Türkiye’nin zorlu tercihi: NATO mu, Rusya mı?

Türkiye, NATO’yu kırmadan, Rusya’yı kızdırmadan yoluna nasıl devam edeceğine karar vereceği bir sürece giriyor. Türkiye’nin bu sınavdan geçip geçmeyeceğini söylemek güç, ancak açık olan sınavın gerçekten zor olduğu.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Avrupa ve Asya’da yıkım ve insanlık dramının yaraları sarılmaya çalışılıyor. Aralarında SSCB’nin de olduğu Birleşmiş Milletler Cephesi, Miğfere karşı galip olmuş.

İkinci Dünya Savaşı’nda en fazla kayıp veren ülkenin SSCB olduğu biliniyor, benzer biçimde Hitler ordusunun St. Petersburg’da yıllar süren kuşatması da en uzun kuşatma. SSCB’nin bu zorlu mücadelesi, Rusya’da her yıl 9 Mayıs’ta Zafer Günü olarak kutlanıyor. Bu gelenek günümüzde de devam ediyor. Zafer Günü, SSCB için de, Rusya için de anıların yad edildiği “ne zor bir savaşın altından kalktık” demenin ötesinde bir anlama sahip.

Kızıl Meydan’da toplanan ordu birlikleri ve onlara “ileri” diyen devlet başkanı, Rusya’ya dönük olası bir yeltenmeye de cevabımız hazır diyor. Tam da bu nedenle Rusya’nın son nesil silahları, hatta bazen nükleer başlıklar meydanda arzı endam ediyor. İkinci Dünya Savaşı'nın üzerinde 74 yıl geçti. Almanya Rusya için artık tehdit değil, öyleyse Rusya kime mesaj veriyor?

Sorunun yanıtı yine tarihe gitmeyi gerektiriyor. Savaşın ertesinde Almanya, İtalya ve Japonya faşist bloku aradan çıkınca herkes eski konumuna dönüyor: SSCB ile Batı arasındaki mücadele, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde dünyadaki ekonomik sistemin dümenine geçmesi, gelecek olanı da haber veriyor.

Bundan tam 70 yıl önce SSCB ve müttefiklerinin askeri girişimlerine karşı “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kuruluyor. Almanya, Fransa, İtalya, Kanada, 1952’de Türkiye ve Yunanistan ABD öncülüğündeki örgütte yerlerini alıyor. Örgüt, olası bir SSCB saldırısında hepimiz birimiz için şiarını sahip beşinci maddesiyle akıllara kazınıyor.

SSCB, NATO’ya karşı 1955’te, bugün bir kısmı NATO üyesi olan ülkelerle, Varşova Paktı’nı kuruyor. Bu iki örgüt, tıpkı ABD ile SSCB gibi Soğuk Savaş boyunca doğrudan karşı karşıya gelmiyor. Varşova Paktı, 1968’de Çekoslovakya’ya müdahalede bulunur. Bu adım literatüre Prag Baharı olarak kazınır. Dışarıya karşı kendini savunmak için kurulan pakt, kendi içinde bir hizaya getirme silahına dönüşür.

SSCB iyice tökezleyip 1991’de dağılınca onun eliyle kurulan örgütler de ortadan kalkar. Ancak asli düşmanı kendi kendine sahneden çekildiği halde NATO dağılmaz. 1990’lara da bu tartışma damga vurur.

NATO’NUN SSCB OLMADAN YOLCULUĞU

1990’larda uluslararası ilişkilerde yükselen bir teori bazı kavramların da açıklamasını getirir: İnşacılık. Teorinin mihenk taşlarından biri kimlik inşasındaki “ben ve öteki”dir. Kişinin, devletin ya da bir örgütün kendini tanımlamasında, anlaşılmasında ötekinin rolü demek mümkün buna. NATO üzerinden gidecek olursak örgütün ötekisi SSCB’dir. SSCB’nin varlığı aynı zamanda NATO’nun benliğini oluşturur. NATO’nun buradaki kolektif kimliği, Batı değerleri, demokrasi, kapitalist pazar dinamikleri üzerine şekillenir ve SSCB’de olmayan unsurlar “olması gerekenler” olarak işaretlenir. Avrupa kimliği, Batı kimliği de bu çerçevede ele alınabilir.

NATO’yu NATO yapan unsur ortadan kalkınca, NATO yeni tehditleri listeler ve dağılmıyoruz der. Küresel terörizmle mücadele de, bölgesel çatışmalar da, Avrupa içi gerilim ve savaşlar da NATO’nun menziline dahil olur. Dahası kendini korumak şiarıyla yola çıkan örgüt, Avrupa başta olmak üzere yerleştirdiği füzelerle bazen gerilimin temel sebebi olur.

NATO’nun Avrupa ve Karadeniz’de gittikçe artan varlığını tehdit algılayan ve buna göre konum alan ülkeyse, eski düşmanın halefi Rusya’dır. Rusya ve NATO, füzelerden Karadeniz’de bulunan askeri varlığa, örgüte girecek yeni üyelerden insan hakları ihlallerine kadar pek çok konuda karşı karşıya geldi, geliyor.

RUSYA NATO’DAN NE İSTİYOR?

NATO ile Rusya arasındaki gerilim yeni değil. Kosova Savaşı sırasındaki NATO müdahalesi, eski SSCB ülkelerinin NATO’ya alınışı Rusya açısından temkinle karşılandı, bazen sert sözlere neden oldu. NATO’nun Karadeniz’de artan varlığı, Avrupa’ya yerleştirdiği füzeler, son olarak Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliği niyeti ve NATO’nun buna sıcak yaklaşması taraflar arasında ipleri gerdi. 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi de bu çerçevede NATO’ya yanıttı. Nihayetinde NATO, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gündemde olmadığını söyledi, zira Rusya beklenenden daha sert yanıtlar veriyordu. Rusya’ya göre NATO tıpkı Soğuk Savaş’taki çevreleme politikası gibi kendisini çevreliyor ve nihayetinde NATO’ya üye olmasa da ona yakın bir rejimin Rusya’da hüküm sürmesini istiyor. Bu nedenle Rusya'nın Karadeniz’de varlık göstermesi kritik.

Ukrayna’da 2013’te başlayan savaş Rusya-Batı arası bir mücadeleye dönüştü. Rusya’nın Mart 2014’te Kırım’ı resmen topraklarına katmasında kuşkusuz Karadeniz’de filosunu sabitlediği Sivastopol limanı önem arz ediyordu. Zaten Kırım Ukrayna’dayken de Rusya, Kiev’le anlaşmıştı ve filosunu yine burada bulunduruyordu. Artık Ukrayna aradan çıktı. Nitekim Ukrayna ile Rusya arasında Kerç Boğazı’nda yaşanan son gerilimde Moskova, NATO’ya Karadeniz’i de, Kırım’ı da bırakmam yanıtını verdi.

70’İNCİ YILIN MENÜSÜ: YİNE RUSYA

Bugün Washington’da NATO Savunma ve Dışişleri Bakanları’nın katıldığı zirve başlıyor. NATO’nun resmi açıklamasına göre konular şunlar: Rusya-Ukrayna çatışması, ABD ile Rusya arasında yeni bir gerilim başlığı olan orta menzilli füzeler, Rusya’nın 25 Kasım’da Azak Denizi’nde el koyduğu Ukrayna gemisi ve denizciler, Bosna Hersek’in üyelik için atacağı adımlar ve Afganistan’ın desteklenmesi. Konu başlıkları dikkate alındığında üç başlığın doğrudan Rusya ile alakalı olduğu görülüyor.

ABD NATO Daimi Temsilcisi Kay Bailey Hutchison, 1 Nisan’da basın mensuplarıyla gerçekleştirdiği toplantıda Rusya’nın Ukrayna’ya dönük politikasını eleştirdi. Hutchison, Rusya’nın Kırım’ı silahlandırdığını, askeri varlığını güçlendirdiğini ifade etti. Çarpıcı olan henüz toplantı başlamadan ABD Temsilcisinin NATO üyelerinin Karadeniz’de askeri varlıklarını arttıracaklarını ifade etmesi. Hutchision, “Karadeniz’deki NATO üyelerinin gemilerinin sayısı artacak ve savunma hattı güçlendirilecek” dedi. ABD Temsilcisinin bu sözleri dikkate alındığında Karadeniz’in gündemdeki öneminin artacağını söylemek mümkün.

TÜRKİYE’NİN KARADENİZ POLİTİKASI: İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞIM

NATO, Soğuk Savaş’tan bu yana Karadeniz’deki varlığını güçlendirmeye çalışıyor. Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakıyla da durum çetrefilli bir hâl aldı. Karadeniz Bölgesi, 2000’lerden bu yana Doğu Avrupa’dan Hazar’a kadar olan bölge olarak tanımlanıyor. ABD, bu bölgeye hem Rusya’yı sınırlandırmak hem geniş Ortadoğu stratejileri hem de İran’a kuzeyden ulaşmak açısından önem veriyor. Bu noktada Karadeniz’e kıyısı olan Türkiye stratejik bir önem kazanıyor.

Türkiye bu güne kadar kıyıdaş ülkeleri dışlayan bir politikanın Karadeniz’de gerilimi daha da artıracağını savundu. NATO ile Karadeniz kıyıdaşları arasında denge politikası izleyen Türkiye, ağırlığı kıyıdaş ülkelerle hareket etmeye dayandırıyor. Bu çerçevede 2001’de Türkiye, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan, Romanya tarafından kurulan ve Karadeniz’deki tek askeri örgütlenme olan BLACKSEAFOR dikkat çekici. Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileri ve diyaloğun temelini oluşturduğu politikası NATO’nun Karadeniz’de varlığımızı artıralım stratejisiyle çatışabilir.

ABD, NATO’nun bu stratejisinin en hevesli üyesi. Bunun yanında ABD ile Türkiye arasında F-35 gerilimi var. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemi alma girişimi ile ABD’nin politikası çatışıyor. Washington, 1 Nisan’da F-35 ekipmanlarının Türkiye’ye teslimini askıya aldığını duyurdu. Bunun yanında şimdi ABD’nin Karadeniz’de varlığını güçlendirmek için NATO üzerinden Türkiye’ye baskı yapması bekleniyor.

Öte yandan Türkiye, Rusya ile enerji, ekonomi ve Suriye başta olmak üzere çeşitli alanlarda stratejik işbirliğine sahip. Son olarak S-400 savunma sistemiyle buna güvenlik de eklendi. Bu çerçevede de 8 Nisan’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyareti eklendiğinde Türkiye açısından zor bir diplomatik sınavın kapıda olduğu söylenebilir. Bölgesel gelişmelerin yanında Erdoğan ve mevkîdaşı Vladimir Putin’in masasında NATO Zirvesi ve sonuçları da olacaktır. Bir anlamda Türkiye, NATO’yu kırmadan, Rusya’yı kızdırmadan yoluna nasıl devam edeceğine karar vereceği bir sürece giriyor. Türkiye’nin bu sınavdan geçip geçmeyeceğini söylemek güç, ancak açık olan sınavın gerçekten zor olduğu.

Tüm yazılarını göster