Büyükelçi suikastı ve iktidar oyunları

Hükümet, Rusya ile yakınlaşırken aynı anda Rus büyükelçisi suikastına meşruiyet taşıyan bir politik ideolojik birikimin tam üstünde oturmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin

*Rus büyükelçisinin öldürülmesinin ilk elde iki önemli sonucundan bahsetmek gerekir:

1-Suikast, hükümetin uluslararası ittifak eğilimleri ile Suriye özelindeki ittifak eğilimleri arasındaki çelişki ve gerilimin tam üzerine oturmaktadır. Cinayetin politik işlevi de bu noktada ortaya çıkmaktadır ve asıl olarak hükümetin krizini derinleştirmektedir. Hükümet, Rusya ile yakınlaşırken aynı anda Rus büyükelçisi suikastına meşruiyet taşıyan bir politik ideolojik birikimin tam üstünde oturmaktadır. Suriye özelinde Türk-İslamcılığına ve İslamcılığa yatırım yaparken aynı anda İslamcılığı ve Türk-İslamcılığını durdurmak zaruretinde olmak AKP açısından çok ciddi bir sorun ve gerilim yaratacaktır...

2-Katilin profili genel olarak Cemaate işaret etmektedir. Bu doğru ise Cemaat ilk kez kendi asli kadrosuyla doğrudan silahlı bir eylem, bir suikast gerçekleştirmiş demektir. Bu durum cemaatin örgütsel profilinin değişmeye başladığı anlamına da gelir. 15 Temmuz sonrası Cemaat-iktidar ilişkilerinin dışına düşmüş, bir iktidar unsuru olmaktan çıkmış ve bir politik güç olarak bir alt profile inerek "orta düzey" bir örgüt haline gelmişti. Suikast ise Cemaatin kendi örgütsel kapasitesini, yeni örgüt profiline taşımaya başladığına işaret ediyor ki bu durum cemaatin daha tehlikesiz değil daha tehlikeli bir dönemine girildiğini de gösteriyor...

Aşağıda Express dergisinin son Aralık sayısında iktidar oyunlarına dair Çiğdem Kızıltaş ve Yücel Göktürk ile yaptığımız röportajdan bir kısmını ekliyorum. Ahvalimizi daha net ve bütünlüğüne görebilmek bakımından...

'YE, YA DA YEM OL' AŞAMASI

-Cumhuriyet tarihinin en ağır siyasal krizi yaşanıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu olağanüstü dönemi?

-Tanrının herkesin planlarıyla dalga geçtiği bir dönemdeyiz. Bütün siyasal aktörler ve ideolojiler masalsı vaatlerini terk edip Darwinist “ye, ya da yem ol” aşamasında çakılıp kaldı ve çaresizler. 15 Temmuz’dan beri kontrolsüz bir çılgınlık sürecindeyiz. Kriz bahsinde belirleyici bulduğum üç şeyi söyleyeyim: Birincisi, yaşadığımız krizin AKP’ye ait, AKP’yle sınırlı ve AKP’yle gelen bir kriz olduğu sanılıyor. Bu son derece yüzeysel bir yaklaşım. AKP bu krizin son ve nihai taşıyıcısı. İkincisi, bu bir devlet krizi ve Cumhuriyet tarihinin diğer siyasal krizlerinden farklı. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtler, dindarlar ve sol-sosyalistler kurucu siyasal dengelerden eylemli olarak uzaklaştırıldı; ama bugün dengeler bozuldu ve bütün simgesel temeller sarsıldı. Dahası iktidar merkezine dahil olabilecekleri olağanüstü fırsatlarla karşı karşıyalar ki kriz de bu fırsatın ta kendisi. AKP ise bu krizin hem bir ürünü hem de bir taşıyıcısı. Ve üçüncü nokta: Bu kriz AKP devlet olduğu için değil, devlet olamadığı ve görünür gelecekte de olamayacağı için yaşanan bir kriz. Kaldı ki, bundan sonra da devlet olabileceğine dair işaretler fazla değil.

ERDOĞAN DAİMİ İTTİFAKLARA MECBUR

-“Erdoğan tek adam rejimi kurdu” görüşü çok yaygın, ama siz Erdoğan’ın kendi iktidarını kuramadığını ve kuramayacağını söylüyorsunuz...

-Evet, Erdoğan’ın iktidar ve daha farklı anlama gelmek üzere egemen olduğu düşüncesi giderek genelleşen bir kanaat. Fakat doğru değil. Bunu ona masumiyet atfetmek için söylemiyorum, Türkiye’de iktidar inşasının gerçek siyasal ağlarına işaret etmek için söylüyorum. Tek adam iddiası Osmanlı-Türk siyasi tarihi düşünüldüğünde zaten çok masalsı ve ortaokul milli tarih kitaplarından çıkma. Erdoğan, 15 Temmuz sonrasında daha net biçimde gördüğümüz üzere, devlet içinde ve daha özelde de emniyet, yargı ve orduda Kemalistler, ulusalcılar, milliyetçiler, ülkücüler ve –tabii şaşıracaksınız ama– “devletin Alevileri” ve “devletin Kürtleri” olmaksızın asla yaşayamaz. 2005’e kadar Milliyetçi Hareket olmaksızın, 2005’ten sonra Cemaat’siz yaşayamadığı gibi, 2013’ten sonra da andığım kesimlerin yarattığı siyaset ağı olmadan yaşayamamıştır. 15 Temmuz sonrasında da varlığını onlara borçludur. Erdoğan kendi kadrosu ve geleneği olmadığı için daimi ittifaklara mecbur. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Türkiye’de ittifaksız varlığını sürdüremeyecek tek politik lider Erdoğan.

'MÜSLÜMAN YÖNETİCİ HAYALİ ÇÖKTÜ'

-Kontrolsüz bir çılgınlık sürecinde' isek sözünü ettiğiniz ittifakların sürekliliği nasıl sağlanabilir?

-Kontrolsüz çılgınlık post-Cemaat döneminin bir sonucu. Cemaat’in yükselişi ve düşüşü Türkiye’deki birçok siyasi hareketin iflasını da daha belirgin olarak görünür kıldı. AKP’nin İslâmcı hayalleri çöktü. Türk milliyetçiliği de ikna ediciliğini çoktandır yitirdi. Diğer yandan Cumhuriyet’in çağdaşlaşma ideolojisi de benzer bir kriz yaşıyor. Krizin popüler örneklerine göz atarsak, yeni bir iktidar için muhtemel kadro ve ittifakların nasıl kırılgan bir noktada olduğunu daha iyi görebiliriz. Takip ettiniz mi; Cumhuriyetçi Türkân Saylan’ın çağdaş insan örneği olarak birkaç defa topluma gösterdiği kaymakam Hüseyin Parlak “FETÖ” üyesi şüphesiyle aranıyor. Cumhuriyetçilerin çağdaş insan ve yönetici örneği şu an polisten kaçıyor, ABD’ye gittiği düşünülüyor. İflas eden sadece “çağdaş yönetici” hayali değil, “Müslüman yönetici” hayali de çöktü. AKP İslâmcılığının “alnı secdeye değen” örnek insan numuneleri Şahabettin Harput, Hüseyin Avni Mutlu gibi “dindar yöneticiler” de tutuklu. Polis müdürü Hüseyin Çapkın yeni tahliye oldu. AKP’nin hayalleri de kâbusa döndü… Bu grupların hepsi kendi inançlarının mağduru oldu. Herkesin kendi hayaliyle kâbus yaşadığı bir andayız ve hiçbir ittifak bundan sonra kolay değildir.

CEMAAT GERÇEKLİK DUYGUSUNU YOK ETTİ

-Niçin değildir?

-Güven kaybı o kadar derin ki, siyasi aktörler kendi kadroları, birikimleri ve gelenekleri karşısında bile şüpheye sürükleniyor. Tarihi bir anekdotu anlatmak isterim. Bernard Lewis’in aktardığına göre, Selahaddin Eyyubi bir gün Alamut’taki Sinan’a [Raşidüddin Sinan el-İsmaili] haber yollar ve kaleyi terk etmesini ve kuvvetlerinin dağılmasını ister. Bunun üzerine Sinan bir elçi gönderir ve verdiği notun sadece Selahaddin’e gösterilmesini ister. Elçi Selahaddin’e gider ve huzurdaki herkesin dışarı çıkarılmasını ister. Eyyubi “Bunlar benim oğlum sayılır, benden ayrıları gayrıları yoktur” dediği ve çok güvendiği iki Memlûk muhafızın kalmasını ister, gerisini dışarı çıkartır. Tam bu anda elçi Selahaddin’in çok güvendiği muhafızlara döner ve Sinan’ın selamını söyleyerek şöyle sorar: “Efendim namına sizlere bu sultanı öldürmenizi emretsem dediğimi yapar mısınız?” Muhafızlar şöyle cevap verir: “Emriniz başımız üstüne…” Türkiye siyaseti de bu ahvalde bugün. Cemaat’in gücünün gerçek olup olmadığının bu aşamada önemi yok. Cemaat varlığı ve yokluğu ile politikadaki gerçeklik duygusunu tarumar etmiş ve siyasi güçlerin kendilerine dahi güvensizliğini derinleştirmiştir. İşte mevcut siyasal hareketlerin ittifak kurmaları ve yeni iktidar blokunun inşası açısından bir başka ciddi sorun da budur. Daha açık deyişle, kriz derin bir buhran halini almıştır demeye çalışıyorum.

'CEMAATİN GÜNAHLARIYLA ARINMAYA ÇALIŞIYORLAR'

-Yaşanan krizi bir Cemaat tahribatı olarak mı görüyorsunuz?

-Cemaat Türkiye siyasetinin geleneksel seyrüseferini ciddi bir krize soktu ve post-Cemaat döneminde de bunun etkilerini izlememiz gerekir. Şunu söylemek istiyorum: Cemaat siyaseti geleneksel siyasi formların içine sızarak ve kendi amaçlarını o formlara saklanarak geliştirmek üzerine kurulu. Bu durum Türkiye’nin bugünkü derin siyasal krizler yumağını daha da derinleştiriyor. Bununla beraber, bugün herkes kendi günahlarını Cemaat’in günahlarıyla arındırmaya, kendini Cemaat’in günahlarıyla yıkamaya çalışıyor. Ergenekoncular, İslâmcılar, ulusalcılar, ülkücüler, vs. sıraya girerek birdenbire tertemiz bir geçmiş inşa etmenin yollarını Cemaat sayesinde buldu. Cemaat’in derin günahlarında hepsi derin masumiyetlerini buldu ve bu sözde masumiyetlerini şehvetle beslemeye çalışıyorlar. Oysa, Cemaat, Türkiye’nin günahlarının bir dibacesidir. Dahası, AKP başta olmak üzere, Cemaat’siz bir geçmiş yaratabilmek için boşuna uğraşmaktadırlar.

CEMAATİN TARİHİ AKP'NİN GİZLİ TARİHİDİR

-Cemaat-AKP ilişkisinin boyutlarını tam olarak biliyor muyuz?

AKP-Cemaat geçmişinin resmi tarihini zaten biliyoruz, asıl heyecan verici olan “gizli tarihi.” Bunun için de Bizans tarihçisi Prokopios gibi tarihçi ve politikacılara ihtiyaç var. Cemaat’in tarihi artık AKP’nin gizli tarihidir. Belki bir gün bir Prokopios çıkar da AKP-Cemaat iktidar sürecinde olup bitenlerin alt katmanlarında neler yaşandığını anlatır veya saklanmış, gizlenmiş, şehvetli derinliklerini yazar. Erdoğan-Gül savaşı, Erdoğan-Davutoğlu savaşı gibi AKP içi veraset savaşları da bu savaşın gündemleridir. Cemaat üzerinden ve Cemaatle mesafe bağlamında konuşuyorsak, AKP son 15 yılın “resmi” ve “gizli” oyunlarının yoğunlaştığı ana politik zemindir. AKP-Cemaat iktidar sürecinin ayrıntılarına ve saklı bilgilerine ilişkin merakımız açısından şu sözü mutlaka kaydedin: Bu ülke hâlâ Doğu Roma’dır! Prokopios Bizans’ın resmi tarihini yazarken gizli tarihini de yazıp bir köşeye saklamıştı. AKP’nin gizli tarihini bir yerlerde yazan birileri var mıdır, bilmiyorum. Belki Arınç çalışıyordur, AKP’nin Gizli Tarihi’ni yazacak bir Prokopios olabilir. Ama o değilse bile bunu yapabilecek onlarca kişinin olduğunu tahmin edebiliriz. Ben en çok eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den bekliyorum doğrusu.

ERDOĞAN-FİDAN İLİŞKİSİ GARİP

-Erdoğan’ın “o benim kara kutum” dediği Hakan Fidan’ın Prokopios’luğuna ne dersiniz? 

(...)

Bingo derim tabii ki. Hakan Fidan sadece bir istihbarat şefi değil kuşkusuz. Aynı zamanda AKP'nin iç tarihinde de "leke"ler bırakmış bir "siyasetçi". Erdoğan'dan icazet almaksızın AKP milletvekili adaylığını hatırlayalım. Bu olay AKP'nin özellikle Davutoğlu bağlamında iç çekişmelerini de ifşa eden gelişmelerden bir tanesiydi. 15 Temmuz askeri ayaklanması sonrası ise yine Fidan'ı sorumsuzlukla suçlayan bir başka sürece daha şahit olduk. Bu da Erdoğan ve Fidan arasındaki güven ilişkisi konusunda şüpheler uyandırıyor. Belki de Fidan için her iki olayda da oluşturulan bu şüpheli konumun Erdoğan'ın çeşitli yerlere yönelik kontrollü denemeleri ve yoklamalarının bir parçası olduğu düşünülebilir. Ama Erdoğan Fidan ilişkisi başından sonuna kadar garip duruyor doğrusu. Buna karşılık, Fidan, bu süreçlerin en geneline hakim olan birisi değil yalnızca. Aynı zamanda sahadaki oyunculardan birisi olduğu için bir prokopios olma ihtimali de var

YENİ BİR BLOK KURULAMADI

-Çizdiğiniz çerçeveye göre, yaşanan kriz bütün siyasal hareketlerin birbirleriyle ve kendi içlerindeki bir savaşla ilerliyor. AKP’nin kriziyle Cumhuriyet’in yapısal krizlerinin kesiştiği, çakıştığı bir tarihsel anda olduğumuzu mu söylüyorsunuz?

-Aynen onu söylüyorum ve krizin bu ikili yanını keşfetmek bizim hak ve adalete dayanan bir politik hat açmamızı da kolaylaştıracaktır. Yaşadığımız kriz öncelikle bir devlet krizidir. Bunu hiç unutmayalım. İkinci olarak, AKP-Cemaat iktidarının çözülüş sürecine ilişkin krizdir. Ve üçüncü olarak, yeni bir iktidar kuruluşuna veya kurulamayışına ilişkin krizdir. Bu nedenle taraflar sürekli olarak birbirlerini tırmalamakta. Peki, bu krizler ne zaman üst üste geldi? Bu krizlerin biriktiği ana dönem geleneksel güçlerin yenildiği 2004-2010 sürecidir. Özellikle 2010’la birlikte “Cumhuriyet düzeni”, “Cumhuriyet barışı” veya “pax-Cumhuriyet” diyebileceğimiz iktidar dönemi çöktü. Onunla beraber devlet kurumları ve o kurumların tutarlılıkları da çöktü. Gramsci’yen biçimde söylersek, 2010 referandumuyla iyice açığa çıktığı gibi, bir geleneksel-tarihsel iktidar blokunun düşüşüne şahit olduk. Bu tarihsel blok, esas itibariyle ulusalcı-milliyetçi-ülkücüler tarafından nezaret edilen bir devlet söylemi ve pratiğine dayanıyordu. Yine Gramsci’yen biçimde söylenirse, o blokun politik toplumu Cumhurbaşkanlığı, Milli Güvenlik Konseyi ve Anayasa Mahkemesi üzerinden kendi kurumlarını tanzim ediyordu. Fakat, 2010’da yıkılan geleneksel-tarihsel blokun yerine AKP-Cemaat iktidarı tarafından yeni bir blok kurulamadı. Yargı ve hukukun haline bakıldığında, yeni bir politik toplum da inşa edilemedi. AKP-Cemaat iktidarı yıkıldıktan sonra ise yeni iktidar için yeni denemeler başladı ve bu arayış hâlâ olağanüstü bir güvensizlik ile sürüyor. Krizin içindeki aktörlerden bazıları mübarek “eski düzen”i yad ederek iç geçiriyor. Bazıları ise yeni bir dünya kurulurken kendi yerlerini almaya çalışıyor.

KURT KANUNU İŞLEMEYE DEVAM EDİYOR

-İktidar çatışmasının son on yıldır taraflarından biri olan Cemaat, yeni ittifak unsurlarını birbirine yakınlaştıran negatif bir referansa dönüştü. Cemaat unsuru yeni ittifakı bir arada tutan bir etki doğurur mu?

-Şu aşamada Erdoğan ve ulusalcı-milliyetçi-ülkücü, kısmen Alevi ve kısmen Kürt müttefikleri Cemaat’in sürekli birbirine hatırlatılan kötülüğü üzerinden birbirine tutunuyor. Ama henüz bu bağı derinleştirecek bir güven ortada yok. Ve dahası onlar için de “Kurt kanunu” işlemeye devam ediyor. Biliyorsunuz, “Kurt kanunu”, Kurt sürülerinin aç kaldıklarında uyguladıkları bir yol. Bütün kurtlar daire haline geçip yürümeye başlıyor ve ilk düşeni yiyerek hayatta kalıyorlar. Kemal Tahir bu deyimi 1926 İttihatçı tasfiyelerini anlamak için kullanmıştı ve Kara Kemal’e mealen şöyle bir şey söyletiyordu: Cumhuriyet ekonomik ve kültürel yönden başarısız olduğunu ve geniş kesimlerin huzursuzlanmaya başlamasıyla meşruiyetini yitirme yoluna girdiğini, kurt kanununun o aşamada devreye gireceğini öngörüyordu. Bugün de AKP ve onun güncel müttefikleri Cemaat’i yiyerek ayakta kalmaya çalışıyor. Fakat ekonomik ve siyasal kriz yükseliyor, bir süre sonra kurt kanunu yeniden işlemeye başlayacak, kurtlardan hangisinin ilk düşeceği ise henüz belli değil. AKP-MHP dayanışmasının dışındaki grupların düşme ihtimalleri yüksek görünüyor. Nitekim Balyoz davasında bir kısım ulusalcı-milliyetçi subayın beraatlerinin bozulması yönündeki Yargıtay savcılığının tebliğnamesi bunun işaretlerini veriyor. Yine, Erdoğan’ın ilk şaşkınlık anlarını attıktan sonra, “Ergenekon ve Balyoz vardı” diye yeni bir dönemeç daha almaya başlamasını hatırlayalım. Bunlar Erdoğan’ın yeni müttefikleri olan ulusalcı-milliyetçi-ülkücü gruplarla ilk gerilimlerinin ön habercileri.

'PERİNÇEK ERDOĞAN'LA YETMEZ AMA EVET İLİŞKİSİ KURDU'

-AKP’nin siyasi seyrinin bu aşamasında, son 15 yılın aydın-entelektüel fikriyatına nasıl bakmalı? AKP’yi “demokrasinin öncü ve kurmay heyeti” olarak tanımlayan, AKP iktidarını “Türkiye demokrasisinin toplumsallaşarak derinleştiği bir evreye” yerleştiren görüşler giderek güçlenmiş, buna karşılık “şeriatın getirileceği”, “Cumhuriyet düzeninin değiştirileceği” iddiaları ile karşı tezlerini bulmuştu. Bugünden geriye baktığınızda bu yaklaşımlar hakkında ne dersiniz?

-Siyaseti son 20 yıl içinde anlamaya çalışan ana akım fikir ve konumlar tamamen çökmüştür. Türkiye’nin aydın ve entelektüelleri tarihlerinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Son yıllarını “yetmez ama evetçiler”e küfrederek geçiren Doğu Perinçek bugün Erdoğan ile “yetmez ama evet” temelinde politik ilişki kuruyor. Entelektüel ömürlerinin uzun bir dönemini Erdoğan’a destek vererek geçiren Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler şu an mahpus vaziyette. Siyasetin doğasını ilke, ahlâk ve ilerlemeyle açıklıyorsanız, bu yaşadıkları gerçekten zor bir durum. Kadim “siyasi ilahiyat”tan hareket ediyorsanız, hiç şaşırtıcı değil. Buradan bakıldığında, Erdoğan’ın lehindeki ve aleyhindeki tüm temel tezler çöktü. Mahçupyan ve Bayramoğlu gibi bir kısım liberaller ve demokratlar Erdoğan’ı ilerlemeci bir demokratik tarihsel hatta yerleştiriyordu. AKP’nin iradesinden çok AKP’nin geleneksel düzen içindeki özgün varlığına vurgu yapan bir tarihselcilik fikrinin entelektüel mağdurları oldular. Birikimci ve toplumsal ilerlemeyle şartlandırılmış, iradi değil fakat hükmen felah vaat eden bir analiz tarzları vardı. Erdoğan’ın politik iradesine yönelik demokratlık vurguları güçlü değildi. Buna karşılık AKP’nin geleneksel düzen ile karşılaşmalarındaki kendiliğinden demokrat tarihsel eğilimlere işaret eden yaklaşımları çok öne çıkıyordu. Zaman içinde, analizleri AKP’ye yönelik bir “siyasal teminat” haline geldikçe sözlerini telafi etmeleri çok zorlaştı. Oysa Erdoğan’ın Türkiye’nin geleneksel iktidar oyununun bir oyuncusu olduğu gerçeğiyle karşılaştık. Erdoğan da diğer iktidar güçleri gibi bir iktidar oyunu oynuyordu. Eğer o oyunu oynayamazsanız Mahçupyan ve Bayramoğlu gibi dış halkalara doğru terk edilirsiniz. Oynayabilirseniz Markar Esayan ve Yıldıray Oğur gibi merkeze doğru çekilir ve işlevselleşirsiniz. Diğer yandan Erdoğan karşıtı tezler de çöktü, tıpkı liberaller ve demokratlarınki gibi. Ulusalcı ve milliyetçilerin de bir kısmı Erdoğan’la ittifak ilişkisine girdi. Diğer bir kısmıysa, Erdoğan’ın şeriat getireceğinden bahsediyor. Bunları artık Türkiye siyasi analizler tarihinin masallar kısmına atabiliriz. Türkiye’nin an itibariyle entelektüel alanı hiçbir gerçek düşünsel meseleye el atamayan bir “şaşkınlar dünyası”dır. Tek şaşırmayan grup aydınlanmacı sol aydınlardır, ki bu durum onlar için diğerlerinden daha trajik bir duruma işaret eder. Şaşırma yeteneği olmayan hiçbir grup siyaset yapamaz ve siyasal alanda yer alamaz çünkü./..."

*Orhan Gazi Ertekin'in Facebook sayfasında paylaştığı yazıyı aynen yayınlıyoruz.