “evrensel” olan ile, “yerli ve milli” olduğu addedilen arasında imişçesine yansıtılan bu çekişme gerçekte kimin iktidarda olacağının mücadelesinden başka bir şey değil.

Hikâyenin başlangıcı, 2015 yılına dayanıyor-ve özünde kürtajla da hiçbir alakası yok. Çekişme, 2015’te Polonya’daki Liberal Yurttaş Platformu (Platforma Obywatelska, PO) hükümeti, Anayasa Mahkemesi’ne beş üye atamasıyla başladı. PO, atamaları Polonya Parlamentosu Sejm’in 8 Ekim 2015’teki son toplantı gününde gerçekleştirdi: Kamuoyu araştırmaları, PO’nun seçimleri kaybedeceğini açıkça ortaya koyuyordu. Anayasa Mahkemesi’nin üç hâkiminin görev süresi seçimlerden iki hafta sonra, iki tanesinin ise seçimlerden bir ay sonra doluyordu. Liberal PO, daha önce ön ayak olduğu hukuki düzenlemeler ile, Mahkeme’nin beş üyesini birden sürelerinin dolmasına yakın yeni isimlerle değiştirmeyi yasal kılmıştı.

Diğer bir deyişle, PO’nun gider ayak gerçekleştirdiği Anayasa Mahkemesi atamaları siyaseten tartışmalıydı: ancak, atanan beş üyeden üçünün belirlenmesi, hukuksuz da değildi.

25 Ekim’deki seçimlerde beklenen oldu: Muhafazakar popülist sağcı parti Hukuk ve Adalet (Prawo i Sprawiedliwość, PiS) kazandı. Seçimlerden bir ay sonra, Kasım 2015’e gelindiğinde, PiS hükümeti ve Anayasa Mahkemesi arasındaki “büyük kavga” başlamıştı bile. Öncelikle PiS, bir önceki hükümetin atamalarını iptal etti ve kendine yakın duran beş yargıcı yerlerine atadı. Böylece bir önceki hükümetin “yasal çerçeve dışına çıkan tavrını” yinelemiş oldu. Anayasa Mahkemesi, bu atamalar hakkında ivedilikle “Anayasa’ya aykırı” kararını aldı ve atananların görevlerine başlamasına Anayasa Mahkemesi Başkanı Andrej Rzepliński engel oldu.

Bunun üzerine PiS hükmeti, Meclis Sejm’deki çoğunluğunu kullanarak, Anayasa Mahkemesi’nin işleyişini yokuşa süren bir dizi yasal düzenleme gerçekleştirdi:

-Anayasa Mahkemesi’nin bir yasal düzenlemeyi, anayasaya aykırı sayması için gerekli karar çoğunluğu sayısını yükseltti.

-Adalet Bakanlığı’nın ve mahkemenin yargıçlarından bir azınlığın Anayasa Mahkemesi’nin işleyişine karışabilmesini mümkün kıldı.

-Bir dava için karar alınmasını en az 6 aylık bir süreye bağladı.

-Bu değişikliklerin, Anayasa’ya uygunluğunun Anayasa Mahkemesi tarafından gözden geçirilmeden, hemen yürürlüğe girmesi öngörüldü.

Yasal düzenlemelerin yanısıra PiS hükümeti Anayasa Mahkemesi’ni şu şekilde zorladı:

-Anayasa Mahkemesi Başkanı Rzepliński başta olmak üzere, üyelerinin hedef gösterilmesi,

-Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın başkent Varşova’dan Polonya’nın doğusundaki taşra kentlerine taşınması,

-Adalet Bakanlığı’nın Mahkeme’yi açıkça eleştirmesi ve Mahkeme ile “uğraşması”,

-Mahkeme’nin bütçesinin onaylanmaması.

Mahkeme ise, PiS’in yaptığı bu düzenlemeleri Mart 2016’da tartışırken, yeni atanan hâkimlerden 3’ünü oturumlara almadı. Bunun öncesinde de, verdiği kararları PiS hükümetinin yeni yasal düzenlemelerini dikkate almadan; sadece ve sadece, doğrudan Polonya Anayasası’na dayandırdı. Bunun sebebi de, herhangi bir kararı, yeni düzenlemeleri dikkate alarak verseler, PiS’in düzenlemelerin yasal meşruiyet kazanacak olmasıydı.

Görüldüğü gibi, “hukukun üstünlüğünün” bu denli el üzerinde tutulduğunu varsaydığımız Avrupa Birliği’nde büyük bir yasal kriz yaşanıyordu: bir yanda, Anayasa Mahkemesi’nin savunduğu hukuk, öte yanda hükümetin savunduğu hukuk. Bu kısım size tanıdık geldi mi?

Anayasa Mahkemesi, PiS’in düzenlemelerinin “Anayasa’ya aykırı olduğu” kararını aldığında da, hükümetin yaptığı bu kararların Resmî Gazete’de yayınlanmasını engellemek oldu. Oysa, Polonya Anayasa Mahkemesi’nin kararları, nihai ve tüm siyasi, bürokratik yapılarının da üzerinde sayılıyordu.

Hükümetle Anayasa Mahkemesi arasında zıtlaşmaların yaşandığı çekişme dönemi, 2016 yılı sonunda Anayasa Mahkemesi Başkanı değiştirilip, kadın hâkim Julia Anna Przyłębska başa getirilinceye kadar sürdü. Przyłębska, yeni verilen kürtaj kararında “yasakçı tavrı” savunan başlıca isimlerdendi dersek, çizgisi hakkında ipucu vermiş oluruz herhalde. Tüm bunlar olurken, Başbakan’ın da bir kadın siyasetçi, Beata Szydło olması da ayrı bir talihsizlikti. Özellikle de, bu krizin son halkasının, özünde kadının kendi hakkında karar verme özgürlüğünü kısıtlayan “kürtaj yasağı” olduğu düşünülürse...

Normal şartlar altında, Anayasa Mahkemesi’nin yeni başkanının da, aslında görev dönemi dolan Rzepliński’nin yardımcısı Stanisław Biernat olması gerekiyordu. Ne var ki, Anayasa Mahkemesi’nin yeni atanan başkanı Przyłębska, aslında onun koltuğunda olması gereken Biernat’ı emekli etti. Mahkemenin içinde de, “PiS’in hâkimleri” ve “diğerleri” arasında yaşanan kutuplaşma sonucu, normalde 15 üyeli Anayasa Mahkemesi, 11 kişilik kapasite ile çalışmaya başladı; kapasitesi ciddi biçimde sekteye uğramış oldu.

Polonya’da yaşanan, popülist iktidarların kurumları kendilerine ayakbağı görüp, içlerini boşaltmalarının, bağımsızlıklarını elinden almalarının tipik bir örneği. Aslında, ABD’de de, Anayasa Mahkemesi’nin ilerici hâkimi Ruth Bader Ginsburg’ün ölümü ve Donald Trump tarafından yerine muhafazakâr Amy Coney Barrett’in atanması için harekete geçilmesi de, Polonya’da olan bitenin bir başka türevi. Ve Polonya’da olduğu gibi konu ABD’de de, Barrett’ın sert biçimde karşı olduğu kürtaj meselesine bağlanacağa benziyor.

Polonya’da ve ABD’deki fark (eğer bu fark kendini ortaya koyabilecekse), kurumların ve demokratik mekanizmaların “dayanıklılığı”. Siyasi müdahalalere ve “ele geçirilme” çabalarına karşı, kendilerini koruyabilmeleri. Polonya’da, Anayasa Mahkemesi kendini bir yere kadar koruyabildiyse de, sonunda sadece mahkemenin kendisi değil, Polonya yargısının neredeyse tamamı, hükümetin kontrolüne geçti.

Şimdi, 1993’ten beri yürürlükte olan ve zaten oldukça da kısıtlayıcı olan kürtaj yasasının mesele edilip “Anayasa’ya aykırı bulunması”, gene ülkedeki siyasi çekişmenin bir parçası. Bu yıl 12 Temmuz’da gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde PiS’in desteklediği Andrej Duda’nın kılpayı da olsa yine kazandı. PO, yani Liberal Yurttaş Platformu’nun başını çektiği muhalefet, birçok açıdan şanslı olsa da, iktidar denklemini değiştirmeyi yine de başaramadı. Hukuk ve Adalet, yani PiS hükümetinin korona virüsü ile mücadele konusundaki başarısızlığı; ötesinde tıbbi teçhizat ihalelerinde yolsuzluklar yaşanması ve hatta PiS’in içinde çatlakların baş göstermesine rağmen, muhalefet gene de iktidara gelemedi.

Türkiye’de olduğu gibi, Polonya’da da mesele “karışık”: İktidarların zayıflasalar da güçlerini korumalarının sadece siyasi değil, tarihi ve sosyolojik sebepleri var. Daha doğrusu, iktidarların o tarihi ve sosyolojik; yani yapısal koşulları “ustalıkla” kullanış biçimleri var: Kurumlar aşındırılıp “ayakbağı” olmaktan çıkınca, iktidarı her koşulda -hatta siyasi başarısızlık halinde de korumak mümkün olabiliyor. Kadınların hayatları da, tüm bu iktidar mücadelesinde oyuncak ediliyor.

Bu arada, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme konusunun, bu yaz Türkiye ile beraber Polonya’da da konu edildiğini unutmayalım.


Sezin Öney Kimdir?

Gazeteci ve siyaset bilimci. Yeşil ve çevreci olmak hayatının odağındadır. Uluslararası ilişkiler, tarih, siyaset bilimi, milliyetçilik çalışmaları ve çatışma çözümü ve analizi üzerine Türkiye’nin yanısıra, ABD’de ve Avrupa’da birçok üniversitede eğitim görmüştür. Dil hakları, uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı ve 2010’dan beri de ağırlıklı olarak, popülizm üzerine çalışmaktadır. Gazetecilik çalışmalarında, Avrupa Birliği ve Avrupa siyaseti üzerine odaklanmaktadır. Son yıllarda, kamuoyu araştırmaları üzerine branşlaşmaya başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa tarihi, politikası da ilgi alanları arasındadır. Budapeşte ve Selanik ile beraber İstanbul-Ankara-İzmir’de ikamet etmektedir. Duvar English’te de yazmaktadır.