Veli Ağbaba: CHP’yi eleştirmek dünyanın en zevkli şeyi

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’ya göre AKP politikaları yüzünden “Türkiye IŞİD’in lojistik merkezi oldu. Dünyadaki cihadist, Selefi çeteler, Türkiye devletinin kontrolünde Suriye’ye gitti.” CHP’nin Suriye’ye yönelik savaş tezkeresine destek vermesinin temel nedeni olarak Türk askerinin fiilen Kuzey Suriye’de bulunmasını gösteren Ağbaba, Suriye’nin kuzeyinin orada yaşayan insanlara bırakılması gerektiğini söylüyor. 23 Haziran’daki “İstanbul İttifakı”nın sürmesi için her türlü çabayı sarf edeceklerini söyleyen Ağbaba’ya göre Kılıçdaroğlu’nun hamleleri Saray’ın hesaplarını bozdu.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

AKP-MHP iktidarının 9 Ekim’de başlattığı Suriye harekâtının temel hedeflerinden birinin iç politika olduğunu artık herkes teslim ediyor. Ancak CHP’nin savaş tezkeresine destek vererek iktidarın arkasında hizalandığı, Kürtlere sırtını dönerek muhalefet cephesinde iktidar lehine bir yarık oluşturduğu yapılan değerlendirmeler arasında. CHP’ye yönelik eleştiri ve tepkiler sayısız. Peki partinin bu eleştiri ve tepkilere yanıtı ne?

Geçtiğimiz hafta Suriye’de TSK tarafından öldürülen YPJ’li Dr. Özge Aydın’a henüz tıp öğrencisiyken TBMM’deki bir basın toplantısında yer verdiği için iktidar medyasının hedefinde olan, CHP’nin meşhur Suriye Konferansı’nın organizatörü, partinin Cezaevleri Komisyonu Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’ya kulak veriyoruz.

2012 yılında TBMM’de tutuklu tıp öğrencileri için yaptığınız bir basın toplantısına, o dönem tıp öğrencisi Özge Aydın da katılmıştı. Dr. Özge Aydın’ın YPJ saflarındayken TSK’nın Suriye harekâtı sırasında, geçtiğimiz hafta hayatını kaybettiği haberi geldi. Bunun üzerine de günlerdir iktidar medyasının hedefindesiniz. Nedir bu meselenin mahiyeti?

Ben CHP Cezaevi Komisyonu sözcüsüyüm. 2011 yılından itibaren cezaevleriyle ilgili ne kadar şikâyet geliyorsa, hepsini ziyaret ederek raporlaştırıyorduk. Takip ettiklerimiz arasında Genelkurmay eski başkanı da, öğretim üyeleri de, Balyoz-Ergenekon, Oda TV davalarından hapsedilenler de var. Bunlardan birisi de 2012 yılı Haziran ayında, Türk Tabipler Birliği üyesi olan 13 tane tıp öğrencisinin tutuklanıp cezaevine konması davasıydı.

Neden tutuklanmışlardı?

Bu çocukların hepsi Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuyordu ve ortak özellikleri Kürt olmalarıydı! TTB öğrenci komisyonuna üye olmak, bizim de milletvekili olarak katıldığımız SES ve TTB tarafından organize edilen 13 Mart 2011 tarihli bir mitinge katılmak gibi uyduruk gerekçelerle hapse atılmışlardı. Hatta okulda “komite” diye bir sınav var ve bu çocuklar o sınava çalışıyor. Tutup “komiteyi” örgüt komitesi olarak sunmuş, çocukları tutuklama gerekçesi yapmışlar! Neticede bu şekilde KCK’yle iltisaklandırılmaya çalışılmış, “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte destek vermekten” tutuklanmışlardı. Biz TBMM’de basın toplantısı yaptıktan sonra da bu öğrencilerin tamamı beraat etti. TBMM’de zaman zaman ailelerin talepleri üzerine basın toplantıları yapıyoruz. O zaman da bu 13 çocuğun aileleri ve arkadaşları Meclis’e gelip bizimle basın toplantısı yapmak istedi. Biz de hem bu çocukları cezaevinde ziyaret ettik hem de TBMM’de bu toplantıyı yaptık. Yapılan operasyonun Kürt öğrencilere yönelik olduğunu ifade ettik. Söz konusu toplantıda ailelerin yanısıra, o sırada Ankara Tıp Fakültesi öğrencisi olan Özge isimli bir çocuk da vardı. 2012 yılının Aralık ayında olan bu olayı, yandaş medya sanki geçen hafta olmuş gibi sunuyor. Ben, basın toplantıma öğrenci olarak gelmiş bir insanın, yıllar sonra herhangi bir örgüte katılmayacağını taahhüt etmiş mi oluyorum! 1970’li yıllardan beri aynı yastıkta kocayanlar, Fethullah’a 2013’e kadar övgüler dizenler, onun bir gün terörist olacağını anlamamışlarsa, ben, basın toplantıma katılmış birinin geleceğine ilişkin nasıl bir yargıya varabilirim? Fakat şahsıma yönelik bu saldırının arkasında, geçen hafta TBMM’de AKP grubunun samimiyetsizliğini ortaya koyan konuşmamdan duydukları rahatsızlık yatıyor.

'ALLAH BELASINI VERSİN' DERKEN AMACIM KÜRTLERİ VEYA AKP MUHALİFLERİNİ RENCİDE ETMEK DEĞİLDİ

İktidar medyasının hedef göstermeleri sizin siyasi aktiviteniz açısından belirleyici oluyor mu?

Hayır, ben buna sadece gülümserim. Ciddiye alınır yanları yok. Ama onların hedefi, Meclis’te benim gibi muhaliflerin sesini kısmaya yönelik büyük bir linç kampanyasıdır. Kaç gündür Twitter’da “trend” mi “topik” mi yapıyorlar, ne diyorlar ona?

Trend topik…

Ha, evet. Televizyonlarında, gazetelerinde sürekli manşetten hedef gösteriyorlar ayrıca. Ama bu tür hedef göstermeler bizi muhalefetten alıkoyamaz. İnsan hakları bağlamında nerede, hangi mağdur bana ulaşmışsa, onların yanında yer almaya çalıştım. Dolayısıyla yandaş medyanın bağırmasıyla, alçakça hedef göstermesiyle bu tavrımdan bir milim geri adım atmam. Kaldı ki bu 13 öğrencimiz de AKP yargısı tarafından beraat ettirilmiştir.

Size yönelik bu saldırının, geçtiğimiz hafta epey tartışılan TBMM Genel Kurul konuşmanızdan kaynaklandığını söylüyorsunuz. Söz konusu konuşmanıza "Teröristin ağzıyla konuşanların Allah belasını versin” diye başlayıp Abdullah Öcalan’ın mektubunu yorumlayanlara, Salih Müslim’i Türkiye’de karşılayanlara, Mesut Barzani’yi kongresine davet edenlere de beddua ettiniz. Bu beddualı konuşmanızın Kürtleri de rahatsız ettiğini biliyor musunuz?

Konuşmanın tümüne bakarsanız, Trump’ın mektubundan başlıyorum, AKP sözcüsü “terör ağzıyla konuşma” deyince aktardığınız tepkiyi dile getiriyorum. Dolayısıyla benim amacım Kürtleri veya AKP muhaliflerini rencide etmek değil, AKP’nin döneme göre değişen pratiklerindeki samimiyetsizliğe vurgu yapmaktı. Bugün bana yapıldığı gibi, kime ne zaman saldırılacağına, kimin terörist olup olmadığına, hatta ne zaman, hangi aşamada terörist sayılacağına da bunlar karar veriyor. Ben bu anlayışı reddetmek için söz konusu konuşmayı yaptım.

Fotoğraflar: Arşiv

DOLMABAHÇE’DE BİR TARAFTA OTURANLAR HAPİSTE, ÖBÜR TARAFTAKİLER HÂLÂ ÜLKEYİ YÖNETİYOR

Dolayısıyla örneğin Salih Müslim’in, çözüm sürecinde Türkiye’de hükümetle temas kurmasına yönelik bir eleştiriniz yok, öyle mi?

Bakın, kiminin barış, kiminin çözüm süreci dediği dönemle ilgili bizim 2013 yılından beri tutumumuz değişmedi. Kürt meselesinin çözüm zemininin mutlaka TBMM olması gerektiğini söyledik, söylüyoruz. Kürt sorunu kapalı kapılar ardında, gizli görüşmelerle değil, Meclis zemininde çözülebilir. Nitekim barış görüşmelerinde yer alan Kürt siyasetçilerin tamamı hapse atıldı. Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı toplantıda, bir tarafta oturanların tamamı hapiste, diğer tarafı hâlâ ülkeyi yönetiyor! Ben o toplantının bir suç olduğunu düşünmüyorum ama eğer o bir suçsa, masanın öbür tarafında oturanların da aynı şekilde cezalandırılması gerekmiyor muydu?

Anamuhalefet partisi olarak, özellikle 9 Ekim’deki Suriye harekâtına verdiğiniz destekle birlikte sert eleştirilerle karşılaşıyorsunuz. AKP-MHP iktidarının çok zayıfladığı bir dönemde muhalefeti artırmanız beklenirken, iktidarın suyuna gittiğiniz yolundaki eleştirilere yanıtınız nedir?

Başta Suriye meselesi olmak üzere, iktidara muhalefet yapmadığımız yönündeki eleştiriyi kabul etmemiz mümkün değil. Bir kere Suriye konusunda 2011 yılından beri çizgisini değiştirmeyen ve iktidarı bu konuda en sert eleştiren parti CHP’dir. 2011 yılında neyi savunuyorsak, neyi söylüyorsak, bugün de aynı şeyi savunup söylüyoruz ve haklı çıktık.

TÜRKİYE IŞİD’İN ADETA LOJİSTİK MERKEZİ OLDU

Nasıl haklı çıktınız?

2011’de “Suriye’nin iç işlerine karışma, oradaki ateşe benzinle gidersen, o ateş Türkiye’ye de sıçrar” diyorduk. Nitekim Türkiye maalesef Suriye ve Irak’taki IŞİD’in adeta lojistik merkezi oldu. Türkiye’nin kapıları açıldı ve dünyadaki tüm cihadist, eli kanlı Selefi çeteler, Türkiye devletinin kontrolünde Suriye’ye gitti. IŞİD’in Türkiye’nin neredeyse her tarafında örgütlendiğini uzun süredir söylüyoruz. AKP’ye, “Esad’ı devirmek için IŞİD’i destekleme” dedik. Suruç, Ankara, İstanbul, Gaziantep başta olmak üzere Türkiye’de 500’e yakın insanımız IŞİD tarafından katledildi. AKP’nin izlemiş olduğu Suriye politikasını bizden daha net, bizden daha sert, bizden daha kararlı ve uzun süre boyunca eleştiren hiçbir siyasi parti ve aktör yok. Bunu sağımızda ve solumuzda olan herkes için söylüyorum.

Peki neden Suriye’ye harekât düzenlenmesine icazet veren tezkereyi desteklediniz?

Tezkere konusunda bize yönelik bir eleştiri var ama CHP’nin Suriye politikası konusundaki muhalefetini herkesin görmesi lazım. İstanbul İttifakı içinde yer almış olan siyasetin de bunu bilmesi gerekir. CHP, Kürt sorununu bir demokrasi sorunu olarak ele alıyor ve güvenlikçi yöntemlerle çözülemeyeceğini yıllardır ifade ediyor. Zaten yıllarca bu yöntemle çözülmeye çalışıldığı için bu noktadayız. Bakın, bugün Türkiye’de ilk kez, dokuz siyasi parti TBMM’de temsil ediyor. Bunun temel oluşturucularından birinin, 24 Haziran 2018 seçimlerinde yaptığı ittifaklar dolayısıyla CHP olduğunu kimse inkâr edemez.

KÜRT SORUNU AKP’NİN GÜVENLİKÇİ AKLINA TESLİM EDİLEMEYECEK BİR SORUN

Bunun Kürt meselesinin çözümüyle ilgisi ne?

Beş tanesinin grubunun olduğu, toplam dokuz siyasi partinin temsil edildiği bir TBMM profili, Kürt sorununun da çözüm zeminin yaratılması için büyük bir fırsattır. CHP, parlamentoda tüm siyasi partilerin dahil olmasıyla kurulacak bir komisyonun, Meclis’te temsil edilmeyen diğer partiler ve ilgili STK’larla birlikte Kürt sorununun çözümü için çalışması gerektiğini savunuyor. Kürt sorunuyla ilgili politika, AKP’nin yaptırdığı kamuoyu anketlerinin sonuçlarına göre belirleniyor. Hangi yol oylarını yükseltiyorsa, o yola giriyor. Nitekim oy kaybettiği an çözüm sürecini de bitirdi AKP. Kürt sorunu, AKP’nin güvenlikçi aklına teslim edilemeyecek, ancak ortak akılla çözülebilecek bir demokrasi sorunudur.

31 Mart ve 23 Haziran’da HDP seçmeni Türkiye’nin batısında sizin adaylara destek vermişti. Fakat bugün itibariyle 16 HDP belediyesine kayyım atandı. Bu uygulamaya karşı yeterli düzeyde tepki verdiğinizi düşünüyor musunuz?

Seçilmiş belediyelere kayyım atanması, bölgede yüksek oy alan siyasi partiye karşı bir nefret dili kullanılması bizim açımızdan kabul edilemezdir. Birileri yeterli bulmasa da kayyım uygulamasına karşı hem genel başkanımız hem parti sözcümüz başından beri net bir tutum aldı. Kayyım uygulaması tam olarak darbedir. Sonuçta darbe dediğimiz, halk tarafından seçilmiş insanların yerlerinden edilmesidir ve yapılan da budur. Bunu her yerde açıkça söylüyor ve kabul etmiyoruz. Oradaki insanları, sırf size muhalif oldukları için terörist ilan ediyor ve onlara siyaset yaptırmıyorsunuz. Bu tüm Türkiye’yi negatif yönde etkilediği gibi, dünya da Türkiye’yi, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alan antidemokratik bir ülke olarak kabul ediyor.

TSK’NIN FİİLEN SURİYE’DE OLMASI TESKEREYE DESTEĞİMİZİ ETKİLEDİ

Fakat sizin bu tutumunuz, kritik, belli başlı konularda verdiğiniz kararlar yüzünden Kürtler açısından hükümsüz hale gelmiyor mu? Örneğin kayyıma gösterdiğiniz tepkiler Kemal Kılıçdaroğlu’nun hem tezkereye desteği hem de daha sonra TSK’nın Afrin ve İdlip’teki uygulamalarına yaptığı güzellemeler dolayısıyla, Kürtlerin nazarında anlamsızlaşmıyor mu?

Maalesef bazen ne söylediğinizden ziyade, söylediğinizin nasıl algılatıldığınız belirleyici oluyor. Genel başkanımız ve partimizin hem kayyım politikası, hem Kürt sorunu, hem de antidemokratik uygulamalar konusundaki tavrı belli. Kapalı kapılar ardında konuşmuyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu her grup toplantısında kayyım uygulamasının halkın iradesine yönelik bir darbe olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bize karşı eleştiri konusu yapılan husus, tezkere meselesi. Ama Türk askeri zaten şu an fiilen orada bulunuyor ve bizim tezkereye destek oyumuzu etkileyen de buydu.

İSTANBUL İTTİFAKI'NIN DEVAMI İÇİN HER TÜRLÜ ÇABAYI SARF EDECEĞİZ

Nasıl yani?

Acıkçası başından beri Suriye’de barışın egemen olması, Suriye yönetimiyle görüşülerek meselelerin çözülmesi yönündeki tavrımız, AKP’ye yönelik muhalefetimiz ortadayken, AKP’nin değil de CHP’nin eleştirilmesini doğru bulmuyoruz. Hem 31 Mart hem de 23 Haziran’da oluşan İstanbul İttifakı’na destek veren her bir insanın değerli olduğunu, İstanbul’u sadece CHP’nin değil bu ittifakın kazandığını biliyoruz. Bu ittifakı zayıflatacak, oyunu azaltacak hareketlerin de doğru olmadığını düşünüyoruz. Eğer Suriye sorunu artık buradaysa, IŞİD Türkiye’nin bir çok bölgesinde cirit atıyorsa, bunun sorumlusunun CHP değil, AKP olduğunu dikkatlerden kaçırmamak lazım.

Size yönelik eleştiriler, CHP’nin Suriye’de olup bitenlerden sorumlu tutulması değil, yaptığınız muhalefetin AKP’nin iktidarda kalmasına yol açtığı, hatta iktidarı değiştirmeye dönük bir muhalefet yapmadığınız tezine dayanıyor.

Suriye tezkeresi konusunda bizden beklentisi olanlarınki dahil, bütün eleştirileri saygıyla karşılıyoruz. Ama CHP’nin AKP’yi iktidarda tuttuğuna yönelik değerlendirmeler çok ağır suçlamalar. CHP’nin son on yılda AKP’ye karşı yürüttüğü muhalefete, bir de AKP genel başkanının her konuşmasında genel başkanımıza yönelik ithamlarına, “Bay Kemal” laflarına bakın… Sonuçta biz AKP’nin geriletilmesi için uğraşıyoruz. 24 Haziran 2018 seçimlerine kadar hak ettiğimiz başarıyı elde edemediğimizi ifade edebiliriz ama hem 24 Haziran’da, hem de 31 Mart ve 23 Haziran’a AKP’ye karşı olağanüstü bir başarı sağladığımız açık. Bunu da biz CHP olarak tek başımıza değil, bu ittifaka katkısı olan herkesle birlikte başardık. AKP Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Bolu, Ardahan gibi Türkiye’nin en önemli belediyelerini kaybetti. CHP yerelde, ülkenin yüzde 60’a yakın bir bölümünü, Türkiye’nin en önemli merkezlerini yönetiyor. Bu da ortaya çıkan ittifakın ve CHP politikalarının başarılı olduğunu gösteriyor. Çok eleştirilen Sayın Kılıçdaroğlu’nun, 16 Nisan Anayasa referandumuyla başlayan Adalet Yürüyüşü’nün, İYİ Parti’le 15 milletvekilinin verilmesinin, 24 Haziran’da kurulan ittifakın da kurucusu olduğunu bilmek lazım. Bu ittifakın önümüzdeki dönemde de AKP’nin hiçbir tahrikine gelmeyerek başarılı olacağını düşünüyorum.

KILIÇDAROĞLU’NUN HAMLELERİ SARAY’IN HESAPLARINI BOZDU

Tezkereye verdiğiniz destekten sonra Kürtlerde oluşan kırılmanın CHP tarafından giderilebileceğini, 31 Mart-23 Haziran seçimlerindekine benzer bir havanın tekrar oluşturulabileceğini düşünüyor musunuz?

Elbette kimsenin oyuna ipotek koyma haddimiz yok ama biz oluşan İstanbul İttifakı’nın devam etmesi için her türlü çabayı sarfedeceğiz. Bakın, İstanbul İttifakı aslında 16 Nisan referandumunda ortaya çıktı. CHP kendisini, liderini öne çıkarmadan Anayasa referandumuna karşı her kesimin desteğini alacak bir politika yürüttü. Daha sonra 24 Haziran seçimlerine giderken hem İYİ Parti’ye verilen 15 milletvekili, hem oluşturulan ittifak hem de genel başkanımızın kullandığı dil, İstanbul’da ve Türkiye genelinde herkesin nefes almasını sağladı. Hep eleştirilir ama bunun da kahramanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Sayın Kılıçdaroğlu’nun hamleleri, Saray’ın hesaplarını bozdu.

Az önce kayyım politikasına yönelik tepkiden söz ettiniz. Şu sıralar iktidarın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanlarını daraltmak, boğazı Saray’a bağlamak gibi dolaylı kayyım sayılabilecek projesi var. Böylesi bir girişimin sonuçları ne olur?

AKP’ye oy verenler bile kayyım uygulamasının haksız ve hukuksuz olduğunu biliyor. Seçimden birkaç ay sonra seçilmişlerin görevden alınmasının AKP’nin iktidarına ömür katacağına da kimse inanmıyor. Hatırlarsanız 31 Mart sonrasında Diyarbakır’ın, Van’ın bazı ilçelerinde mazbata, yüzde 60-70 oy alan adaya değil, AKP’nin yüzde 30-40 oy alan adaylarına verildi. İnsanlar bunu görmüyor mu? Ahmet Türk’e karşı da, seçimlerin ertesi günü Yüksek Seçim Kurulu’na AKP’nin yaptığı “Ahmet Türk yaşlı ve hasta, mazbatayı bize verin” yönündeki başvuru bile siyasi anlayışlarının özeti gibiydi. Benzer bir biçimde 6 Nisan’da bir YSK darbesiyle İstanbul seçimleri iptal edildi, Sayın İmamoğlu’nun mazbatasına el kondu. AKP adayıyla aradaki oy farkı 13-14 bin iken, sırf bu iptal nedeniyle İmamoğlu 806 bin oy farkla ikinci kez kazandı. Dolayısıyla hem kayyım atamaları, hem boğazlarla ilgili adımlarının kendileri açısından nasıl sonuçlar doğuracağını görmek için 23 Haziran seçiminin sonucu yeterli göstergedir. Şimdi çıkıp “ben İstanbul’un rantını yemeye doyamadım” dercesine yeni uygulamalara gidersen, bir dahaki seçimde oy farkı 1 milyon 806 bin olur. Dahası bu, Türkiye geneline de yansır. Yeter ki AKP’ye muhalif olan insanlar zaman zaman birbirlerinin söylemlerinden rahatsız da olsalar, AKP’yi büyütecek siyasete izin vermesin. Bu sadece CHP’nin değil, AKP’ye karşı olan tüm muhalefetin sorumluluğudur.

MUHALEFETİN MUHALEFETİ ELEŞTİRMESİYLE BAŞARI SAĞLANMAZ

CHP’ye yönelik eleştirilerin AKP’yi güçlendirdiğini mi düşünüyorsunuz?

Dediğim gibi, bizimle ilgili eleştirileri saygıyla karşılıyoruz ama CHP’yi eleştirmek dünyanın en kolay, belki de en zevkli şeyi. Oysa muhalefetin muhalefeti eleştirmesiyle başarı sağlanmaz.

CHP savaş tezkeresine destek vermek yerine savaş karşıtı bir pozisyon alsaydı, kitlesel bir destekle karşılanmaz mıydı? Yoksa iktidarın hedefi olur ve yalnız mı kalırdı?

İstanbul İttifakına en fazla dikkat etmesi gereken parti CHP’dir. Bu ittifakın bozulmaması, hatta genişlemesi bizim açımızdan bir sorumluluktur. Bazen bu ittifakın güçlenmesi, hatta bazen de bu ittifakın dağılmaması için CHP’nin çeşitli adımlar attığının değerlendirilmesi gerekiyor. Sonuçta bilinmeli ki, biz savaşa karşıyız. Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk gibi biz de yurtta sulh, dünyada sulh diyoruz. Suriye’de akan kanın, oradaki iç savaşın en büyük sorumlusunun AKP hükümeti olduğu olduğunu her yerde söylüyoruz. Bu iç savaştan kaynaklanan yaklaşık 8 milyon mültecinin, nüfusun yüzde 60’ının yer değiştirmesinin en büyük sorumlusunun AKP olduğunu biliyoruz. IŞİD’in büyümesinin, var olmasının en büyük sebeplerinden birinin AKP’nin izlemiş olduğu politikalar olduğunu biliyoruz. CHP hakkında bir değerlendirme yapılırken bunların hepsinin düşünülmesi gerekiyor.

TÜRKİYE’NİN KISA SÜRE İÇİNDE ŞAM’LA GÖRÜŞECEĞİNİ GÖRECEĞİZ

AKP’nin Suriye harekâtının temel argümanlarından biri, Türkiye içindeki milyonlarca Suriyeli mülteciyi Rojava’ya götürüp yerleştirme projesi. Bölgeyi yakından takip eden akademisyenlerden Seda Altuğ, bunun, Hafız Esad’ın 1960’tan sonra Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin arasına soktuğu Arap Kemeri’nin genişletilmesi anlamına geldiğini söylüyor. Sizce bu projenin sonuçları ne olur?

Dediğiniz gibi, harekâtı başlatırken AKP’nin açıkladığı hedeflerden bir tanesi iki milyon mülteciyi oraya taşımaktı. Bu tamamen iç politikaya, kamuoyu desteği almaya dönük bir yalandır. Önümüzdeki dönemde de göreceğiz ki, AKP bırakın iki milyonu, oraya iki yüz bin insanı bile yerleştiremeyecektir. Ayrıca oraya güvenli bölge oluşturacaklarını, TOKİ binaları dikeceklerini söylüyorlar ki, bu da yalan. Siz yönetimiyle anlaşmadığınız sürece başka bir ülkenin topraklarında konut yapabilir misiniz? Böyle bir şey olabilir mi! Türkiye’deki mülteci sorununu bitirmek istiyorsan, Suriye yönetimiyle görüşeceksin. Soçi mutabakatından sonra Erdoğan’ın uçakta gazetecilere yaptığı açıklamadan, Milli Savunma ve Dışişleri bakanlarının Rusya üzerinden Suriye yönetimiyle görüşeceğini öğreniyoruz. Biz defalarca söylediğimiz halde kabul etmediler Putun söyleyince kabul ettiler. Dolayısıyla kısa süre içinde Türkiye’nin Suriye yönetimiyle görüşeceğini göreceğiz.

SURİYE’NİN KUZEYİ ORADAKİ İNSANLARA BIRAKILMALI

CHP’nin 28 Eylül’deki Suriye Konferansı’nın organizasyonunu siz yapmıştınız ve konferansta Suriye’deki Kürtleri temsilen kimse yoktu. İktidarda olsaydınız Suriye’nin kuzeyi konusunda nasıl bir politika güderdiniz?

Biz savaş değil, barış yanlısıyız. Ayrıca Suriye Konferansı’na bütün taraflar çağrıldı ve Kürtlerle ilgili de bir çağrı yapıldı, onlardan da izleyiciler vardı. Konferansa bütün taraflar geldi ama maalesef havuz medyası sadece bir kişinin ismini ön plana çıkararak manipülasyon yaptı. Suriye Konferansı’nda yurtta barış, bölgede barış vurgusu öne çıktı. AKP iktidarının yanlış politikalarına karşı da en net değerlendirmeler yapıldı. AKP’nin, tüm dünyada kabul edilen Suriye rejimine karşı devlet dışı organizasyonlarla, cihatçı örgütlerle iş tutması Suriye’de girilen çıkmazın asıl nedenidir. Bütün dünyada meşru görülen yönetimle görüşmek yerine, geçmişte El Nusra’dan, IŞİD’den kaçanlardan Suriye Milli Ordusu oluşturuyorsun! Biz Şam yönetimiyle görüşülmesi, Suriye Milli Ordusu denen yapılardan desteğin çekilmesi ve Suriye’nin kuzeyinin, ister Kürt, ister Arap, ister Ezidi olsun, oradaki insanlara bırakılması gerektiğini net bir şekilde savunuyoruz.

İşte insanların tam da anlam veremediği konu bu. CHP bu savunuya rağmen neden tezkereye destek verdi? Destek vermeseydiniz sonuçları ne olurdu?

Sonuçlarının ne olacağını bilemeyiz ama oradan estirilecek rüzgâr belki ittifakımıza zarar verebilirdi. AKP’nin elinde tuttuğu medya, STK ordusu tarafından linç edilmeye çalışılabilirdik. Ama biz, askerlerimiz orada olduğu için evet oyu verdik. Bazen siyasette doğru bildiğinizi yapınca çok eleştiri alabilirsiniz ama attığınız adımın doğruluğunu birkaç yıl sonra sınayabilirsiniz.

HAPİSHANELERDE İNSANLAR NÖBETLEŞE UYUYOR, NÖBETLEŞE NEFES ALIYOR

CHP Cezaevi Komisyonu Sözcüsü olduğunuz için, her geçen gün daha da derinleşen mahpusların sorunlarını da konuşalım biraz. Hapishanelerde vaziyet ne?

2011 yılından beri yaklaşık 250 cezaevini ziyaret ettik. 15 Temmuz askeri ve 20 Temmuz sivil darbeleri sonrasında da cezaevlerini gezdik. 15 Temmuz sonrasında, tıpkı Türkiye’nin genelindeki gibi, bütün haklarda olağanüstü bir gerileme var. Avukatların mahpuslarla görüşleri kayda alınıyor, kitaplar kısıtlanıyor, her türlü etkinlik hakları ellerinden alınıyor. Maalesef mahpuslar artık seslerini de duyuramıyorlar, çünkü bunu yapacak basın-yayın organı çok azaldı. Siyasi mahkumlarla adli mahkumlar ayrı ayrı sorunlar yaşıyor. Adli mahkumlar hem açık hem de kapalı cezaevlerinde ciddi bir yer sorunu yaşıyor. 80 kişinin kaldığı koğuşlar, tuvalet için kuyrukta bekleyenler… Abartmardan söylüyorum, nöbetleşe uyuyan, nöbetleşe nefes alan insanlar var.

Siyasi mahpuslar ne tür sorunlar yaşıyor?

Onlar açısından zaten büyük kısıtlamalar var ama bize yönelik de bu kısıtlamalar söz konusu. Eskide aynı koğuşta kalan insanlarla görüşebilirken, şimdi aynı koğuştan iki kişiyle görüşmemize izin verilmiyor. Eskisi gibi rahat görüş izni alamıyoruz. Ayrıca kitap bulundurma, daha önce büyük mücadelelerle kazanılmış sohbet hakları ellerinden alınmış durumda.

Sohbet hakkından kastınız ne?

Eskiden bir mahkum, kendi koğuşunda olmayan on kişiyle sohbet eme hakkına sahipti. Maalesef bu da ellerinden alınmış durumda. Ayrıca etiketli olmayan kıyafet sokamıyorsunuz cezaevine. Bu türden saçmasapan uygulamalar var. Maalesef Meclis İnsan Hakları Komisyonu da bu konuda üzerine düşeni yapmıyor.

Yeni yargı paketinin bu konuda iyileştirici sonuçları olacağını düşünüyor musunuz?

Bu kafayla gidilirse çözüm olacağını düşünmüyorum.

SURİYE’DE YAZDIKLARKINI SÖYLEDİKLERİ FETİH HİKÂYELERİNİN SOKAKTA KARŞILIĞI YOK

Sizce iktidar nasıl bir Türkiye tahayyül ediyor?

İnsanların konuşmaktan korktuğu, sosyal medyayı kullanmaktan korktuğu bir Türkiye hayal ediyor. Erdoğan’ın son konuşmasını hep birlikte izledik. Kendisine benzeyen, herkesin tektip olduğu bir toplum ve bireyler istiyor. Ama bunda başarılı olamayacağını hep beraber göreceğiz.

İstanbul-Fatih’te dört kardeşin yoksulluktan dolayı intihar etmesi çok sarsıcı. Fakat iktidar medyası bu toplu intiharın ekonomik sebeplerden kaynaklanmadığı, bunun bir manipülasyon olduğu propagandası yapıyor. Sizin yorumunuz nedir?

İki dünya var Türkiye’de. Birisi yandaş medyanın gördüğü ve gösterdiği, öbürü de gerçek Türkiye. Yandaş medyanın gösterdiğine değil, gerçeğe bakalım. Son bir yılda eşi benzeri olmayan bir kriz yaşanıyor. İktidarın yeni rejimle birlikte yarattığı siyasi krize ekonomik kriz de eklenmiş durumda. Ekonomik krizin en temel sebeplerinden biri, fiili başkanlık ucubesidir. Fakat iktidar bu hakikati gizlemek için şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlere başvuruyor. Yandaş medyada “kriz” sözcüğünün kullanılması yasaklandı. Şimdi de ekonomik gidişata yönelik eleştiriye cezai yaptırım uygulama hazırlığı içindeler. Üstüne bir de TÜİK’in insan aklıyla alay eden açıklamalarını ekliyorlar. İktidar artık ekonomik krize yönelik tepkileri de baskı ve cebirle çözmeye çalışıyor. Son beş yılda ekonomik kriz ve geçim sıkıntısına bağlı olarak yaşanan intiharlar ne yazık ki yüzde 300 artmış durumda. Son bir yılda en az 50 yurttaşımız hayatına son verdi. İnsanlar ekmeğe muhtaçken Saray’da bilmem kaç liralık meyveler, yemekler yeniyor. Şu an ülkemizde açlık sınırının altında yaşayan 22 milyon insan var. Çöpten ekmek toplayan gençlerimiz, elektrik faturasını ödeyemediği için gözaltına alınan yaşlılarımız, atanmadığı için canına kıyan öğretmenimiz, tanzim kuyruklarına mahkum edilmiş vatandaşlarımız var. Bunun baş sorumlusu AKP ve onun genel başkanıdır. Dört kişilik bir ailenin intiharı dünyanın her yerinde hayatı durdurur. Ama AKP kendinde böyle bir sorumluluk bile görmüyor.

Savaş politikaları, kriz tartışmalarını ötelemeye yaramaz mı?

Suriye’de kahramanlık, fetih hikâyeleri yazdıklarını söylüyorlar ama sokakta kimse bunu ciddiye almıyor.

Tüm yazılarını göster