Vesayetin İnce ayarı

Aysel Demirel’in İnce ayarını hatırlatayım. Hem kendimize hem demokrasiye inanarak Aysel Demirel'in tweet'ini, başörtüsüne takılmadan gerçek bağlamında okumak mümkün ve gerekli. Gerçek bağlamı, yargı erkinin siyasete, muhalefete müdahalesi.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Aysel Demirel’in attığı tweet'le Hulusi Akar’ın kulakları çınlamış olmalı. Malum, yargı ve askeriye yoldaşlığı yakın geçmişin en taze hatıralarından. Üstelik eksik olmasın sayın cumhurbaşkanı, seçim stratejisini geçmiş korkusu üzerine bina ettiğinden o günleri akıldan çıkarmak imkansız. Gerçi Erdoğan, kurnazca bir sıçrayışla darbeler dönemini atlayarak vesayet rejimine hiç atıf yapmıyor, ya neyse. Tek parti devrinden çıkamayışına bilinçaltının dışa vurumu diyebiliriz. Zira 24 Haziran seçimlerini kazanma hırsını kamçılayan yeni sistem de parti devleti modeli. CHP sataşmalarının altında öykünme yattığı rahatlıkla söylenebilir.

Konuyu dağıtmadan Danıştay Üyesi Aysel Demirel’in İnce ayarını hatırlatayım. Hem kendimize hem demokrasiye inanarak Aysel Demirel'in tweet'ini, başörtüsüne takılmadan gerçek bağlamında okumak mümkün ve gerekli. Gerçek bağlamı, yargı erkinin siyasete, muhalefete müdahalesi. Atanmışların seçilmişlere, adaylara ve seçmenlere had bildirme hadsizliği.

.

Seçmen davranışını etkileyerek siyaseti yönlendirme vazifesi almış bir yüksek yargı mensubu, ülkenin yabancısı değil, vesayetin alışkanlığı. Başörtüsü, işin sadece süsü… Nasıl ki başörtüsü ya da eşarp-şal örtülü açık her kadının vazgeçilmez aksesuarıysa, dara düşen politikacının da tutunacak dalı oldu her zaman. Eski yasakların hortlayacağı iddiasıyla seçmen korkutulurken de yazık ki asıl araçsallaştırılan başörtüsü değil, yüksek yargı. Keşke erkek siyaseti de gerçeği anlayıp biz kadınların başımıza, boynumuza doladığımız örtüleri diline dolamaktan vazgeçse.

Aslında en iyi iktidar bilir başörtülü kadınların özgürlük mücadelesinde ne cevval olduğunu. Geçmiş dönemlere ek olarak AKP iktidarının on iki yılını da bizler özgürlük arayışı ve eylemlerle geçirdik. Gümüş tepside bulmadık haklarımızı. Aynı camianın hükümetine karşı verilebilen mücadele, edinilmiş tecrübe, kazanılmış güçle bugün hiçbir iktidar, başörtülü kadının haklarına el, dil uzatamaz. Yazık, iktidar ihsan ile lütfedermiş gibi özgürlük tanıdığı algısını yaratırken anlattığı masala en çok kendisi inanmış sanırım. Gerçeği hatırlasa yasakla korkutarak kendine bağlı tutmaya çalışmazdı başörtülü kadınları. Gücümüzü mücadelemizden aldığımız için özgüvenimiz tam. Ve demokrasi elbet en önemli garantisi hakların, mevcut ya da gelecek iktidar, şu ya da bu siyasetçi değil. Bu nedenle iktidarın da muhalefetin de demokratik olanıyla ortaklaşmak kaçınılmaz.

24 Haziran belki 8 Temmuz seçimlerinden sonra resmen başlayacak olan yeni hükümet sistemi, çoğulcu demokrasiye aykırı olsa da farklı siyasi partilerin kimlik siyasetini aşarak kurduğu Millet İttifakı, yönetimin, fiilen çoğulcu, kapsayıcı katılıma açık olmasını gerektiriyor. Bu da her kesimin haklarının korunmasını mümkün kılacak şekilde sistemin demokrasiye evrilmesinin yegane teminatı.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile Abdullah Gül’e baskı yapılması gibi Danıştay Üyesi Aysel Demirel ile Muharrem İnce’nin itham edilmesi arasında hiç fark yok. Eski vesayet odakları askeriye ve yargı kol kola hizmete koşulmuş. Bence asıl konuşulması gereken koskoca makam sahiplerinin nasıl olup da böyle bir misyonu üstlenebildiği. Anlı şanlı isimlerin böylesi baskılara boyun eğmesi konuşulmalı, irdelenmeli aslında ama başka zaman belki.

Darbeler döneminin vesayet rejimi, seçilmiş siyasetin iktidar kanadını denetleme işlevini üstlenirdi. Demokratik denge denetleme mekanizmaları yerine hem 61, hem 82 anayasaları, bürokratik vesayet dediğimiz atanmışların seçilmişleri denetlediği ve frenlediği mekanizmalar icat etmişlerdi. Gerçekte yönetim erklerinin karşılıklı olarak yetkilerinin yek diğerine denk olmasını gerektiren kuvvetler ayrılığının asıl fren mekanizması halkın katılımı. Demokratik katılımla farklı görüşlerden ve her kesimden temsilcilerin yer aldığı kalıcı sürdürülebilir katılım mekanizmalarıyla mümkün bugün demokrasi.

AKP yıllar yılı vesayeti çökerttiğini söylerken haklı olsaydı eğer, atanmışların seçilmişleri kontrol ettiği sistemden çıkılarak seçenlerin, seçtiklerini denetlemesini mümkün olacaktı. Ama olmadı. Halkı yönlendirmek, halk tarafından denetlenmekten avantajlıydı. Sandık demokrasisiyle yetinmeye bizi mecbur eden sistemle sürdürdü AKP iktidarını 16 yıldır. Yetmedi yeni getirilen sistemle yeni bir harman oluşturuldu.

Çayı harmanlamayı, damak zevkimize uydurmayı sevdiğimiz gibi iktidar da sistemleri harmanlayarak tam keyfince bir model oluşturdu. Keyfi yönetime en açık olan bu model, tek parti devrinin parti devleti sistemiyle darbeler döneminin vesayet odaklarını aynı işleve kanalize etme kapasitesine sahip. Tabii ki parti devletinin vesayet odakları olduğunda anayasal kurumlar, iktidarın sopasına dönüşüveriyor. Sıkça ‘darbelerde bile böyle değildi’ sözlerini duyar oluşumuz boşuna değil. Eskiden atanmışlar seçilmişler üzerine baskı yaparak siyaseti dizayn ederken iktidarı frenler ve dolayısıyla seçmen davranışını etkilemeyi hedefler, olmadı yok sayarlardı darbeyle seçmen tercihini.

Şimdi bu sistem, henüz resmen değil ama fiilen uygulamada olan yeni sistem, vesayet organlarını iktidarın emrine sunmuş olmakla seçilmiş siyasetin iktidar kanadını alabildiğine güçlendiriyor. Artık, parti devleti gücüne sahip iktidarın emrindeki vesayet kurumlarının misyonu muhalefeti biçimlendirmek. Seçmeni baskılayarak, muhalefet partilerinin stratejilerini çökertmek için kurumları kullanmak vs. Bir de bu baskılar etkili olmadığı takdirde eskiden yapılan darbelerin yerine icat edilebilecek bir başka yöntemle tanışmak zorunda kalmayız umarım.

Tüm yazılarını göster