Gülriz Şen: Filistin meselesi sürdükçe İran ile İsrail arasındaki gerilim sürecektir
Ortadoğu’da tansiyonu yükselten karşılıklı hamleleri, olası senaryoları ve İran’ın izlediği stratejiyi TOBB ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Gülriz Şen ile konuştuk. Şen, "İran’ın blöf yaptığını düşünenler, buna şaşırmış olabilir, ancak bence kimse İran’ın blöf yaptığını düşünmüyordu" dedi.
İsrail’in 7 Ekim saldırısından sonra Gazze’de yürüttüğü savaş devam ediyor. Nisan başında İsrail’in İran’ın Şam Elçiliğini hedef alması ve peşi sıra İran’dan gelen misilleme bölgede İran’ı da içine alan yeni bir savaş mı çıkacak kaygısına neden oldu. Öte yandan, İran’ın sınırlı bir saldırıda bulunması, saldırıyı önceden haber vermesi, Tahran neden böyle bir yol izledi sorusuna neden oldu. Ortadoğu’da yeni bir savaş mı kapıda? İran ile İsrail arasında yeni bir sıcak çatışma beklemeli miyiz? Hürmüz Boğazı da Kızıl Deniz gibi bir blokaja mı gebe? İsrail’den gelen sınırlı saldırı ne anlama geliyor?
Ortadoğu’da tansiyonu yükselten karşılıklı hamleleri, olası senaryoları ve İran’ın izlediği stratejiyi TOBB ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Gülriz Şen ile konuştuk.
İran 13 Nisan’da İsrail’e bir saldırı gerçekleştirdi. Bu, İran’ın 45 yıldır “küçük şeytan” olarak tanımladığı İsrail’i doğrudan hedef alan ilk saldırısı olması açısından da önemliydi. İran bu noktaya neden geldi? Bu saldırı sürpriz miydi?
İran-İsrail ilişkileri 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana ihtilaflı. İsrail ne kadar “küçük şeytan” olarak tanımlansa de yeri geldiğinde “büyük şeytan” olarak tanımlanan Amerika’dan daha büyük bir şeytan olarak nitelendiriliyor. Örneğin İran, ABD ile müzakere edebiliyor, nükleer meselenin çözümü için görüşebiliyor. Bazen doğrudan bazen dolaylı temaslarda bulunabiliyor, ancak Siyonist rejim olarak gördüğü İsrail ile bu mümkün değil. O nedenle 1979’dan beri taraflar arasında hem ideolojik hem de sahada stratejik bir gerilim var.
İran’ın 13 Nisan gecesi gerçekleşen saldırısı bir anda gelmedi, bu gerilime giden bir süreç var. Eğer bir dönüm noktası 1979 devrimiyse, günümüze gelindiğinde özellikle 2000’lerden itibaren İran-İsrail rekabetinin kızıştığını biliyoruz. İran’ın nükleer programını İsrail’in kendisine dönük bir tehdit olarak gördüğünü biliyoruz. İran’ın bölgede İsrail’i saran devlet dışı aktörlerle ilişkilerini ve direniş eksenine etkilerini de biliyoruz. Ancak bence son dönemde en önemli kritik dönüm noktası Gazze Savaşı. Yani 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan süreç. Bu tarihten itibaren İsrail bir yandan Gazze harekatını sürdürürken öte yandan 7 Ekim saldırısında dahli olduğunu düşündüğü stratejik hedefler de belirledi. İran’ın komutanlarını hedef seçerek bunlara dönük bazı operasyonlar gerçekleştirmeye başladı.
'İRAN’IN MİSİLLEMESİ BİR SÜRPRİZ DEĞİL... SURİYE DE İRAN-İSRAİL KARŞILAŞMASININ KÜMÜLATİF BİR SONUCUYDU'
İsrail 1 Nisan’da İran’ın Şam büyükelçiliğine bir saldırı düzenledi ve bu saldırıda aralarında Devrim Muhafızları’nın kıdemli komutanı General Muhammed Rıza Zahidi’nin de bulunduğu yedi İran askerini hedef aldı. Bu uluslararası hukuk nezdinde İran’ın kendi toprağına yapılmış bir saldırıydı, yani sahada İran askerini hedef almaktan farklıydı. İran tarafından da doğrudan İran toprağını ve İran’ı hedef almakla eş değer görüldü. Halbuki Zahidi’ye dönük operasyondan önce İran’ın yine devrim muhafızları ordusuna mensup başka komutanları İsrail’in açıktan üstlenmediği ancak ona mal edilen saldırılarda hayatını kaybetmişti, ancak İran bu operasyonlar karşısında hep “stratejik sabır doktrini”ne sığındı. İsrail ile doğudan bir çatışmaya girmedi, uzun erimli stratejik hedeflerine odaklanmaya devam etti, bir misilleme yapmadı. Ancak 1 Nisan’daki saldırıyla İran’daki düşünüşün değiştiğini götürüyoruz. İran 13 Nisan’daki saldırısını 1 Nisan’da İsrail’in diplomatik misyonuna yaptığı saldırıya misilleme olarak yaptı.
İran’ın blöf yaptığını düşünenler, buna şaşırmış olabilir, ancak bence kimse İran’ın blöf yaptığını düşünmüyordu. Çünkü özellikle Batılı istihbarat kaynakları sürekli İran’ın yakın zamanda misilleme yapacağını haber kaynaklarıyla paylaştı. Nitekim İran da bu saldırının mutlaka öcünün alınacağını, İsrail’in cezalandırılacağını defalarca ifade etti. Bu bakımdan misilleme bir sürpriz değil. Suriye de İran-İsrail karşılaşmasının kümülatif bir sonucuydu.
'DİRENİŞ EKSENİ DİNSEL VEYA MEZHEPSEL DEĞİL, PRAGMATİK BİR İLİŞKİYE YASLANIYOR'
İran’ın bölgede Lübnan Hizbullahı, Yemen’de Husiler ve Suriye ile özel ilişkileri var. Bu aktörlerden Hamas haricinde olanlar Şiilik ekseninde İran ile yan yana gelebilir, Hamas burada eklektik kalıyor sanki. 13 Nisan misillemesinde Hamas bu aktörlere katıldı mı?
Aslında İran, İsrail ile olası bir askeri karşılaşma için direniş eksenini örgütlemişti. Bu eksen, Amerikan saldırısında hayatını kaybeden Kasım Süleymani’nin oluşturduğu ve komuta ettiği bir cephe, bir savunma hattı. İran bu aktörlerle ilişkisini pragmatik ve stratejik bir biçimde kurdu ve salt mezhepsel temelle ilişkilendirmedi. Bu eksen İsrail’in İran’a saldırması durumunda onu caydırmak için kullanmayı düşündüğü stratejik aktörlerden oluşuyor. Bir anlamda günün sonunda hayatta kalma stratejisinin ürünü. Burada da küçük aktörler, İran gibi bir devletin desteğini almak istiyor. İran da kendisine dönük bir saldırı karşısında bu aktörlere güvenmek istiyor. 7 Ekim’de Hamas saldırdığında da saldırının arkasında İran’ın olduğuna dönük çıkarımda İran ve Hamas arasında 1990’lardan itibaren artan stratejik iş birliği yatıyor. İsrail Hamas’ın bu kadar güçlenmesinde, askeri kapasitesinin artmasında ve İsrail’e saldırma cüretini göstermesinde İran’ın başat rol üstlendiğini düşünüyor. Bu bakımdan 7 Ekim’den itibaren direniş ekseni ve İran’ın buradaki konumu, 7 Ekim saldırılarındaki olası rolü fazlasıyla tartışıldı.
13 Nisan saldırısındaysa bu aktörler kısmi rol oynadı. Haber kaynaklarına yansıyan bilgilere göre Hizbullah Golan tepelerinden İsrail’e bazı dron saldırılarında bulundu. Husiler yine Yemen’den İsrail’i hedef alan saldırılar düzenledi. Ancak bunlar sembolik katkı olarak düşünülebilir. Zira 13 Nisan’daki saldırının esas aktörü İran. İran 300’ü aşkın SİHA, seyir ve balistik füzesiyle İsrail’i hedef aldı. Zaten İran’dan gelen “cezalandıracağız” açıklamalarında da “bizim cesur adamlarımız bunu yapacak” dendi. O nedenle beklenti, direniş ekseni aktörlerinden ziyade İran’ın daha çok rol üstleneceği yönündeydi ki öyle de oldu.
'İRAN HEM İSRAİL’E DUR DEMEK HEM DE İSRAİL’İN DAHA BÜYÜK BİR MİSİLLEMESİNDEN KAÇINMAK İSTEDİ'
İran İsrail’e sınırlı bir saldırı düzenledi. İran otoriteleri saldırı sonrasında “İsrail karşılık vermezse devamı gelmeyecek” dedi. Neden sınırlı bir saldırı ve yatıştırıcı bir açıklama yapıldı?
İran’ın bu operasyonu planlarken dikkat etmesi gereken birkaç nokta vardı. İlki İsrail’e karşı caydırıcılığı yeniden tesis etmek ve yeni angajman kurallarını belirlemek. Yani misilleme yapmasının ardında “İsrail’e dur demek” ve özellikle İsrail’in Suriye’de İran’a karşı yaptığı hamlelere geçit vermeme arayışı vardı. Öte yandan İran kendini cevap vermek zorunda hissederken hem bölgesel hem de iç siyasette itibarını tesis etme arayışındaydı. Özellikle şahin kanattan gelen “Bizim söylemimiz hep lafta kalıyor, bir şeyler yapmalıyız” tepkilerini yatıştırmak için bir cevap vermek durumunda hissediyordu. Ancak bunu yaparken de gerilimi daha fazla tırmandıracak ve İsrail’den daha büyük bir misillemeye neden olacak bir operasyondan kaçınması gerekiyordu.
'SINIRLI SALDIRI AYNI ZAMANDA ABD İLE DOĞRUDAN SAVAŞTAN KAÇINMAYA DÖNÜK BİR HAMLEYDİ'
Bu sadece İsrail’in karşı hamlesinden değil, Amerika’yı da İran’la doğrudan savaşa sokabilecek bir hamleden kaçınmaydı. O nedenle sınırlı bir operasyon yapmaya gayret etti, yani bütün kapasite ve kabiliyetini bu operasyonda kullanmadı. Özellikle bu operasyon sonrasında İran’dan gelen açıklamalara bakarsak “Bu kısıtlı ve sınırlı bir operasyondu. Sivilleri hedef almadık. Esas hedefimiz Gazze’de bombardıman yapan uçakların kalktığı güneydeki Nevatim Üssü’nü vurmaktı” dediler. Yani İsrail’e sınırlı ve İran’ın meşru müdafaa hakkını kullandığı bir operasyonla karşılık verdiler. Zaten daha operasyon tamamlanmadan İran BM daimi temsilciliği Twitter açıklamasıyla “Bizim açımızdan mesele kapanmıştır, bundan sonra İsrail adım atarsa karşılık veririz” gibi yatıştırıcı ve gerilimi tırmandırmaya müsaade etmeyecek bir açıklama yaptı. Ayrıca Tahran, 72 saat önce bölgedeki aktörlere haber verdi. Özellikle Umman, Kuveyt ve Türkiye üzerinden Amerika ve İran arasında da mesajlaşmalar oldu. ABD İran’ın ne yapmaya çalıştığını ve niyetini bu dolaylı mesajlaşmayla anladı. İran aslında Süleymani suikastı misillemesinde davrandığı gibi davrandı. Haber vermesinin nedeni bu misillemenin İran için yıkıcı sonuçlarını engellemek.
'İRAN HÜRMÜZ BOĞAZI’NDA BLOKAJ UYGULAMAKTAN KAÇINACAKTIR'
Yemen’de Husiler uzun süredir Kızıldeniz’de İsrail’e giden gemilere dönük bir blokaj uyguluyor. Saldırılar öncesinde benzer bir tutumu Hürmüz Boğazı’nda gördük. İran’ın doğrudan Hürmüz’e blokaj uygulamasını beklemeli miyiz? Yoksa bunu bahsettiğimiz o sınırlı cevap verme pratiğinin içinde mi görmeliyiz?
İran aralıklarla “Hürmüz Boğazı’nı kapatırım” tehdidinde bulunuyor, bunu İran-ABD ilişkilerini incelediğimizde daha sık görüyoruz. Örneğin İran’a dönük petrol ambargolarının uygulandığı dönemde İran bu tehdidi daha fazla dillendirdi. “Petrol ihracatım engellenirse Hürmüz Boğazından petrol akışını engellerim” tehdidini bir koz, bir manivela olarak kullandı Saldırı gününün sabahında Portekiz bandıralı ancak İsrail ile ilişkili bir ticari gemiye el koydu.
Bana kalırsa benzeri adımlar şimdilik İran’ın yapacağı ve devam edeceği bir hamle gibi görünmüyor. Zira oradaki petrol sevkiyatının aksaması Çin’i tehdit edebilir. İran’ın Çin’e sattığı petrolün yüksek bir hacme ulaştığını dikkate alırsak, İran kendi ekonomisini sekteye uğratacak ve Çin’e petrol sevkiyatını engelleyecek bir adım atmaz. Öte yandan, İran Körfez ülkelerini de normalleşmenin başladığı bir dönemde tedirgin edip ABD’ye daha fazla yaklaştırmak istemeyecektir. Yine de sadece İsrail’e dönük bir mesaj verme gayesiyle ticari gemilere ara ara bu tarz müdahaleler yapabilir. Yani İsrail’e sadece askeri olarak değil ticari olarak da zarar verecek adımlar atabilir. Ama blokaj mevcut konjonktürde daha çok Husilerin üstlendiği bir görev gibi görünüyor. İran o konuda tekrar şimşekleri üstüne çekmek istemeyecektir. Uluslararası topluma kurallara uymayan, korsan güç ya da haydut güç gibi bir imajı özellikle şu an vermek istemeyecektir. İran’ın genel olarak gözettiği ince bir çizgi var. ABD’yi daha fazla tetiklemekten ve ABD’yi İran ile İsrail arasındaki gerilime dahil etmekten kaçınıyor.
Bunda Gazze Savaşı’nda İsrail’in gittikçe yalnızlaştığı bir ortamda, küresel desteğin gittikçe kamuoyu baskılarıyla azaldığı bir noktada, Hürmüz’ün gündeme gelmesiyle İsrail’e nefes alanı açmamakla bir ilişkisi de olabilir mi? Böyle bir eylem yaparsa Gazze’de İsrail’in yaptıkları ve yalnızlığı değil de sanki İran daha çok gündem olur?
Evet İran’ın kaygılarından biri de bu. Yapacağı bir hamlenin Netanyahu’ya bir can simidi sağlayacağını, İsrail’in tam da yalnızlaştığı bir dönemde, Batının dikkatini yeniden İran’a çekeceğini düşünüyor. Bakın bir süredir Gazze Savaşını konuşmaz olduk, gündem değişti. Kuvvetle muhtemel İsrail’in bu hamlesinin ardında da bu sıkışmışlığı hedef saptırarak aşma ve ABD ile ilişkileri İran karşıtlığı üstünden yeniden güçlendirmek var. Burada önemli olan başka bir nokta ise son hamlelerde her şey hesaplanmış ve iyi kalibre edilmiş görünse de tırmanan gerilim kontrol edilmekten uzaklaşabilir, buna dikkat edilmeli.
'TÜRKİYE, İRAN İLE ABD ARASINDAKİ MESAJ TRAFİĞİNDE ÜSTLENDİĞİ ROLÜ MUHAFAZA ETMELİ'
Son olarak İsrail’in beklenen hamlesi gerçekleşti bunu kısaca nasıl ele alabiliriz? Sizce bizi gelecekte bölge açısından ne bekliyor, İran ile İsrail arasında sıcak bir çatışma beklemeli miyiz?
İsrail’in beklenen karşı hamlesi gerçekleşti. 19 Nisan Cuma sabahı ajanslara düşen haberlere göre İsrail, İsfahan kentinde İran ordusuna ait bir hava üssüne drone saldırısı düzenledi. Kimi ABD'li kaynaklar ilk haberlerinde füze saldırısından bahsetse de saldırının quadcopter (dörtdöner) tipindeki bir İHA ile gerçekleştiği belirtiliyor. İranlı yetkililer, bu saldırının başarısızlıkla sonuçlandığını ve tüm hedeflerin imha edildiğini bildirdi. İsrail, İran’ın nükleer tesislerini hedef almayarak büyük bir tırmandırmadan kaçınmış görünüyor. Ancak Tel Aviv karşı saldırıda sembolik olarak, bu tesislere yakın bir hava üssünü hedef alarak süreç tırmanırsa tesislere de saldırabileceği mesajını verirken, hava üssünün Devrim Muhafızlarına değil de İran Ordusuna (Arteş) ait olmasının da misillemeden kaçınmak için seçildiği düşünülebilir. İran’dan gelen ilk açıklamalarda saldırıyı gerçekleştiren İHA’nın ülkenin dışından değil de içinden geldiğine dair ifadeler de saldırıyı açıkça İsrail’e mâl etmekten kaçınma hamlesi olarak görülebilir. İran böylelikle misilleme arayışına girmeyebilir ve en azından bir süreliğine İran-İsrail gerilimi Nisan öncesindeki durumuna dönüp, gölgedeki savaşına çekilebilir. Ancak yeni bir riskin bertaraf edilmesi Orta Doğu’da esaslı bir diplomasiye ve Gazze’deki savaşın dindirilmesine bağlı.
Bölgede olasılıklar üzerinden bizi bekleyen senaryoları konuşabiliriz daha çok. Şu an özellikle kısa dönemde İsrail’in ne yapacağı kritik. Yani bir misilleme yapacak mı, bunu İran topraklarına dönük mü yapacak yoksa bölgedeki birliklerine mi ya da İran yanlısı milislere mi yapacak bu kritik. Çünkü İran yeni bir denklem kurma peşinde. İran’a ya da İran’ın bölgedeki askeri ya da diplomatik varlıklarına bir saldırı gelirse İran yeniden karşılık vereceğini ifade etti. O nedenle karşılıklı misillemeler kontrolden çıkabilir ve taraflar arasında sıcak çatışmaya dönüşebilir. Daha kötüsü ABD’nin savaşa müdahil olması. ABD, “İsrail’i savunmak için onun her zaman yanında olacağız” diyor ve İsrail’in İran’a karşı ofansif bir hamlesine katılmayacağını ifade ediyor ama bu savunma ve saldırı yani defans ve ofans arasındaki ayrım da kaybolabilir. Böylelikle Amerika kendisini Ortadoğu’da bir savaşta bulabilir. Bu İran açısından da çok yıkıcı olacaktır. Eğer İran ABD savaşı gibi bir şeyden bahsediyorsak bu Körfez ülkelerini de Amerika’nın bölgedeki diğer müttefiklerini de tehdit eder. Örneğin Türkiye’nin pozisyon alması zorlaşabilir. Türkiye’nin asla isteyebileceği bir şey değil. Bu nedenle Türkiye her daim diplomatik çabaların bir parçası olmalı. Haber kaynaklarına yansıyan bilgilere göre ABD-İran arasındaki mesaj trafiğinde Türkiye’nin olması bizim açımızdan önemli ve sevindirici ve bu kanal muhafaza edilmeli.
'FİLİSTİN MESELESİ DEVAM ETTİKÇE İRAN İLE İSRAİL ARASINDAKİ GERİLİM SÜRECEKTİR'
Son olarak, taraflar rasyonel davrandıklarını iddia ediyor, çok dikkatliyiz, saldırı planlarını kalibre ediyoruz diyor. Ancak ok yaydan çıkarsa bu, bölgede kontrolü çok zor bir sürece dönüşür. Bu bakımdan gerilimin düşürülmesi gerekiyor. Kısa vadede İsrail’in ne yapacağı, bölgesel diplomasinin sonuçları ve ABD’nin İsrail’i baskılayıp baskılamayacağı yönlendirici olacak. Bununla beraber Gazze savaşı hatta Filistin meselesi sürdükçe İran ile İsrail arasındaki gerilim devam edecek. Son gelişmelerle bazı kritik eşiklerin aşıldığını düşünüyorum. Umarım diplomasi kazanır, ancak şimdilik İsrail’in hamlesini bekliyoruz. Bir yandan da iki aktör arasında psikolojik bir harekât da var. Belirsizlik gerilimi tırmandırıyor, tansiyonun düşürülmesine hizmet etmiyor. O bakımdan en azından bu bölümün bitmiş olmasını umalım. Yoksa sıcak çatışma riski son derece yüksek.
Gülriz Şen Kimdir?
Lisan ve doktora eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Gülriz Şen, Yüksek lisansını Leuven Katolik Üniversitesi’nde yaptı. 2014’te ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler alanında en iyi tez ödülünü kazanan tezi “Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz” adıyla kitaplaştı. Şen tezinde 1979’da gerçekleşen devrim sonrasında İran’ın dönüşümünü ele alırken İran-ABD ilişkilerinin bu süreçteki rolüne ve İran’ın ABD politikasına odaklandı. TOBB ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olan Şen’in İran dış politikasına dair pek çok yayını ve çalışması mevcut.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
İklim değişimiyle mücadelenin yeni çözümü nükleere enerji mi? 25 Eylül 2024
Doç. Dr. Bıçakcı: Türkiye siber diplomaside geri kaldı 23 Eylül 2024
AB’nin Rus gazıyla imtihanı: LNG yaptırım paketi ve Ukrayna 20 Eylül 2024
Türkiye BRICS’e neden katılmak istiyor? 11 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI