Sıvas yangını: Gerçeğin rengi gridir

Şimdi babam Behçet Aysan’ın “halkım, sevgilim” dizelerini hatırlıyorum da… Biz aydınların çocukları olarak insanların yaşam ve düşünce haklarını sonuna kadar savunmayı erdem bildik. Çok sevdiğimiz bu halkın, kuşatılmış cehaletten, bu sayede çıkabileceğine inandık daha çok!

Google Haberlere Abone ol

Eren Aysan

Andre Gide’in ne zamandır aklımdan çıkmayan çok güzel bir sözü var, “gerçeğin rengi gridir” diyor. Tuttum o sözü yıllardır yüreğimi dağlayan Sıvas yangınına yakıştırdım. Bir yangın düşünün aradan geçen onca yıla rağmen için için yanıyor, külü savruluyor, dumanı tütüyor.

Yakınlarını kaybedenler için Sıvas’ın acısı hiç geçmedi, geçmeyecek de… Babamı düşününce küçücük bir çocuğum. Ondan ayrıldığım yaşı, on altı yaşını yaşamaya başlıyorum bir anda!

O meşum gün otelden kurtulan tanıkların sözleri değerlidir. Dönemin belediye başkanı, “gazanız mübarek olsun”  diye seslendi güruha diyorlar… Hâlâ bu söz aklıma geldikçe kanım çekiliyor.

Yıllar sonra dönemin belediye başkanını bir televizyon kanalında görüyorum… “Ölenler dumandan boğularak öldüler” diyor. Doğru! Ölenlerden bir kısmı dumandan boğularak öldü. Ama şahıs bunu bir hafifletici sebep olarak sunmak istiyor. Güruh, otelin içinde onlarca insan olmasına rağmen bir oteli kuşatmış, oteli yakmış! “Allahım bu cehennem ateşi” diye kendinden geçmiş. Sonra “ama yanmadılar ki…”  diye çıkarımda bulun! Hukukta yeri yok bu beyanın zaten.

Belki utanmasa ya da fırsatını bulsa, “rahatlıkla otelin içindekiler birbirini öldürdü” diyecek!

Belki utanmasa ya da fırsatını bulsa, “ne ilgisi var canım dışardaki güruhun öldürümle… onlar otelin önünde glu glu dansı yapıyordu” diyecek!

Belki utanmasa ya da fırsatını bulsa, “Provakasyon vardı, ne yapalım? Böyle hallerde insanların ölümü meşrudur” diyecek.

Belki utanmasa ya da fırsatını bulsa, “Otelde bulunanların çoğu alevi ve solcu, öldürülmeleri meşrudur.” diyecek!

Yaşananlardan dolayı vicdanında en ufak bir sızlama yok!  Kendi öyle diyor. “O gün elimden geleni yaptım” diyor. “Olay büyütülüyor” diyor.

Bir ülkenin yazarları, edebiyatçıları yakılsın, “olay büyütülsün!”

Bu zat bir ara milletvekili oluyor, şimdi de bir parti başkanı…

Şaşırıyor muyum? Asla! Bu ülkede şaşırmamayı öğreneli çok oluyor.

Abdi İpekçi’nin katilinin salıverildikten sonra reklam yıldızına dönüştürülmek istenmesine de şaşırmamıştım. Cavit Orhan Tütengil cinayetinde adı geçen şahsın yıllar sonra Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olmamasına da şaşırmamıştım. Hrant Dink’in katilinin polislerle bir yıldız edasıyla fotoğraf çektirmesine de şaşırmamıştım. Tarihimiz sayısız örnekle dolu! Midem bulanıyor yalnızca…

Şimdi babam Behçet Aysan’ın “halkım, sevgilim” dizelerini hatırlıyorum da… Biz aydınların çocukları olarak insanların yaşam ve düşünce haklarını sonuna kadar savunmayı erdem bildik. Çok sevdiğimiz bu halkın, kuşatılmış cehaletten, bu sayede çıkabileceğine inandık daha çok!

Üstelik görüşlerini onaylamadığımız insanların da yaşam hakkı buna dahil! Evrensel hukuk hakkından önce insani bir hak olduğu için…

Ya siz?